5-6 Ekim 2012 tarihlerinde, II. İslâmî; Türk Edebiyatı Sempozyumu’nda “Edebiyatımızda Cenab-ı Allah” başlığı altında çok güzel tebliğler sunulduğundan bir önceki yazımda belirtmiştim…
Üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Sempozyum öncesinde de Yağmur, Dil, Kültür ve Edebiyat Dergisi Yazı İşleri Müdürü Hasan Ahmet Gökçe, Yıldız Parkı’ndaki tarihî; Malta Köşkü’nde bir açıklama yaparak, edebiyatımızda dinî; içeriğin sayıldığına vurgu yaptı ve bu sempozyumun bu minvâlde önemli bir misyon üstlendiğini söyledi. Basın mensuplarının, “Sempozyumun ilerleyen yıllarda uluslararası bir hüviyete kavuşması öngörülüyor mu?” şeklindeki bir sorusuna, “Biz yaptığımız işleri çok ses getirmesi için değil, konunun hedefine ulaşması niyetiyle yapıyoruz, daha doğrusu gayretimizi yoğunlaştırıyoruz. Eğer biz bunu yaparken kapsama alanı genişlerse, bizler de himmetimizi âlî; tutar, ona göre pozisyon alırız.” cevabını vererek Yağmur dergisinin çizgisiyle ilgili de ipuçları vermiş oldu.
Gerçekten birbirinden değerli akademisyenlerimiz bu sempozyumda çok kıymetli tebliğler sundular.
Oturumların başlıkları şunlardı:
Gelin Tevhid Edelim
Yâ Rab İnayetini Yâr Eyle
Yâ Rab Sana Sundum Elim
Veli’llâhi’l-Esmâü’l-Hüsna
Minnet Hüdâ’ya ki…
Hak Teâlâ Azamet Âleminin Padişahı
Taştı Rahmet Deryası…
Değerlendirme Oturumu İki gün süren sempozyumu bütün salon dopdolu bir şekilde edebiyatçılarımız dikkatle takip ettiler. Bu durum, sempozyumların izlenme oranlarını bilen herkesin dikkatini çekti.
Değerlendirme oturumunda, başkanlığı Prof. Dr. Hasan Aksoy hocamız yaptı. Prof. Dr. Cihan Okuyucu, Prof. Dr. Bilal Kemikli ve Doç. Dr. Nuran Yılmaz ise iki günlük konuşmaları özetleyerek birer değerlendirme yaptılar ve gelecek yıllara ışık tuttular.
Tebliğlerden bazı cümleler nakletmek istiyorum:
Duanın âdâbını bilmek lâzım. Maalesef, bazı hocalarımız Cenab-ı Hakk’a karşı emreder gibi dua ediyorlar…
Arapça dersinde hoca talebeye “yecûz” ne mânâya geliyor diye sormuş. O da (câiz olur diyeceğine ) “Câiz olmaz” demiş. Bu sefer “Peki lâ yecûz” ne demektir, diye sorunca, talebe “Hiç câiz olmaz” diye cevap vermiş…
Eskiden, insanlar birbirlerine “Nikâhlı mısın?” diye sorarlarmış. Bunun mânâsı “Bir tasavvuf geleneğine bir tarikata bağlı mısın?” demekmiş.
Yard. Doç. Dr. Dursun Ali Tökel, ‘Türkçede duyguların ifade edilmesinde Allah lâfzının kullanılması’ başlıklı tebliğini sunarken Yeşilçam filmlerinden artistlerin çeşit çeşit “Allah” deyişlerini görüntüleriyle bizlere izlettirdi. Fakat Prof. Dr. Cihan Okuyucu hocamız bu konuyu değerlendirirken Hz. Mevlânâ’dan bir temsil anlattı: Bir arslan bir ahıra girip öküzü yemiş, oturup kalmış. Adam gece karanlığında ahıra girmiş aslanı, öküz zannederek okşamaya başlamış. Aslan ise içinden “Bu benim aslan olduğumu bilse, ödü kopardı!” demiş. Aynen bu temsil gibi Yeşilçam artistleri Allah’ın azametini, haşmetini bir idrak etselerdi, hiç öyle Allah demezlerdi. Ciğerleri sökülür gibi olurlardı… Dağları yerinden oynatırlardı.