Kemal Bey, bir Avrupa ülkesinde büyümüş ama özüne bağlı bir genç. Bir gün yeni açtığı halıcı dükkânından çıkıyor ve bir dönerciye uğruyor. “Etleriniz helâl mi?” diye soruyor.
O sırada bir hanımın dikkatle ve gözlemci bir gözle herkesi ve kendisini süzdüğünü fark ediyor. Yanına yaklaşıp tanışmak istiyor. Uzman bir pedagog öğretmen olduğunu öğrenince daha da ilgisini çekiyor. Yemekten sonra onu işyerine davet ediyor. Kendisinin de eğitimle ilgilendiğini, öğretmenlik mesleğinin önemli olduğunu söyleyerek, o günlerde gazetelerde çıkan bir haberi gösteriyor. Araştırmalar, Türk göçmen çocuklarının başarısızlığını gösteriyormuş. “Acaba bunun sebebi ne olabilir? Çocukların ve ailelerinin dil problemi mi? Ailelerin ilgisizliği mi? Öğretmen, öğrenci ve veli diyalogsuzluğu mu? Bunun üzerine hiç durulmuyor. Sizin de konunuz; beraber bir çalışma yapabiliriz.” diyor. Hoca hanım, “Aileler bunu kabul eder mi?” diyor. Kemal Bey “Onu ben halledeceğim.” diyor. Beraber ev ev dolaşıyorlar, ailelerle, öğrencilerle ve öğretmenlerle görüşüp güzel bir araştırma yapıyorlar ve neticede suçun çoğunun öğretmelerde olduğunu ortaya koyuyorlar. Bu çalışmayı Milli Eğitim yetkililerine de takdim ediyorlar. Buna göre çareler aramaları gerektiğini tescilletiyorlar.
Sonra bu pedagog hanım, Kemal Bey’in arkadaşlarını da tanıyor. “Sizin bir düşünce felsefeniz olması lâzım, bir fikir mimarınız da bulunması lâzım. Hiç meselenin o yönünden bahsetmediniz?” diyor. Kemal Bey “Doğru…” diyor. Masasının üzerinde duran bir kitabı açıp, rastgele okumaya başlıyor. Güneşin ışınlarının su damlaları üzerindeki parıltılarını ifade eden kelimeleri okurken, hanımefendi şöyle bir gidip geliyor. Sonra sözü kesip diyor ki: “Ben senelerdir İslâmiyet’e ilgi duyuyorum. Ama Müslümanlara bakıyorum İslâmiyet’in izlerini ve güzelliklerini göremiyorum ve hep üzülüyorum. Bir yanlışlık var diye uzak duruyorum. Sizler ama farklısınız.” diyor. Sonra bir grupla Türkiye’ye geziye geliyorlar. Konya’ya gelince, “Burada bu şehirde bir kadın var. Benimle ilgilendi. Burada olacak.” diye kapalı sözler söylüyor… Ülkesine döndükten sonra Kemal Bey’e “Ben tekrar Konya’ya gitmek istiyorum. Senin orada akraban insanlar var. Beni onlar iyice gezdirirler mi?” diye soruyor. O da “Hemen irtibata geçelim” diyerek, dayısını arıyor ve hanımefendiyi gönderiyor. Kemal Bey’in dayısı Mustafa Bey’in kızı tahsilli, İngilizcesi iyi… Ona rehberlik yapıyor. Mevlâna Türbesi gibi meşhur yerleri dolaştırıyor. Sonra Meram’daki Tavus Baba’ya geliyorlar. Hanımefendi “Ben burayı bir yerden hatırlıyorum. Burada bir de kadın olacak.” diyor ve yanındaki hücreye giriyor. Bir müddet sonra ağlayarak çıkıyor. “Ne oldu?” diye soruyorlar. “Ben yirmi beş sene önce gördüğüm rüyanın gerçekleştiğini hissediyorum. Beni burada mübarek bir hanım kucağına alıp şu su arkının üstünden geçirdi. Hücrede onu hissettim. Şimdi de ruhaniyeti buradaydı, yanımda idi. Işığı beni sardı. Tahmin ediyorum ki, o Hz. Meryem’di.” diyor! Bu geziden sonra kendisini tamamen İslâmiyet’i araştırmaya veriyor ve yirmi beş senelik yürüyüşün sonuna ulaştığına inanıp tercihini yapıyor. Şimdi torununa İslâmî; güzellikleri onun anlayacağı dille anlatmaya çalışıyor.
Bu mübarek Anadolu’nun maddî;, fizikî; güzellikleri kadar ve daha fazlası mânevî; zenginlikleri ve hazineleri de var ve dopdolu… Müsait ruhlar, çok uzaklarda bile olsalar ruhen, bunları hissedip bu cazibeye kapılıp geliyorlar. Bizler hiç olmazsa bir vesile olabilsek bile, çok mühim bir işte istihdam olunmuş olacağız…
Son olarak şunu da ifade edeyim: 2004 yılında Türkiye’ye gelen bir ziyaretçi grup içinde bu hanımefendiyi de görmüştüm. Onlar eğitim hizmetleriyle ilgili sorular soruyor, biz de cevap veriyorduk. Onun oturaklı hâli hepsi arasında açıkça fark ediliyordu… Kemal Bey ve dayısı Mustafa Bey’le, bu yakında Konya-Isparta arası seyahatimiz sırasında bol bol görüşme imkânımız olduğu için, anlattığım bu teferruatı öylece onlardan öğrenmiş oldum…