Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Efendimiz ASM’in gençliği, çocukluğu ile ilgili bazı alanlarda soru sorulduğunda şöyle cevap verir: “Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş, yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semâlarda tayarana başlar. Âfak-ı âlemde şöhret kazandıktan sonra, yerde kalan yumurtasının kabuğu içerisinde o kuşun güzelliğini, kemâlâtını, terakkiyatını arayıp bulmak isteyen adamın ahmak olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin (A.S.M.) bidayet-i hayatına maddî, sathî, sûrî bir nazar ile bakan bir adam şahsiyet-i mâneviyesini idrâk edemez ve derece-i kıymetine vâsil olamaz. Ancak bidâyet-i hayatına ve levâzim-i beşeriyetine ve ahvâl-i zâhiriyesine ince bir kışır, nazik bir kabuk nazarıyla bakılmalıdır ki, o kışır içerisinden, iki âlemin güneşi ve tûba gibi şecere-i Muhammediye (A.S.M.) çıkmıştır. Ve feyz-i İlâhî ile sulanmış ve fazl- ı Rabbânî ile tekâmül etmiştir. Binaenaleyh Nebiyy-i Zîsan’ın (A.S.M.) mebde-i hayatına ait ahval-i suriyesinden zaîf bir şey işitildiği zaman üstünde durmamalı; derhal başını kaldırıp etraf-ı âleme neşrettiği nurlara bakmalı.”
Bu güzel metaforu her alanda, bir çok hadise için, farklı şekillerde kullanabiliriz. Bir hareket, bütün neticeleri, semereleri ile etraf-ı aleme saçılmış, yüzlerce ülkede milyonlarca kişinin hayatına dokunmuş, bir çok farklı alanda insanlığın takdirlerini kazanmışken, süreç içerisinde olmuş bazı problemlere, sıkıntılara odaklanıp, hareketin büyüklüğüne, semerelerine gölge düşürmeye çalışmak insafsızlıktır; gözün önüne getirilen bir kac ağacın mani olması ile ardındaki koca bir ormanı görememek, iz’ansızlıktır.
Üstad hazretlerinin enfes metaforlarından biri de şudur: “Bir saray var. Yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapının açılmasıyla, o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez!” 99 kapısı açık olan bir sarayın bir kapısı kapalı olsa, şeytan o kapıyı gösterip, “bak kapı kapalı, saraya giremessin” der.
O HİZMET Kİ…
Bunları niçin arz ettim? Maalesef bu günlerde, hizmet hareketi, Hocaefendi ve etrafındaki bir kısım zatlar etrafında ciddi bir yıpratma, şeytanlaştırma, itibarsızlaştırma kampanyası var. O hizmet ki 1966 yıllarından itibaren ilmek ilmek örülmüş, bugün dünyanın 170 kusur ülkesine ulaşmış, milyonlarca insanın hayatına dokunmuş, yüzbinlercesine iki cihan saadetini kazandırmış, hayatın her alanına nüfuz etmiş, en zor şartlarda, müstebit, zalim yönetimler altında birçok farklı stratejiler üreterek hayatiyetini devam ettirmiş ve sonuç olarak büyük oranda dünyada hüsn-ü kabul görmüş bir hareket!.. Hareketin lideri de, daha çocuk denecek yaşlardan itibaren, tek derdi insanlığın kurtuluşu olmuş, bu uğurda dünya ve ahiret meyvelerinden vazgeçmiş, başka hiç bir şeye bakmadan, bütün enerjisini, gücünü kuvvetini bu uğurda harcamış, maddî, manevî, vehbî, kesbî ilmi, ahlakî çok donanımlı bir zat: Fethullah Gülen. Kötü niyetli olmayan hemen herkesin, bugüne kadar kendisi hakinda binlerce medih dolu ifadeleri, takdirleri, tebrikleri olmuş, yaşantısı, idealleri, ilmi, ahlakı, tevazuu, ihlası, takvası, cehdi, gayreti ile yüzbinlerce talebe yetiştirmiş, dost ve düşmanlarının takdirlerini kazanmış bir insan.
54 yaşımda, bugüne kadar dünyada bir çok ülke gezmiş, büyük hareketler tanımış ve liderleriyle görüşmüş, halen de bir çok hareket, cemaat, tarikat, sosyal olguların bizzat içinde yaşayan birisi olarak şahsi kanaatim: Dünyada böyle bir hareket ve lider yoktur; sizler de etrafınıza bakıp değerlendirdiğinizde aynı sonuca varacağınıza eminim. Bu bağlamda yine bir sübjektif değerlendirme olarak, Hocaefendi ve hizmet hareketini Allahın bir lütfu olarak, belli dönemlerdeki ihsanlarından, bu asra hediye ettiği bir ikramı olarak görüyorum. Prensipleri, uygulamaları, ve bugüne kadarki semerelere de baktığımda Hocaefendi’nin Rabbimin razı olduğu Allah dostu bir lider, ve hareketin de Rabbin iltifatlarına mazhar bir hareket olduğunu düşünüyorum.
Bir hareketi değerlendirirken, o günün ve bulunan yerlerin şartlarını gözönüne alarak, ve emsalleriyle kıyaslayarak değerlendirmek icab eder. Aksi takdirde ölçüsüz bir değerlendirme ile anakronizme düşülerek yanlış sonuçlara varılabilir. Bu bağlamda baktığımızda hareket, zor şartlar, zalim ve müstebit idareler altında, daima tehditler ve korkular altında, yapabileceğinin en iyisini yapmış ve hiç biraraya gelmesi mümkün görünmeyen kitleleri biraraya getirerek hepsinin ortak takdirini, tebcilini kazanmıştır.
Bu noktaya gelmek tabii ki hiç kolay olmamıştır; Hocaefendi bir kişi bile zayi olmasın, daireyi terk etmesin diye gece gündüz çabalarken, bir taraftan da vizyonundaki hedefleri en yakınındaki insanlara bile izah edip onları ikna etmekte çok zorlandığı zamanlar yaşamıştır.
Cenab-ı Hakkın çok ikram, lütuf ve iltifatlarına mazhar olan bu camia, yine adet-i Sübhaninin en önemli temel taşlarından biri olan “imtihan”la karşı karşıya gelmiştir. Allah’ın Kuran’da onlarca defa ifade ettiği “mutlaka imtihan olacaksınız” beyanlarını ve bu şeriatın kanunu anlayamayan, hemen her peygamberin ve geçmiş ümmetlerin başına gelen büyük felaket, imtihan, fitne ve belaları doğru okuyamayanlar, başa gelen imtihanı illa ki camianın hatalarına bağlayarak ona büyük haksızlık etmişlerdir. Teşhis yanlış olunca tabii ki tedaviye mualece yolları da çok farklı olmuş, cemaatin çok büyükbir günahkar gibi, kazanımlarının bir çoğunu kaybetmesine neden olacak “çıkış yolları” önermişlerdir.
CAMİA, MODERN İLMİN KATKILARIYLA HER ZAMAN YENİLENECEK!
Her büyük hareket, camia gibi, milyonlara baliğ tabileri olan bu camianın içinde de mutlaka çürük yumurtalar bulunacak, hata yapanlar olacaktır. Cemaatler, şahıslar, peygamber sıfatı olan ismet sıfatıyla muttasıf değillerdir. Ciddi bir entelektüel birikime sahip bu hareket, her daim devam eden istişareleri, görüşmeleri, zümreleri, toplantıları ile, hataları, günahları, yanlışları, konuşur, tartışır ve daima daha iyiye gitme yönünde adımlar atar; bu 55 senedir hep böyle olmuş, imkanlar ölçüsünde camia, modern ilmin de katkıları ile her zaman yenilenerek, gelişerek büyümüş ve ilerlemiştir.
Sosyal hareketleri çok iyi rasad edip, analiz etmeyenler, tarihi hadiseleri, dünya dengelerini, güç odaklarını hesab edemeyenler, müktesebatları ve müşahedelerini baz alarak çözüm için yazdıkları bir kaç raporun hemen kabul edilip, hayata geçirilip, mükemmele ulaşılması hayalini ısrarla sürdürmüş, teklif edip, bir adım geri çekilmeyi düşünmeyerek, tekliflerinin hayata geçtiğini göremeyince de küsüp kenara çekilmeyi, hatta bir ölçüde, zarar verme pahasına karşı atağa geçmeyi görev bilmişlerdir…
Halbuki yıllarca bu camianın içinde olup, maddi manevi bu örfaneden istifade edenler, kendileri, aileleri akrabaları, hatta on yıllarca arzi ve semavi ziyafetlerden istifade edenlerin daha vefalı olması beklenmez miydi? Bugüne kadar gemiyi sapasağlam, tüm zor şartlarda, her halükarda (Allahın izni ve inayetiyle) sahil-i selamete ulaştıran kaptanı ilk büyük imtihanda terk edenler, onu üzüp yalnız bırakanlar, onun 70 senelik müktesebatıyla, istişarelerinin ve stratejilerinin geregi kararlarına itimad etmeyip, çeşitli atf-ı cürümlerle sorgulayanlar, aslında nasıl büyük bir yıkıma, bilerek yada bilmeyerek sebep olduklarını görmüyorlar mıydı?
MÜNFERİT HATALARI, CAMİANIN FELSEFESİ GİBİ LANSE EDENLER, ZALİMİN EKMEĞİNE YAĞ SÜRENLER
En azından yaptıkları ile, kimleri sevindirdiklerine, kimlerin ellerini oğuşturduklarına baksalardı, bunu rahatça görebililirlerdi.Bir de “bu yaptıklarımın ve sosyal medyada yazdıklarımın, camiaya zarar vereceğini biliyorum, ama bilerek yapıyorum, zira başka türlü birilerini uyandırmak mümkün değil” savunmasıyla sosyal medyada camiayı kıyasıya eleştirenler, münferit hataları sanki camianın felsefesi ve genel uygulamaları gibi lanse edenler, zalimlerin ekmeğine yağ sürüp, adaletten uzak savcı ve mahkemelerin ellerine koz verip, mağdur ve mazlumların mağduriyetlerini, zulümleri artırdıklarını anlamayacak kadar saf olamazlardı.
Aslında, sabırla, teenniyle, insafla baksalardı, camianın 50 senelik geçmişindeki en zor yıllarını yaşadığı şu dönemde bile ne kadar da çok güzel gelişmeler olduğunu görecek, Allahın lütfuyla, dünyanın her yerine cebri hicret edenlerin yavaş yavaş oralarda yeni çerağlar tutuşturup bu nurdan halenin dünyanın her tarafına yavaş da olsa ulaştığını, zulümden kurtulanların yeni dünyalarda yeni hayatlara hızlıca adapte olup, barış rüzgarını biraz daha ileriye taşıdıklarını göreceklerdi. Camianın da, bilhassa batı dünyasında daha hızlı büyümesi, hataların, kusurların daha çabuk izalesi ve kıyamete kadar modern dünyada varlığını sürdürebilmesi için, şeffafiyet ve hesap verilebilirlik gibi evrensel ilkeleri her alanda hayata geçirip, söylem ve eylemlerini geliştirip, daha geniş kitlelere hitab edebilmeye başladığını göreceklerdi.
Bu noktada durup, kasden kötülük yapmak istemeyen, iyi niyetli, gönlü hala camiayla birlikte atan bu arkadaşlara nefsimle beraber naçizane bir tavsiyem olacak: Şu üç günlük dünyada Rabbimizin bize lütfettiği bu büyük nimetin şükrünü eda sadedinde n’olur, bir gün bile, bir kaç saat bile, şu hizmetten ayrı kalmayalım, yapmamız gerekenleri yapma noktasında aheste revlik etmeyelim, mağdur ve mazlum milyonlar, dünyanın her yerinde bizlerin himmetlerini bekliyor. Biliyoruz, biz olmasak da Rabbim bu yüce vazifeyi başka ehil omuzlara taşıtır, yere düşürmez, ama olan bize olur; bunca nimetlerle donandıktan sonra, bu nimetlerin şükrünü eda etmezsek, Rabbimin itabına maruz kalacağımız endişesi taşırım hep içimde… Ne zaman biteceği meçhul şu imtihan dünyasında her daim “gel” hitabına hazır halde hizmet üzere olmalıyız. Prensipleri, yapılacak işleri, nasıl yapılacağı, önümüzdeki rehberler tarafından çok açık, net hale getirilmiş bu şehrahta “hel min mezid, daha neler yapabiliriz?” anlayışı içerisinde, nefsimizi, ailemizi, çevremizi motive etmeliyiz. Bilmeliyiz ki, ne yaparsak kendimiz için yapıyoruz, hizmetin bize ihtiyacı yok, Allah CC, davasını yere düşürmez…
AŞILADIĞIMIZ GÜVENSİZLİK SONUCU, BİR MAĞDURA ULAŞILMASI ENGELLENSE, ZALİMİN ELİNE KOZ VERİLSE…
Bu arada, tüm müktesebatımızı kullanarak, daha iyi nasıl yapılır, nerelerde hatalar var, kusurlar nasıl izale olur, bu konularda da çalışıp, yerli yerinde bu düşüncelerimizi de serd edelim, hayata geçmesi için gayret edelim, usulünce mücadele edelim. Ama kesinlikle daha iyi yapma niyetiyle attığımız adımlar neticesinde, bu harekete, liderine, öndeki fedakarlara güvenleri sarsıp, insanların vereceklerini vermelerini engellemeyelim, onları hareketten uzaklaştırmayalım, kenarda muvakkaten de olsa hizmetten uzak durmalarına sebep olmayalım; vebali büyük olur… Aşıladığımız güvensizlik neticesi, bir mağdura ulaşılması engellense, yapılacak bir hayırlı hizmet yapılamasa, zalimin eline koz verilse, böyle bir mesuliyetin ağır olacağını düşünüyorum.
Burada tabii ki, bilerek, İsteyerek, öteden beri, içinde bir sürü potansiyel kötülük taşıyıp, bu süreci fırsat bilip “bir tekme de benden” diyenleri, suret-i Hak’tan görünüp münafıkça camiaya, liderine zarar vermek isteyenleri farklı bir kategoride görüyorum. O kesimi “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim” buyuran Cenab-I Hakk’a havale ediyorum… Rabbim bizi kazanma kuşağında kaybedenlerden, yollarda takılıp kalanlardan eylemesin.