Partinin vicdanı namıyla bilinen, “özgül ağırlığı” olduğunu zanneden ağır top Bülent Arınç, bozuk saatin günde iki defa doğruyu göstermesi gibi bazen doğruyu gösteriyor ve şöyle diyor: “Bizim dindar insanımızın bir gün tamamen tersine döndüğünü göreceğiz.
Çünkü onlar dini, böyle hamasi konuşmaların yanında cebine giren ve cebinden çıkan paraya bakar.
Eğer onda bir eksilme görürse, din, iman, vatan ve millet bunlar bir kenarda durur, onlara saygısızlık etmez ama değer yargıları tamamen değişir.”
İşte bu değer yargıları tamamen değişenlerden biri de -önceleri Yeni Şafak’ta, şimdilerde Sabah’ta yazan- Salih Tuna’dır. Bu şahıs 2012 yılında kaleme aldığı bir yazıda şunları söylemiş: “Cemaat’ten, Camia’dan veya Hizmet’ten değilim ama Hocaefendi ağladığında kendimi tutamaz ağlarım… Kuvvetle muhtemel onlara gelen küfürler ve tehditlere ben de maruz kalıyorum… Sayın Başbakanın malum daveti üzerine ulusalcı zevat yine maval okumaya başladı:
“Senin Hocaefendi’n gelemez tabii; ona CIA karar verir…”
Ulan cibilliyetsizler!
Hem vatanından kopartıp Amerika’da yaşamaya duçar ediyorsunuz, hem de “dönmesine CIA karar verir” diyorsunuz!”
Evet, o zaman canhıraş Hocaefendi’yi ve Hizmeti savunan, “dönmesine CIA karar verir” diyenlere “cibilliyetsizler!” diyecek kadar ileri giden bu şahıs, bakınız şimdi ne diyor: “Kalplerinde hastalık olanlar… falan grup veya cemaat FETÖ’den daha tehlikeli diyor. Nispetlerine bakılırsa, FETÖ’yü hâlâ bir “cemaat” falan sanıyorlar. Artık şunu tartışamayız: FETÖ bir CIA organizasyonudur. Hep söyledim; Orgeneralinden mülâaneci şakirdine kadar hiçbir FETÖ mensubu ABD’den izinsiz değil darbe teşebbüsünde bulunmak, maklube bile yemez.”
Bunların “dönme dolap” gibi döneklik göstermeleri inanılır gibi değil.
Onun yazdığı şu satırları okuyunca sizde inanamayacaksınız: “Hocaefendi geçenlerde hastaneye kaldırıldı. Kelimenin tam anlamıyla yüreklerimiz ağzımıza geldi. Bir çoğumuz Salat-ı Tefriciye duaları okuduk. Hocaefendi (çok şükür) taburcu edildikten sonra “geçmiş olsun” dileğinde bulunanlara iki sayfalık teşekkür ilanı yayımladı.”
Bu şahıs teşekkür listesiyle ilgili malumat verdikten sonra şöyle devam ediyor: “Bütün bir ömrünü, kendi ifadeleriyle, “nam-ı celil-i Muhammedî dört bir yanda şehbal açsın” diye harcayan Hocaefendi’ye “geçmiş olsun” demek hem insani olarak çok güzel bir davranış, hem de bu ülkenin değerlerine sahip çıktığını göstermesi bakımından çok güzel bir gelişme.”
Evet, “Hocaefendi hastalandığında “Salat-ı Tefriciye duaları okuduk” diyen bu “fırıldak” gibi anında nasılda dönüyor ve “FETÖ bir CIA organizasyonudur” diyenler kervanına katılıyor.
Yaşar Nuri Öztürk’ün; “Başbakanın Cemaati Haşhaşi çete ilan ederek nasıl üstlerine gittiğini görüyoruz.
Allah ödülünü herhalde verecektir. Çünkü ondan başka hiç kimse bu temizliği yapamazdı…” cümlesini yazısına alan bu şahıs yazısına şöyle devam ediyor: “Öztürk, (başbakanın) bu aziz vatanın tüm kalelerini zapt eden Gladyo’yu, yani FETÖ’yü “inlerine girip” devletten söküp atmaya başladığına şahit olmuş ve hakkını böyle teslim etmişti.
Gladyo’nun vatanın tüm kalelerini kılcal damarlarına kadar zapt etmesi zannedildiği gibi çok yakın tarihlerde gerçekleşmedi. Genelkurmay İstihbarat Dairesi eski başkanı İsmail Hakkı Pekin, Pensilvanya sakini Fethullah Gülen‘in 1959’da Özel Harp Dairesi için görevlendirildiğini açıklamıştı. Fetullah’ı CIA‘yla Enver Altaylı tanıştırdı.”
“Cevabü’l-ahmaki es-sükût” kaidesince, böylelere karşı cevab aslında sükûttur.
Fakat bazen ağızdaki baklayı çıkarıp Bediüzzaman gibi şöyle demek icab ediyor: “Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Menfaat üzerine dönen siyaset canavarının sarhoşluğunu bırak ve arkana bak.”
Hocaefendi 1959’da Edirne Üç Şerefeli Camiye henüz ikinci imam olarak atanmıştı.
1966’da DİB Yardımcısı Yaşar Tunagür, kendisini İzmir’e tayin etmek isteyince Hocaefendi: “Hocam ben İzmir gibi dev bir şehre gidemem, boğar beni orası” diyor. Şimdi gel de “ahmak” deme. (Gerçi dostlarımızdan bazıları bu ifadeleri ağır bulabilir.) Çünkü 1959 yıllarında Hocaefendi, ‘CIA‘yla tanışmak’ şöyle dursun, İzmir’e tayin olmaktan bile endişe duymaktadır.
Zannediyorum verilen örnekler kifayet-i müzakeredir.
İşte bu insanlar, Necip Fazıl’ın deyimiyle ‘Zıp orada, zıp burada!’ yüzen-gezen, ne olduğu belli olmayan, rengini belli etmeyen veya duruma göre bukalemun gibi renk değiştiren tipler.
Bunlar Âkif’in, “Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi; Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz, bütün sermâyesi!..” resmettiği kişiler olup işlerini kızarmayan bir yüz pişkinliği içinde hallediyorlar.
Cehalet ve zalimliklerini hayasızlıkla örten bu kişiler, küçük şeylerin peşinde koştukları için de değer üretemiyor, herkesi kendi seviyelerine indirerek mağlup etmeye çalışıyorlar.
Ne diyelim? “Kazara bir sapan taşı, bir altın kâseye değse.
Ne kıymeti artar taşın ne kıymetten düşer kâse.” (Sadi Şirazi)
Demek ki bunlar, Hocaefendi’nin hasta olduğu dönemde “yüreklerimiz ağzımıza geldi, bir çoğumuz Salat-ı Tefriciye duaları okuduk” derken bile doğru söylemiyorlardı.