Bediüzzaman Hazretleri, 1918’lerde yani yüz sene önce: “Tahrip etmek, tamir etmekten çok kolaydır
Onun için zayıflar, kendilerini göstermek için tahripçi olurlar.” diyor. Yirmi kişinin yirmi günde yaptığı bir binayı bir tahripçi bir günde yıkar. Mesela, Süleymaniye Camii’nin yapılması için, geniş bir arazi, mermerlerden camlara varıncaya kadar binlerce kıymetli malzeme, ona göre işçi ve usta, en mühimi de Mimar Sinan lâzımdır. Halbuki yıkmak için sadece eline bomba verilecek bir deli yeterlidir. Tahrip için ne Mimar Sinan ne de Kanunî; Sultan Süleyman gereklidir.
Üstad Hazretleri “Kuvvet, hakka hizmetkâr olmalı. Hikmet düsturları, hükümet kanunları, hukukî; prensipler ve kuvvetin kaideleri birbirine dayanıp, birbirinden destek almazlarsa, insanların hepsi üzerinde meyveli ve tesirli olmaz.” diyor. Yoksa sadece hikmetli düsturları telkin etmek bütün insanlık için yeterli olmaz…
Üstad Hazretleri bir vecizesinde, “Bazan zıd, zıddını içinde saklar. Siyaset dilinde, lâfız, mânanın zıddıdır. Adâlet külâhını, zulüm başına geçirmiş. Hamiyet elbisesini, hıyanet ucuz giymiş.” diyerek, yüz sene önceden sanki günümüzde yaşananları anlatmış. Evet, yalanın revaç bulduğu, ayak üstünde hiç yüzleri kızarmadan birkaç yalanı söyleyen siyasilerin arzı endam ettikleri böyle bir dönem görülmemiştir. Hıyânet, müptezel hale gelip o kadar ucuzlamış ki, hamiyet urbasını üzerine geçirmiş… Siz hamiyet deyince, aklınıza mukaddesatı ve milletin haklarını, namus ve haysiyeti korumak ve sorgulamak hususlarında gösterilen gayret ve ihtimam gelir ama bu itibarlı elbiseyi hıyanet ucuza sırtına almış… Öbür taraftan din, devlet, millet ve insanlık için gösterilen gayretlere de, isyan ve ihanet ismi verilmiş. Mânaların ve lâfızların bu kadar becâyiş olup yer değiştirdikleri bilmem ki, başka bir zaman gösterilebilir mi? Öyle ya siyasetçiler seçim meydanlarında pembe tablolar çiziyor, çok güzel vaatlerde bulunuyorlar, güç ellerine geçince sanki o sözleri kendileri vermemiş, hiç böyle vaatlerde bulunmamışlar gibi tam tersine işler yapmaya başlıyorlar; o utanmayan ve kızarmayan yüzler o sözlerini tam tersine yorumlayarak, tam tersine işler yapıyorlar… Gerçekten vatan, millet ve insanlık için yürekleri çarpanlar, adanmış ruhlar, fedakar ve cefâkarlar da vatan hâini muamelesine tâbî; tutulup, hapislere doldurulmaya çalışılıyor. Ülkenin öz evlatlarına yapılanlar karşısında insan, “Sadakte Üstad! Yüz sene önce ne güzel de tesbit etmiş ve haber vermişsin!” demekten kendini alamıyor. Ne büyük isabet, basiret ve ferâset!
Bir vecizesinde de Üstad Hazretleri “Menfaati esas tutan siyaset canavardır.” diyor. Evet, menfaat üzere çarkı kurulmuş olan günümüz siyaseti, parçalayıcı bir canavar! Aç olan canavara karşı sevgi gösterisinde bulunmak, onun merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner gelir tırnağının hem dişinin kirasını da ister…
Canavar hayvanların kâbiliyet, güç ve imkânları sınırlıdır. Onun için cinayet ve zararları da sınırlıdır. Ama insanların ki, sınırsız olduğu için zararları da ona göre çok büyük olur. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına baktığımızda, insanların bencillik, hırs, inad, gurur ve menfaat düşüncelerinin birleşmesiyle yaptıkları azgınlık ve taşkınlıklarının sınır tanımazlığını görüyoruz. Dehşete kapılıyoruz.
Günümüz olaylarını, bilhassa ülkemizdekileri göz önüne getirince Üstad Hazretleri’nin insan fıtratını çok iyi tanıdığını; Yirmi Üçüncü Söz’de’wki insan sarayı temsilinde, ünite ünite bütün detaylara inerek verdiği bilgilerle ne kadar isabetli görüşlere sahip olduğunu anlıyoruz. Bütün bunlardan sonra da bu tahribatların nasıl tamir olacağının derslerini de inşallah onun şaheserlerinden öğrenip, yolumuza devam edeceğiz.