“Hayat bir hareket ve faaliyetten ibarettir, bineği de şevktir.” diyor, Üstad Hazretleri… Meyve vermeyen ağaç ölü sayılır. Harekette bereket ve lezzet vardır. Çalışmayan değil, çalışan demir ışıldar
Bizim işimiz durmadan yürümek. Zaten “Dur!” komutu terhis demektir. Durursanız bu hayattan terhis edilmiş olursunuz. Âyet-i kerimede “Sana ölüm gelip çatıncaya kadar da Rabb’ine ibadet et.” (Hicr Sûresi, 15/99) buyruluyor.
Öğretmen arkadaşlardan birisi, büyüğümüze emeklilik hakkını kazandığını söyleyince, “Öğretmenin emeklisi olmaz, rahmetlisi olur.” demişti…
Üstad Hazretleri, insanın şevkini kıracak sebeplerden birisi de “meylü’r-rahattır” diyor. Yani rahat yaşama arzusu, hayat tutkusu… Meylü’r-rahat için kullandığı tâbir “cellâd-ı sehhâr”. Yani sihirbaz cellâd… Yani çürütür de insanlar hâlâ kendilerinin sapasağlam olduklarını zannederler; öldürür de hâlâ hayatta olduklarını iddia ederler; halbuki çoktan bitip gitmişlerdir…
Ehlullah diyor ki: “Tenperver olanlar, canperver olamaz; canperver olanlar da tenperver olarak kalamaz.”
Durmak, devrilmenin bir öncesidir.
Canperver adanmışlık, faaliyet ve hareketlilik zafere götürür… Kaliteye dönüşme, adanmışlıkla da ilgilidir. Onlar, kendi varlıklarını gayelerine adarlar. İnsan kendini adayınca, hiç hesapta olmayan şeyler harekete geçer… “Kim bir şeyi talep eder ve o istikamette ciddi bir gayret gösterirse onu elde eder.”
İki kurbağa misalini hatırlayalım:
Bunlar süt dolu bir küpün içine düşmüş. Birisi ümitsiz, süt içinde büzülmüş, boğulmuş kalmış. İkincisi ise pes etmemiş, hep hareket hâlinde çırpınıp durmuş. Böyle devam edince de bir müddet sonra süt kaymak olmuş, o da atlayıp kurtulmuş… Evet cesaretin bittiği yerde esaret başlar…
Hem bu hususta meşhur bir judocunun da gerçek hikâyesi vardır:
Bu judocunun sol kolu yok. Beş sene hocası hep aynı hareket üzerine çalıştırmış. Sonra judoda onu hiç kimse yenememiş. Çünkü beş sene içinde ona öyle bir hareket öğretmiş ki, ondan kurtulmak için karşı tarafın, sadece onun sol kolunu tutup etkisiz hâle getirmesi gerekiyormuş. Bunun da sol kolu olmayınca, ondan korunmak ve kurtulmak mümkün olmuyormuş… Böylece şampiyon olmuş.
Evet yaşatma idealini güden adanmışlar, bir kolu olmayanlardan bile şampiyon çıkarmasını bileceklerdir…
Türk kolejinde okuyup öğretmen olduktan sonra yine o okullara hoca olan bir adanmış ruh diyor ki: “Biz bir kümes hayvanı gibiydik. Kümesten başka bir şey bilmiyorduk. Bizim yumurtalarımızı da başkaları alıyordu. Sonra da bizi kesip yiyorlardı. Siz bizim gözümüzü açtınız. Dünyadan haberdar ettiniz. Evet biz kendimizi, alınır-satılır bir şey zannediyorduk. Bize insanlığımızı öğrettiniz.”
Bu öğretmenliğin devam etmesi için. Önce Lâhikaların, bilhassa Kastamonu Lâhikası’ndaki sadakat, ihlâs, uhuvvet, ittifak, tesanüt ve müfritâne irtibat konularının mütalaa ve müzakeresine devam etmek.
İcmâ, İslamiyet’in dört delilinden birisi olduğundan; istişareye, meşverete çok önem vermek; iki aklın bir akıldan, üç aklın iki akıldan üstün olduğu şuurunda olmak;
Kâbe vitesli, Medine direksiyonlu olmak; dikkatli olmak;
Cemaatin duasından, bereketinden ve yümnünden istifade etmek;
Bir buz parçası nevindeki enaniyetimizi, Kevser-i Kur’ani’den süzülen havuza atıp eritmek gerekir…
İnşallah öyle oluruz…