Bir önceki yazımda İzmir İmam-Hatip’e ilk gelişimde Devlet Hastanesi’nde karşılaştıklarımı ve Hocaefendi’nin İzmir’e ilk geldiğinde karşılaştığı bir hücumu ve ibretli neticesini anlatmıştım. Bugün yine bu konuya devam etmek istiyorum
M.Fethullah Gülen Hocaefendi, imam-hatiplerin önemine inandığı için, oradan öğrencilerin ayrılmaması için, moral güçlerini yükseltmek düşüncesiyle vaazlarının ve verdiği fıkıh, hadis ve tefsir derslerinin haricinde cumartesi ve pazar günleri bazen üçer saat süren, “Tehzib-i Ahlak” sohbetleri yapardı. Tamamen Asr-ı Saadet’ten ve İslam tarihinden, bilhassa bizim tarihimizden, gerçekten şuur derinliği uyandıran misaller verirdi. Bunların bizim üzerimizdeki tesirini anlatmak için geriye gidelim.
Devletimizin İzmir Konak Hastanesi’nde kefen hırsızı muameleleri görüp, kendimizi işe yaramaz adamlar zannettiğimiz o kompleks yapan baskılardan bir müddet sonra Kestane Pazarı Camii’nin avlusunda yaşı bizden büyük olan üst sınıflardan Uşaklı Ramazan Uluyol isimli bir öğrenci “Arkadaşlar! Bir gün biz bu cami avlusundan uzaya gidecek aletler yapacağız.” demişti. Ne kadar ferahlamıştık… Bunun hiç mantığı var mı? Cami avlusundan uzaya nasıl roket gönderirsin? Ama bu, bizim içimizi serinletiyordu. Çünkü bize yapılan hakaretler ve aşağılamalar içimize işlemişti.
Bu arada “Bu ülke tehlikede… Bir memleketin meclisinde yüzde on komünist olursa, orası eninde sonunda komünizme teslim olur. Bizim Meclis’imizi komünistler doldurmuş. Biz de mezun olalım, köy-köy dolaşıp bu tehlikeye karşı halkı uyandıralım, bir parti kurup ülkemizi idare edelim.” diyenler de vardı. Bütün bunlardan dolayı, arkadaşların bazıları okulu bitirince, lise fark derslerini verip başka fakültelere gitmeleri için bir sebep teşkil edebiliyordu. Onun için M.Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bu sohbetleri bizleri imam hatibe bağlıyordu. Çünkü İslami ilimleri çok iyi okursak dünyanın her yerinde Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye yapacaktık. Bu öyle bir Hizmet idi ki, Cenab-ı Hak onu peygamberlerine ve Habib-i Ekremi Muhammed Aleyhisselam’a layık görmüştü. İmana ve Kur’an’a yapılacak bu hizmetin konumu hiçbir meslekle tartılamazdı. Bakanlık, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı bu hizmetkârlığın yanında asla büyük bir konum sayılmazdı.
Bu telkinler bize okulumuzun ve hizmetimizin değerini öğretti, gözümüzü siyasetten kendi işimize ve iç dünyamıza çevirdi. Diğer fakültelerde ve lisede okuyanlar da bizim insanımız olduğu için de hizmetin alanı imam-hatip ve ilahiyatın dışına taşırıldı. Siyasi payeler asla bu alana da hedef gösterilmedi.
Zaten “Yirminci” ve “Yirmi Birinci” Lem’a’lardaki İhlas bahislerini okuyunca insan kendi-kendine “Ah!.. Zavallı, sen ülkeyi kurtarmaya çalışacağını zannediyorsun, acaba kendini kurtarabilecek misin? Eğer yaptıklarında Allah’ın rızası ve ihlas yoksa ne işe yarar!..” diyor, iman ve ihlas ile insanlar donatılmadan siyasetin ve yukarıdan hükmetmenin bir işe yaramayacağını anlıyor.
Ta 1966’larda imam-hatiplerin ruhlarında bu temelleri attığı gibi, 28 Şubat’tan sonra imam-hatip ve ilahiyatların başına gelen felaket karşısında bu mübarek müesseselerin öğrenci bulamamasından dolayı kendi kendilerine kapanma tehlikesini atlatmak için, M.Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ne kadar çırpındığının da şahitleri bizleriz.
Birilerinin yanlış düşüncelerine karşı şahit olduğum ve bildiğim bu gerçekleri anlatma lüzumu hissettim.
Arkadaşlarıma da bir zamanlar var güçleri ile kendisine ve hizmete saldıranlar karşısında talebelerinin morallerini yükseltmek için Üstad Hazretleri’nin şu sözlerini nakletmek isterim: “Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’an’ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat arızalarla inşaallah perişan etmez. Yine o nuru ışıklandırır ve vazifesini devam ettirir…” (26. Mektup)
Daha sonra Üstad Hazretleri kırmızı kalemle bu ifadelerin altına, “Kılıcını ayağına vurdurtmaz/ Düşmanına vurdurur/ Kur’an’a hadim eder/ Âlem-i İslam’ı güldürür” sözlerini ilave etmiştir.