Türkiye, geride bıraktığımız son bir iki hafta içerisinde acımasızca işlenen cinayetlere kurban giden insanlarımızın haberi ile sarsıldı. Çoğunluğu bayan olmak üzere hunharca katledilen insanlarımızın yürek burkan hikâyeleri ise herkesi derinden yaraladı. Bu üzücü haberlerden özellikle Özgecan Aslan cinayeti Avustralya medyasında da geniş yer bulurken, suçu işleyenlerin kimisinin şizofren, kimisinin akıl hastası, kimisinin eşinden ayrılmış intikam peşinde kişiler olması da büyük tartışmalara sebep oldu. Cinayetleri işleyenler ve işledikleri suçların tartışılması sonucunda, Türkiye’de idam cezasının yeniden gelmesi konuşuldu. Ancak uzmanlar, eğitimci ve yazarlar ise suçun işlenmesinden daha çok, suç işlemeye götüren neticeler ile insanları bu duruma getiren sonuçlar üzerine odaklanılması gerektiğini vurguladılar. Yani bataklığı kurutmanın çaresine bakarken, asıl bataklığın oluşmasına zemin hazırlayan nedenleri ortadan kaldırmanın daha elzem olduğuna vurgu yaptılar.
Farklı bir boyuttan, benzeri tartışmaların değişik bir versiyonu da bugünlerde Avustralya’da yapılıyor. Ülkeye sahte pasaportlarla girenler, hassasiyetle araştırılmadan verilen Avustralya vatandaşlığı ve hatta interpol tarafından aranan bazı kişilerin göçmen olarak gelerek, gözetimevinde kalmaları ve süregelen bu tür olaylar, ulusal güvenlik üzerindeki endişeleri farklı boyutlara taşıdı. Terör ve rehine olaylarının hiç yaşanmadığını söyleyebileceğimiz Avustralya’da, nerdeyse her gün feci olaylar patlak vermeye başladı. Artık gün geçmiyor ki, terör ile bağlantılı baskın ve benzeri olayları duymuş olmayalım. Bu nedenle, kamuoyunun bugünlerde en önemli gündem maddesini güvenlik konuları oluşturuyor.
Geçtiğimiz Aralık ayında ülke insanına kâbus gibi 16 saat yaşatan ve üç kişinin hayatını kaybettiği rehine krizi hala hafızalarda. Daha sonra da Sydney’de terör eylemi gerçekleştirmek üzere yakalanan Mohammad Kiad ve Omar al-Kutobi isimli gençler. Gerek İranlı şahıs, gerekse de tutuklanan gençlerden birinin ülkeye girişi ve kalıcı vize ile Avustralya’ya yerleşmesinin üstündeki sır perdesi hala aralanamadı. Bu ihmallerin bundan sonra ne gibi olaylara gebe olduğunu kestirmek zor.
Zaten bunu Başbakan kendisi de hafta başında Hükümetin göçmenlik ve vatandaşlık şartlarını ağırlaştırma kararı ile ilgili yaptığı basın toplantısında itiraf eder gibi yaptığı konuşmada şöyle sıraladı; “Uzun zamandır bize zarar verebilecek insanlar konusunda işimizi şansa bıraktığımızı gördüm. Sınırlarımızda işimizi şansa bıraktık, vatandaşlıkta işimizi şansa bıraktık, ikamet konusunda işimizi şansa bıraktık, sosyal ödemelerde işimizi şansa bıraktık. Mahkemeler, hapis cezası vermek yerine kefaletle serbest bırakmış.”
Rehine krizi ile gündeme gelen İran asıllı Man Haron Monis, cinsel taciz ve cinayete teşebbüs gibi çeşitli suçlardan kefaletle serbest bırakılmış. Sydney’de yakalanan terör zanlısı gençlerden Al-Kutobi 2009 yılında Avustralya’ya uçakla gelmiş ve ülkeye Irak asıllı başka birisinin pasaportu ile giriş yapmış. Kalıcı vize aldıktan sonra da 2013 yılında Avustralya vatandaşı olmuş. Yine bu akıl almaz olaylara bir örnek de bir kaç yıl öncesinden verebiliriz. Ailesiyle, Avustralya’ya sığınmacı olarak gelen, İnterpol tarafından kırmızı bültenle aranan Mısırlı bir terör zanlısı, Güney Avustralya’daki Adelaide Hills Gözetimevi’ne yerleştirilmiş. Ardından Avustralya Federal Polisi, söz konusu şahıs hakkında bilgilere ulaşana kadar beş ay gözetimevinde tutulmuştu. Sonra da, Sydney’deki daha yüksek güvenlikli Villawood gözetimevine gönderilmişti.
Türkiye’de acımasız cinayetleri gerçekleştirenler için en acil çözüm idam cezasının geri gelmesi tartışmaya açıldı, Avustralya’da ise terör suçuna karışanların vatandaşlığının iptali ve sosyal ödeneklerden mahrum bırakma gibi bir takım mevzuat değişikliklerine gidildi. Ancak yukarıda özetlediğimiz vakalar bize Türkiye’deki uzman görüşlerin ve sağlıklı düşünmenin önemini hatırlatıyor. Cinayeti işleyenler, eylemlerini farklı ülkelerde ve farklı amaç ve gayelerle yapmışlar. Sonuçda olayların gerçekleşmesine kadar ki geçen zaman ve zemin çok önemli. Temelinde de toplumun en küçük birimi olan ailede alınmaya başlanan sağlıklı bir eğitim veya takipsiz bir eğitimsizlik yatıyor. Görüldüğü gibi, güvenlik problemini sadece emniyet güçleri veya güçlü sosyal bir devlet anlayışıyla çözmek pek mümkün değil. Manevi boşluk, problemin tam merkezinde yatıyor. z.polat@yepyeni.zamanaustralia.com.au