Kur’an-ı Kerim, başını nizam ve intizamdan, kanunlardan ve konulan ölçülerden çıkaran, hak-hukuk çiğneyenlere fâsıklar” diyor
Bakara Sûresi’nde de “Allah’ın fâsıklardan başka dalâlete attığı yoktur. Fâsıklar da o kimselerdir ki, Allah’a itaatten çıkarak misak-ı ezelî;de verdikleri ahidlerini bozarlar ve Allah’ın akrabalar arasında veya müminler arasında emrettiği hatt-ı muvâsalayı (gelip gitme hattını) keserler. Yeryüzünde işleri ifsat ve bozgunculuktur. Dünya ve âhirette zarar ve hüsrana maruz kalan / kalacak olan, ancak onlardır.” (2/26-27) buyuruluyor.
İşârâtü’l-İ’caz tefsirinde şöyle deniliyor: “Fâsıkların dalâlete atılmalarının sebebi fısklarının cezasıdır. Fısk sebebiyle fâsıklar hakkında nur, nâra (ateşe), ziyâ zulmete inkılâp eder. Evet güneşin ziyası ile pis maddeler çürüyüp kokuşarak berbat olur. (…) Evet, fısk, haktan ayrılmak, haddini aşıp tecavüz etmek, ebedî; hayattan çıkıp terk etmektir. Fıskın menşei, aklî;, gazabî; ve şehevî; kuvve denilen üç kuvvet ve duygunun ifrat ve tefritinden doğar. (…) İfrat ve tefrit, içtimâî; hayata karşı isyan ateşini yakan iki âmildir. Evet bu âmiller, içtimaî; hayatı nizam ve intizam altına alan râbıtaları, bağları, kanunları keser atar. Evet şehvet ve gazap, haddini aşarsa, ırz ve namuslar pâyimal olur, masumlar mahvolur. (…) Aynı şekilde ifrat-tefrit, dünya nizamının bozulmasını netice verip fesat ve ihtilâle sebebiyet veren iki ihtilalcidirler. (…) Evet fasık olan kimsenin aklî; ve fikrî; melekeleri itidâli kaybedip safsatalar düşerse, itikadî; meselelere ait râbıtaları kesmekle, ebedî; hayatını yırtar atar. Aynı şekilde, gazap gücü orta hâli tecavüz edip azgın-taşkın hale gelirse, içtimaî; hayatın hem yüzünü, hem astarını yırtar, altüst eder. Kezâ, şehevî; gücü haddi aşarsa, nefsin kötü arzularına tâbî; olur, kalbinden insanî; şefkat zâil olup gider; kendisi berbat olacağı gibi, başkalarını da berbat eder. Bu itibarla, fâsıklar hem insanlık nevinin zararına hem arzın fesadına çalışmış olur. (…) Evet onlar, fıskla kabuklarından çıktılar, hem Allah’a olan ahidlerini, sözlerini bozdular, hem sıla-i rahmi kestiler, hem arzda Allah’ın nizam ve intizamını ifsat ettiler. Zarar ve hüsrana düşenler, onlardır. Dünyada kalb, ruh ve vicdan azabıyla, âhirette de Allah’ın gazabı ile ebedî; bir azap içinde kalan onlar olacaktır. (…) Fıskla bozulan bir adam, bataklığına düşüp çıkamayan bir şahıs gibi, çokların da o bataklığa düşmelerini istiyor ki, maruz kaldığı o dehşetli hâl bir parça hafif olsun. Çünkü musibet umumî; olursa, hafif olur. Aynı şekilde, bir şahsın kalbinde bir ihtilali, bir fenalık hissi uyanırsa, yüksek hissiyatı, kemâlâtı sukut edip alçalmaya başlar; kalbinde tahribata, fenalığa bir meyil, bir zevk peyda olur. Yavaş yavaş o meyil kalbinde büyür; sonra o şahıs, bütün lezzetini, zevkini tahribatta, fenalıkta bulur… İşte o vakit, o şahıs, tam mânasıyla arzda yırtıcı bir hayvan ihtilâli çıkarıp büyüten bir belâ, fesadı durmayıp karıştıran bir âfet kesilir. (…) Mademki, arzda nizam var; muvazene ve denge de olmalıdır. Hatta nizam, muvazene ve âhenge tâbidir. Onun içini bir makinenin dişleri arasına küçük bir şey düşerse, makine etkilenir belki faaliyeti de durur. Veya faraza iki dağ bir terazi ile tartılırken, terazi dengede olduğu vakit bir gözüne bir ceviz ilave edilirse, dengesi bozulur. Dünyanın da mânevi nizam makinesi böyledir. İnatçı, kaypak bir fâsıkın fıskı, arzın mânevî; dengesinin bozulmasına vesile olabilir.”
En büyük özellikleri yalancılık ve iftiracılık olan münafıkların dünyanın âhenk ve dengesini bozabileceklerini âyetler ifade ettikleri gibi yaşadığımız olaylar da gösteriyor…