Üstad Hazretleri, Cumhuriyet’in başında bazı ulemâ-i sû’a karşı, yani menfaat karşılığı bildiklerini gizleyen ve doğruları söylemeyen âlimlere karşı “İctihad Risalesi”ni yazmıştır. İctihad Kapısı açık olmasına rağmen günümüzde o kapıdan girmeye engel teşkil eden Altı Sebep saymıştır.Üçüncü Mâni’de şöyle demektedir:
“Nasıl ki, çarşıda mevsimlere göre, birer meta (ticaret malı) rağbet görüyor, vakit vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de, âlem sergisinde, insanların ictimai ve medenî; çarşılarında, her asırda birer ticarî; mal ve metâ rağbet görüp revaç buluyor. Çarşısında teşhir ediliyor, rağbetler ona celboluyor, bakışlar ona yöneliyor, fikirler onun câzibesine kapılıyor. Mesela, şu zamanda siyaset metâı, ve dünya hayatını temin etmek ve felsefenin revaç bulması gibi. Geçmiş büyüklerimizin çağlarında ve çarşılarında ise, en çok rağbet gösterilen metâ, gökleri ve yerleri yaratan Cenab-ı Hakk’ın rızası, hoşnutluğu ve bizden arzuları nedir diye Kelâmı Kur’an’dan çıkarıp anlamak Kur’an ve Peygamberlik nuru ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki ebedî; saadeti kazandırmak vesilelerini elde etmek idi… İşte o zamanlarda Zihinler, kalbler, ruhlar, bütün kuvvetleri ile, yerler ve gökler Rabb’inin rızasını, arzusunu ve hoşnutluğunu anlama yönelmiş olduklarından, ictimaî; hayatta insanların sohbetleri, konuşmaları, olaylar ve olayların yorumları ona bakıyordu, öyle değerlendiriliyordu. (…) Ama şu zamanda, Avrupa medeniyetinin tahakkümü ile, felsefenin musallat olmasıyla ve hayat şartlarının ağırlaşmasıyla fikirler dağılmış, himmetler, inayetler parçalanmış, zihinler mâneviyata karşı yabanileşmiştir. Akıllar siyasete dalmış, kalbler dünya hayatında sersemleşmiştir. (…)
“Şu zamanın nazarı, evvela ve bizzat dünya saadetine bakıyor ve verdikleri hükümler dünyaya yöneliyor. Halbuki şeriatın evvelâ ve bizzat âhiret saadetine bakar. İkinci derecede, âhirete vesile olmak dolayısıyla, dünyanın saadetine bakar. Demek şu zamanın bakışı, şeriatın ruhundan yabancıdır. Öyle ise şeriat namına ictihad edemez. (…) ‘Zaruretler, mahzurları mübah kılar yani zaruretler, haramı helal derecesine getirir’ ama bu kaide küllî; değildir. Zaruret, eğer haram yoluyla olmamışsa, haramı helal etmeye sebebiyet verir. Yoksa iradesini kötüye kullanarak gayr-i meşru sebeplerle zaruret olmuş ise haramı helâl edemez, ruhsatlı hükümlere vesile olmaz, özür teşkil edemez. Meselâ bir adam iradesini kötüye kullanarak haram bir tarzda kendini sarhoş etse; yaptığı işler şeriata göre aleyhine cereyan eder; mazur sayılmaz. Hanımı boşasa, boş olur. Yine sarhoşken bir cinayet işlese, ceza görür. Halbuki cinnet hâli gibi, iradesini kötüye kullanmadan olsa, boş olmaz, ceza görmez. Onun için içki mübtelası, ‘zarurettir, bana helâldir’ diyemez.
“İşte şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanların mübtelâ oldukları ve beliyye-i âmme suretine giren çok şeyler var ki, bunlar aslında iradeyi kötüye kullanmaktan, gayr-i meşru meyillerden ve haram muamelelerden meydana geldikleri için; ruhsatlı hükümlere sebep teşkil edip haramı helal etmeye vesile olamazlar. Halbuki şu zamanın ictihadçılarının (fetvaları) o geçersiz zaruretleri şer’î; hükümlere vesile yaptıklarından dolayı, ictihadları (fetvâları) dünyevidir, hevesidir, felsefî;dir, semâvî; olamaz. Şer’î; değildir. Halbuki semâvat ve arzın Yaradan’ın İlâhi Hükümlerinde tasarruf etmek ve O’nun kullarının ibadetlerine müdahale etmek, O Yaradan’ın manevi izni olmazsa, o müdahale reddedilir… Kabul değildir…”
Şimdi bu açıdan günümüz olaylarına bir bakalım!..