Bir önceki yazımda “Avrupa Türk İş Dünyası Konfederasyonu’nun (UNITEE)” Başkanı Adem Kumcu Bey’in Avrupa ülkelerindeki girişimci insanlarımızla ilgili bazı görüşlerine yer vermiştim. Bugün de devam ediyorum. Adem Bey diyor ki:
“Anadolu’nun en ücra köşelerinden köyünün sınırları ötesine dahi çıkmamış bu insanlar, helâl rızk uğruna, “muhanete muhtaç olmama” mülahazasıyla yolunu bilmediği, dilini bilmediği, dinini, örf ve âdetlerini bilmedikleri Avrupa ülkelerine elli yıl evvel gelmiş, bu toprakları yeni vatan kabul etmiş, karşılaştıkları bütün sorunlara, bütün olumsuzluklara ve bütün engellere rağmen, ümitle, çabayla ve gayretle bir istikbal kurma mücadelesi vermişlerdir. Kendine yakışır bir tavırla ‘Vur kazmayı Ferhat. Çoğu gitti, azı kaldı’ deyip azimle yoluna devam etmesini bilen Anadolu insanı, bütün bunları yaparken temsil ettiği milletin onurunu zedelememiş, yememiş, içmemiş lakin milletinin izzetini de ayaklar altına aldırmamıştır.”
“Anadolu insanı Avrupa için kesinlikle bir tehdit olmadığı gibi çok ciddi bir ümit kaynağıdır. Son dönemlerde kendi istikbalinden de fedakarlık yapan insanımız, yaşatmak için yaşamaktan vazgeçercesine bütün bir insanlığın kurtuluşu için çaba sarf etmekte, yüzlerce müessesenin kuruluşu uğruna çileyle kazandığı helal rızkını, maddi ve manevi birikimini, çekinmeden, yiğitçe bir edayla infak ediyor. Bunun yegane sebebi onun bileğindeki güçte, yüreğindeki cesarette veya beynindeki dehada değil, onun aşk ve muhabbetle yetmiş iki milleti bir gören yüce gönlünde de aranmalıdır. Neticede aşk’tır, Ferhat’a dağları deldiren.” diye muhterem Kumcu sözlerini bitiriyor…
Bu görüşmeden sonra bu girişimciler topluluğunun “çalıştay”larına da katılma imkânım oldu. Gayret ve çalışmaları karşısında tâ İzmir’deki yetmişli yıllara gittim… O zamanlar, öğretmenler olarak “Ne yapabiliriz? Gençlerimizi nasıl yetiştirebiliriz?” diye düşünürdük… Türkiye Öğretmenler Vakfı çatısı altında eğitim için, gösterilen hedefler üzerine beyin fırtınaları gerçekleştirilirdi… Dersler matematik, fizik, kimya gibi… tek tek zümre öğretmenleri tarafından ele alınır, herkes birikimini cömertçe ve fedakârca başkalarına aktarırdı…
Daha sonra İzmir’den ayrılıp gittiğimizde bu eğitim fedakârlığını gidilen yerde de aynı şekilde icra etmek için uğraşırdık. Meselâ Konya’ya geldiğimde üniversite hazırlık dershanesi açmak için uğraşıyordum. Bazıları da, “Büyük Koyuncu Vakfı’nın imkânları dershaneye sarf edilirse uygun olmaz; çünkü karşısında çok başarılı dershaneler ve isim yapmış öğretmenler var.” diyorlardı. İlk bakışta dedikleri doğruydu ama onların bütün birikim ve tecrübelerini arkadan gelenlere cömertçe aktaran adanmış ruhlu eğitim gönüllüleri yoktu. Bunun ne demek olduğunu da zaten bilmiyorlardı. Bunun mânâsını biraz, kısa zamanda biz öğretmenler tarafından çıkarılan ülke birincilikleriyle anlamaya başladılar.
Seneler önceki heyecanı ben bu “çalıştay”da şimdi görüyordum. Yeni başlayan işadamlarımıza, başarılı olmaları için neler anlatmalıyız diye telaş ve heyecan içinde çırpınanları görünce “Görünen köy kılavuz istemez; artık varacakları hedef ve ufukları belli inşallah” demekten kendimi alamadım. Bana söz verilince de sadece geçmişteki yapılanları özetleyip, onlara, isabetli yollarında devam etmeleri gerektiğini ifade etmeye çalıştım.
Onların hoş bir özellikleri de işlerini takip… Bu çok mühim… Çünkü gelişmeleri ölçümlerle takip ediyorlar. Böylece kendi performanslarını da görüp yeni yapacakları işlere karar veriyorlar…