Bir önceki yazımda bahsettiğim Burkina Faso’ya Kurban için giden ablaların anlattıklarını aktarmaya devam ediyorum:
Kimsesiz çocukların yurdunu hüzünle ziyaretten sonra kıyafet yardımı yapmak için ücrâ bir köye gittik. Üç ayrı kuyruk halinde bizi bekliyorlardı. İlk kuyrukta yetim ve öksüzler vardı. Köy halkı bu çocukları yanlarına alarak sahip çıkmaya çalışıyormuş. Hem de tek odalı evlerinde… Yardım dağıtmaya utanıyorduk. Kimi zaman ağlamamak için dudaklarımızı ısırıyorduk. 70 yaşındaki adam da lolipop şeker almak için el açıyordu, küçük bir kız çocuğu da… Hangi kıyafet verilse makbul… Koca bir tişörtü küçük bir çocuk sırtına hem de büyük bir sevinçle geçirebiliyordu!..
“Burkina Faso Diyanet İşleri Başkanı bizlere vakit ayırdı ve eline ilk verildiğinde dikkatini çekmediğini söylediği ama sonra bir gece eline alınca sabaha kadar bırakamadığı Sonsuz Nur kitabını ve müellifi M. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi bizlere anlattı… O anlatırken kayıtlar yaptık. Biz Türk hanımların misafir ağırlaması ve büyüklere karşı saygımız kendisinin çok dikkatini çekmiş. Çok etkilendim!..” dedi.
“Bayram namazına bizler de katıldık. Tam o sırada Büyükelçimiz önümüzde namaza durdu. Namazdan sonra bayramımızı tebrik etti. Kendisi ve yardımcıları çok nazik davranıyorlardı. Biz 29 Ekim töreni için okulumuz adına sarma sardık.
“İlk kurban eti dağıttığımız yer Cumhurbaşkanının köyü idi. Kendisi teşekkür mesajı yolladı. Köyde, Kimse Yok mu tarafından açılmış bir su kuyusu vardı…
“Gürcistan’ı görmüştüm. Almanya’da bulunuyordum. Afrika’dan gelenleri dinlerdim, ama gözüm yaşarmazdı. Almanya’da imkan, Afrika’da ise imkansızlık imtihanı. Rahata karşı koymak, rahata alışmışa çok zor!.. Burada yakından yaşananlara şâhit olmak başka. Evet Ayşegül öğretmen Bobo’da tek bayan… Çile dantelasını örüyor ama cebr-i lütfi ile uzlete, halvete eriyor. Zübeyir öğretmen Çad’da çatışmanın içinde ama tevekkül, tevfiz, sika ufkunda Hızır ile mülâki oluyor!.. O Meryem misali belletmen kızlarımız maddî; imkansızlık içindeler ama israftan ve internetten korunuyorlar. Onlara değil de bir kere daha kendime ağladım…
“Hele bir mesele vardır ki, onlara göre hayat varsın elektriksiz, susuz, zeytinsiz, peynirsiz olsundu ama gönül meyveleri evlatları temiz ve komplekssiz yetişiyordu ya yeterdi!.. Dört-beş yaşlarındaki Ali, teker teker gelip hepimize sarılıyordu. Bir paket balon verince de çocuklar sadece birer tane alıp diğerlerini geri veriyorlardı. Sekiz-on yaşlarındaki kızlar söylenmeden ve büyükler kendilerine bir şey söylemeden kendileri iş tutuyorlardı. İhlas ve uhuvvetin dünyalara bedel tadına kendimizce vardık. Onun için bu gezinin bayanlar adına çok geç kalınmış çok önemli bir vazife olduğunu fark ettik. Evet buralardaki eğitim gönüllüsü bayanlar bayramlarda yıllardır yapayalnız ve bizlere hasret kalmışlardı…”
Kimsesiz çocukların yurdunu hüzünle ziyaretten sonra kıyafet yardımı yapmak için ücrâ bir köye gittik. Üç ayrı kuyruk halinde bizi bekliyorlardı. İlk kuyrukta yetim ve öksüzler vardı. Köy halkı bu çocukları yanlarına alarak sahip çıkmaya çalışıyormuş. Hem de tek odalı evlerinde… Yardım dağıtmaya utanıyorduk. Kimi zaman ağlamamak için dudaklarımızı ısırıyorduk. 70 yaşındaki adam da lolipop şeker almak için el açıyordu, küçük bir kız çocuğu da… Hangi kıyafet verilse makbul… Koca bir tişörtü küçük bir çocuk sırtına hem de büyük bir sevinçle geçirebiliyordu!..
“Burkina Faso Diyanet İşleri Başkanı bizlere vakit ayırdı ve eline ilk verildiğinde dikkatini çekmediğini söylediği ama sonra bir gece eline alınca sabaha kadar bırakamadığı Sonsuz Nur kitabını ve müellifi M. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi bizlere anlattı… O anlatırken kayıtlar yaptık. Biz Türk hanımların misafir ağırlaması ve büyüklere karşı saygımız kendisinin çok dikkatini çekmiş. Çok etkilendim!..” dedi.
“Bayram namazına bizler de katıldık. Tam o sırada Büyükelçimiz önümüzde namaza durdu. Namazdan sonra bayramımızı tebrik etti. Kendisi ve yardımcıları çok nazik davranıyorlardı. Biz 29 Ekim töreni için okulumuz adına sarma sardık.
“İlk kurban eti dağıttığımız yer Cumhurbaşkanının köyü idi. Kendisi teşekkür mesajı yolladı. Köyde, Kimse Yok mu tarafından açılmış bir su kuyusu vardı…
“Gürcistan’ı görmüştüm. Almanya’da bulunuyordum. Afrika’dan gelenleri dinlerdim, ama gözüm yaşarmazdı. Almanya’da imkan, Afrika’da ise imkansızlık imtihanı. Rahata karşı koymak, rahata alışmışa çok zor!.. Burada yakından yaşananlara şâhit olmak başka. Evet Ayşegül öğretmen Bobo’da tek bayan… Çile dantelasını örüyor ama cebr-i lütfi ile uzlete, halvete eriyor. Zübeyir öğretmen Çad’da çatışmanın içinde ama tevekkül, tevfiz, sika ufkunda Hızır ile mülâki oluyor!.. O Meryem misali belletmen kızlarımız maddî; imkansızlık içindeler ama israftan ve internetten korunuyorlar. Onlara değil de bir kere daha kendime ağladım…
“Hele bir mesele vardır ki, onlara göre hayat varsın elektriksiz, susuz, zeytinsiz, peynirsiz olsundu ama gönül meyveleri evlatları temiz ve komplekssiz yetişiyordu ya yeterdi!.. Dört-beş yaşlarındaki Ali, teker teker gelip hepimize sarılıyordu. Bir paket balon verince de çocuklar sadece birer tane alıp diğerlerini geri veriyorlardı. Sekiz-on yaşlarındaki kızlar söylenmeden ve büyükler kendilerine bir şey söylemeden kendileri iş tutuyorlardı. İhlas ve uhuvvetin dünyalara bedel tadına kendimizce vardık. Onun için bu gezinin bayanlar adına çok geç kalınmış çok önemli bir vazife olduğunu fark ettik. Evet buralardaki eğitim gönüllüsü bayanlar bayramlarda yıllardır yapayalnız ve bizlere hasret kalmışlardı…”