1453’te İstanbul’un fethi papalığı kızdırdı. Artık Endülüs üzerine yoğunlaştılar. Kışkırtmalar ve organizeler Birleşik Katolik Krallığı’nın kurulmasını sağladı. İzabella ile Fernando’nun evlenmesi bu gayretlerin neticesiydi…
1492’de Beni Ahmer Devleti yıkıldı. Karşılarına çıkan ordu karşısında mücadeleyi değil teslimi kabul edip Müslümanları onların insafına bıraktılar. Artık Müslüman halk ya zorla Hıristiyanlığı kabul edeceklerdi ya da diri diri mezara veya ateşe gireceklerdi. Veya kaçıp saklanacak ve gizli gizli Müslümanlıklarını yaşayacaklardı. Bujara (Buhara) Vâdisi’nde gizli evler vardı. Asırlarca kendilerini ve Müslümanlıklarını gizlediler. Daha yakın bir tarihte Bujara bölgesinde ziyaretçi bir grup Türk dolaşıyordu. Elindeki sopaya dayana dayana gelen yaşlı bir adamla karşılaştılar. Adam, “Siz nerelisiniz?” diye sordu. “Biz Türkiye’den geldik.” deyince “Sizin bize büyük bir borcunuz var. Alacaklıyız sizden… Asırlarca Osmanlı gelecek bizi kurtaracak diye bekledik!.” dedi…
Aslında sadece bekleyenler onlar değildi. Bütün mağdur ve mazlumlar da başka dinden olmalarına rağmen hep beraber bekliyordu…
Yine yakın bir tarihte bir grup insanımız İspanya’da bir camiye gitmişlerdi. Cuma namazından sonra imam efendi, “Bir kardeşimiz şehadet getirecek. Şâhit olmak isteyenler biraz beklesinler.” dedi. Bizimkiler ilk defa böyle bir şeye şâhitlik yapacakları için merakla beklemeye başladılar. İspanyol bir kadın şehadet kelimesini söyledi. Merasimden sonra hanımefendiye böyle bir kararı nasıl verdiğini sordular. Dedi ki: “Babam bir gün tarlada çalışıp yemek yemek için yanımıza geldi. Elleri toprak olmuştu. Dikkat ettim, kollarına kadar yıkıyordu. ‘Baba!.. Sadece ellerini yıkayabilirdin, niçin bütün kollarını yıkadın?’ diye sordum. Dedi ki: ‘Bizim dedelerimiz Müslüman idi. Onlar zaman zaman öyle yaparlardı.’ Bunun üzerine İslamiyet’i incelemeye başladım. Aklıma yattı, kalbime hoş geldi… İslamiyet’i tercih ettim. Babam, aslında abdesti anlatıyordu.”
İnsanlar zamanla köklerini hatırlamaya başlayabiliyorlar…ABD’de New York Long Island’da pek çok insanımızın benzinliği ve araba tamir yeri var. Bunlardan birisine bir gün tamir için bir araba geliyor. Fakat sahibi olan hanımın yanında parası yok. “Para bulup geleyim.” diyor. “Gerek yok. Sonra gelip verirsin.” diyorlar. “Kimliğimi bırakayım.” diyor. “Gerekmez.” diyorlar. Birkaç gün sonra parayı getiriyor. Bu yaşlı hanımın bizimkilerin kendi aralarındaki samimiyeti çok dikkatini çekiyor. Ara sıra yanlarına uğrayıp sohbet ediyor. “Ben diyor, bir mabedin gönüllü olarak muhasebesini tutuyorum. Ama başıma bir iş gelse kimse bana yardım etmez; ama siz öyle değilsiniz. Bu Müslümanlıktan mı ileri geliyor?” “Evet” diyorlar. Bunun üzerine “Ben yirmi yaşlarımda iken, bir doktora gittim. Ben aslında İspanyol kökenliyim. Doktor bana ‘Sizin aslınız Müslüman… Ben de İspanyol’um, benim de aslım Müslüman… Çünkü biz Müslüman asıllıların vücut yapıları farklı… Sende de o farkı fark ettim, onun için söylüyorum.’ demişti.” diyor… O yaştan sonra içinde büyük bir İslam sevgisi uyanıyor…