Günümüzde önceden yazılmış bir senaryo sahneye konuluyor…Gerçekte oynanan bu oyun, bütün detayları ile belli olmasına rağmen birileri, bilerek veya bilmeyerek ülkemizi yine her yönden geriye götürecek bir karışıklığın tezgâhı içine çekmektedirler. Bunda şüphemiz yok, elimizden de bir şey gelmiyor. Yalnız çoklarının unuttuğu bir nokta var; acaba Allah kendi iradesiyle belli bir seviyeye getirdiği kudsî; hizmetleri heba ettirir mi? Bu mevzuda bizim hikmet ve rahmet-i ilâhiyeden göregeldiğimiz tecelliler bu soruya, hayır diyor.
Her ne kadar rüyaya itimada cevaz olmasa da, kıyamete yakın “Mübeşşeratın” yani müjdeli rüyaların müminlerin hayatında bir yeri olacağına dair hadis-i şeriflerin verdiği işaretler de göz ardı edilemez. İşte gazetemizin faksına bir okuyucumuzdan 28 Aralık 1992’de gelen ve “Şerafettin Sezginsoy’un dikkatine” denilip tabiri istenen rüyada biz de mühim işaretler gördük… Muhterem okuyucumuz diyor ki: “Tam sabah ezanları okunurken gördüğüm bir rüyayı anlatıyorum. Bir şehir merkezindeyim, çayhane gibi bir yere geliyorum. Askerler oturuyor. Çayhanenin yan tarafında bir karışıklık, provokasyon gibi bir şeyler var. Herkes o tarafa doğru bakıyor. Polisler, sivil polisler üç araçtan indiler. Ben diyorum ki, ‘Bu olay yabancı servislerin provokasyonudur.’ Yanıma Tatar’a benzeyen uzun pardösülü biri yaklaşıyor. (Yabancı servise mensupmuş) Elime bir kibrit kutusu veriyor. Gayet soğukkanlı bir şekilde ‘Elindeki kibrit kutusuna dikkat et, bubi tuzaklıdır’ deyince kibrit kutusunu var gücümle ileriye doğru fırlatıyorum. Kibrit kutusu yere düştüğünde 50 m öteden bir patlama sesi duyuluyor. Patlamanın olduğu tarafa doğru gidiyoruz. Bakıyoruz tarihi eski bir kabristan ve yanında bir kuyu (Bombayı patlatmalarının sebebi, kabristanın ve kuyunun kapağını açmak içinmiş). Bu kabristan ve kuyunun bulunduğu yerde 14 ton altın bulunduğu için daha önce uğraşmalarına rağmen burayı açamamışlar, bu sebeple bomba patlatmışlar.”
“Bu altını almak için yabancı servisler ekip getirmiş, onlar açma işlemine başlıyorlar. Ben kendi kendime ‘Bu altını buradan zor alırlar. Eğer bu kadar çok altın burada var ise bu kesinlikle manevî; korumalıdır’ diyorum. Kazı devam ederken ben de bakıyorum. Kabirdeki ceset çürümüş olarak ortaya çıkıyor. Cesedin yanından büyük beyaz metaller çıkıyor, ben ‘Acaba altınlar beyazlar mı?’ diye onları inceliyorum. Yabancı servis mensupları ellerindeki araçlarla bu metalleri kontrol ediyorlar ‘Bunlar değil, cihazın sinyal verdiği tarafa doğru kazıya devam edelim’ diyorlar. Kazıya devam ediyorlar. Bu arada orada bulunanlara kazıdan çıkan ufak tefek eski eşyaları dağıtıyorlar. Ben duvarda asılı bulunan çok eski tarihlere ait bir cüzlük Kur’an-ı Kerim’i alıp cebime koyuyorum. Kazı devam ederken cihazdaki sinyaller gittikçe yükselmeye başlıyor. Bu yükselen sesle beraber insanlar altının bulunduğundan mıdır yoksa bir şoktan mıdır nedir herkes olduğu yerde kaldı. Yükselen sesle beraber çok müthiş bir enerji, yabancı servis ekipleri dahil insanların hepsini birer kor haline dönüştürdü. Ben enerjinin çıkmaya başladığı anda yere düştüm ve yerde sürünerek kazı yapılan yerin yanındaki duvarın arka tarafına sığınarak kurtuldum.”
Benim kanaatim, İslâmî; hizmetler çok kıymetli manevî; bir hazine gibidir, onu yok etmek ve çeşitli senaryolar ile kendi hesaplarına çevirmek isteyenler, o 14 asırlık birikime sahip çıkıp, yozlaştırmak emellerine muvaffak olamayacaklar ve hileleri tersine boyunlarına dolanıp perişan olacaklar. En doğrusunu Allah bilir.
Not: Yirmi üç sene sonra elime geçen ve o zaman yaptığım bu yorum ve değerlendirmeyi, belki bir manası vardır diye tekrar sizlere arz ediyorum…