( Bu yazı bir savunma değil, tespit yazısıdır… )
Ben de sizler gibi Sosyal Medya’da aktif bir katılımcıyım…
Birkaç haftadır “Kürtler ve Cemaât” konulu atışmalar, tartışmalar dikkatimi çekiyor…
Husûsen Turkey Tribunal Mahkemesi‘nde Kürtler ve Cemaât mensuplarının bir araya gelmesinden sonra Hasip Kaplan’ın “Cemaât özeleştiri vermeli” çıkışı ile konu yoğun olarak tartışılıyor.
Radikâl, marjinâl Kürtler, neredeyse başlarına gelen herşeyden ötürü Hizmet Hareketi’ni sorumlu tutuyorlar.
Cemaât’in sevenleri ise dertlerini anlatma ve bu husutaki masûmiyetlerini, kanıtlama derdinde…
Târihi arka plan ;
Hepimizin bildiği gibi İttihât ve Terakkî döneminden sonra Osmanlı Coğrafyası’nda milliyetçilik akımları hızla yükseldi…
Cumhuriyeti kuranlar İttihât ve Terakkî’nin takipçileri, Jön Türkler’in devâmı olan Osmanlı Elitleri’ydi.
Yeni devlet “Ulusçuluk” üzerine binâ edildi…
Dili, sosyo-kültürel yapısı Türk, Türklerin olan, Türkçü bir devlet kuruldu.
Güç, iktidar ve parayı elinde tutanlar “Aslî unsur biziz” diyerek yeni devleti kendilerince dizayn ettiler…
Türkçülük herkese sonuna kadar dayatıldı…
Öyleki kurulan rejimin Türk olmayan yada Türkçülük’e engel görülen bütün unsurları açık-seçik, gizli-kapaklı düşman ilân edildi.
Ülkede bulunan herkes zaman zaman değişen ırkçı, faşist, hattâ şovenist olan milliyetçilik çemberinden geçirildi…
Farkında olmasalar dahi Anadolu’da yerleşik bütün Halklar bu sakat fikirle mâlül, milliyetçilik neredeyse herkesin genlerine kadar işlemiş durumda.
Maalesef insanların zihin kodlarına zerkedilen bu “habis ur” ölümcül kültür ve kültürel mâlûmat, gidilen her yere, her yapıya taşınıyor…
Ülkemizde “Menfî Milliyet” fikrinin ürünü Tehcirler, Menemenler, Dersimler, Şeyh Saîd Hadisesi, 6-7 Eylül Olayları yaşandı…
Ve bütün bunlar yeni versiyonları ile devâm ediyor.
Çorum, Maraş, Sivas, Roboski, Hendek olayları, Cemaâte yapılan soykırım hız kesmeden sürüp gidiyor.
Acizâne ceberrut rejim karşısında sıkıntı çeken grupları beş başlık altında topluyorum ;
– Kürtler
– Aleviler
– Azınlıklar
– Şuûrlu, Aydın Müslüman Türkler
– Elit, solcu Türkler
İşte tüm bu insanlar son üçyüz yıldır Anadolu Coğrafyası’nda devamlı dövülüyorlar…
Rejim, bâzen hepsini berâber döverken, bâzen birinin eliyle diğerlerini dövüyor ve bir araya gelmelerine aslâ müsâde etmiyor.
Devletin sopası sırtından eksik olmayan bu gruplar ise oturup konuşmak yerine birbirlerine karşı hırlıyor, gürlüyorlar…
Rejim yine, yeniden aralarındaki farklılıkları körükleyerek, anlaşmazlıkları köpürterek, kendi bekâsını ikâme ediyor.
Evet Muktedirler ayrılıklardan, farklılıklardan, düşmanlıklardan besleniyor…
Derinler kendileri için en önemli sorun olan “Bekâ” mes’elesini Anadolu Halkları’nın saadetlerini, geleceğini gasp ederek çözüyor.
Kürtler ;
Kökeni Sümerler’e kadar uzanan Kürtler Ortadoğu’nun yerleşik halkıdır…
Bizler hep Anadolu üzerinden konuşuyoruz halbuki Kürtler Türkiye, İran, Irak, Suriye, azda olsa Azerbaycan ve Ermenistan’da yaklaşık otuzbeş milyon nüfusa sahipler.
Hâlâ tam mânâsıyla “bizim toprağımız” diyebilecekleri bir alana, bir ülkeye sahip değiller.
Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bir nevi özerk yönetimle “Kürdistan” olarak adlandırılan bölgelerinde rahatça hayatlarını idâme ettirdiler.
Kendi dil ve kültürleri olan, Selahaddin Eyyûbi gibi bir kahramanı İslâm tarihine kazandırmış dindar bir ırk.
Nedense Osmanlı’dan sonra yapılan anlaşma ve paylaşımlarda hep atlanmış, nazar-ı itibâre alınmamış mazlum bir toplum…
Evet, bana göre Ortadoğu’nun mazlum ve masum halkı.
Kürt sorunu mu ? Muktedirler sorunu mu ?
Bizler yine Anadolu’ya dönelim…
Özellikle son yüzyıl Kürtler’in katmerli çile ve ızdırap yılları olur…
Cumhuriyet Tarihi’nde onlarca defâ devletin karşısına alınmış ve devlet tarafından hırpalanmışlardır…
Rejim, yoktan yere uydurulan bir “Şeyh Sait İsyânı” ve sonrasında Dersim ile binlerce insanın hayâtını zehir eder, ve bu bir başlangıçtır…
Kürt dili, kıyafetleri, folkloru ve Kürtçe isimlerin kullanımı yasaklanır, Kürt yerleşim bölgeleri 1946’ya kadar sıkıyönetim altında kalır. “Kürtler”, “Kürdistan” veya “Kürtçe” kelimeleri Türk hükûmeti tarafından resmen yasaklanır.
Maâlesef Türkiye, rejimin hem kendi eliyle büyüttüğü hem de reddettiği bir Kürt Sorunu’na sahiptir, sorun olan taraf halk değil, devlettir.
Üstelik sadece Kürtler değil Zazalar, Süryâniler, Ezîdiler ve benzerleri de bu durumdan muzdariptir.
Neticede kimilerine göre bir tepki hareketi, kimilerine göre güdümlü bir kadro hareketi olan PKK ortaya çıkar.
1978 yılında, Lice’nin Fis köyünde Abdullah Öcalan ve arkadaşları tarafından kurulan PKK, önceleri Marksist-Leninist şimdilerde ise “Demokratik Konfederalizm” söylemi ile hareket eden silahlı mücâdeleyi benimsemiş bir örgüttür…
Artık Kürtler üzerine kurulmuş olan devlet baskısı PKK’nın saldırıları neticesinde artmakta, baskı arttıkça PKK daha çok eyleme girişmektedir, bu da daha fazla baskı getirmektedir, bir kısır döngü sürer gider…
Süreç boyunca her iki taraftan resmi rakamlara göre 40 binin üzerinde insan hayatını kaybeder.
1980 askeri darbesinin ardından Kürtçe resmi ve özel hayatta resmen yasaklanır. Kürtçe konuşan, yayın yapan veyâ şarkı söyleyen birçok kişi tutuklanır ve hapsedilir.
Türk güvenlik güçleri tarafından birçok köy yakılır yada tahrip edilir. 1990’lar boyunca ve 2000’lerin başında, Kürt siyasi partileri yasaklanır…
Aslına bakılırsa ülkede kendi ideolojisinden olmayan herkesi yok etmeye azimli bir “muktedirler sorunu” vardır…
Bölgenin sıkıntıları ;
Cumhuriyet bölgenin eğitim, sağlık hizmetlerine bakmadığı gibi sosyo-kültürel ve ekonomik ihtiyaçlarını da gözardı etmiştir, Kürtler üvey evlat muamelesine tabi tutulmuş ne diline, ne töresine saygı gösterilmemiştir, halk fakir ve ihtiyaç sâhibidir…
Hizmet Hareketi ;
“Hizmet” temelleri Bedîüzzamân Saîd Nûrsî’ye dayanan, dîni referans alan, Anadolu çıkışlı bir harekettir…
Bedîüzzamân Saîd Nûrsî aslen Kürt’tür.
Üstâd 1921’re kadar “Kürdî” sıfatını kullanmış, 21’den sonra ise Nûrsî sıfatını tercih etmiştir, yine kendisi de bir Kürt olan Abdülkadir Badıllı’ya göre daha sonra tashih ettiği eski eserlerindeki “Kürdî” ifâdesinin üzerini bizzat kendisi çizerek Nûrsî’ye çevirmiştir…
Nurculuk bütün Anadolu Halkları’nı çepeçevre kuşatan çok geniş çaplı bir yapıdır…
Hocaefendi ve talebeleri ise Nûr Dâiresi’nin en büyük yüzdesini oluşturur…
Türkiye ortalamasına uygun olarak Hizmet Hareketi’nin de neredeyse dörtte biri Kürtler’den oluşmaktadır.
Hizmet “Kürdistan” bölgesinde ;
İzmir’de doğan Hizmet Hareketi önce İstanbul ve sonrasında Türkiye’nin diğer illerinde kendini göstermeye başlar…
Seksenli yıllar, hususen doksanlı yıllardan itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Cemaât’in ağırlığı gözle görülür halde artmaya başlamıştır…
Önce Erzurum Azîziye, Van Serhât, Diyarbakır Dicle ve Nil Kolejleri, ardından bölgenin diğer illerine açılan kolejler, üniversite hazırlık dershâneleri ve eşzamanlı öğrenci hizmetleriyle her iki bölgede eğitim seferberliği yürütülmektedir…
Doğunun makus tâlihi değişmektedir, Hizmet gönüllüleri her il, her ilçe, her beldede eğitime gayret ederler.
Lise, üniversite giriş sınavlarında Kürt gençleri derece yaparak en iyi okulların en iyi bölümlerine yerleşmektediler…
Müesseselerde doğu ile batı arasında köprü kurulur.
İller arası gidip-gelmeler, işadamı derneklerinin fuarları, kardeş âile sistemi ve benzerleri ile hararetli bir çalışma sürmektedir…
Okullar, yurtlar ve dershanelerden sonra Antep’te Zirve Üniversitesi, Adana’da Kanuni Üniversitesi, Diyarbakır’da Selâhattin Eyyûbî Üniversitesi açılır.
Tüm bölgede kurulan “Okuma Salonları” ise yüzlercedir ve Kürt çocuklarına ışık taşımaktadır.
Değişen gelişen dünyevî şartlar ve Hizmet Gönüllüleri’nin fedâkarlıkları neticesinde Kürtler artık iyi mevkilere, iyi şartlarla yerleşmekte hem Kürt Coğrafyası’na, hem Anadolu Halkları’na umut olmaktadır.
Kürtler, kanaât önderleri, analar-babalar gidişattan memnundur, evlatları hem okumakta, hem de din ve kültürlerini korumaktadır.
PKK ve radikal-marjinal Kürtler ise durumdan rahatsızdır…
Kürtler, AKP, Cemaât ;
İkibinli yıllar Türkiye’nin AKP’li yıllarıdır…
AKP’nin yirmi yıllık iktidarını nazar-ı itibâre alırsak, ilk on yılında Cemaât Türkiye’deki bütün resmi, yarı resmi ve sivil yapılar gibi AKP’nin başarılı çalışmalarını, Avrupa Birliği üyelik takip sürecini, İnsan Hakları karnesinde ileri atılan adımları, yapılan yapısal reformlar ve benzerlerini destekler…
Bu arada dahi Kürt sivillere karşı gerçekleştirilen sistematik infaz, işkence, zorla yerinden edilme, köylerinin yok edilmesi, Kürt gazeteciler, aktivist ve siyasetçilerinin keyfi tutuklanması, öldürülmesi ve ortadan kaybolması gırla gitmektedir.
AKP, bütün bunlar olurken perde arkasında “oy kaygısıyla” Kürtler’le bir Barış Süreci yürütmektedir…
Erdoğan iktidarının ikinci yarısı ise herkes için hüzündür…
2009’da Oslo’da başlatılan Kürt Sorunu’na yönelik Barış “Çözüm” Süreci, 2014’te hızlandırılır, 2015’te ise Ceylanpınar’da iki polisin infâzı ardından ani bir kararla ortadan kaldırılır, masayı kuran da, yıkan da Erdoğan’dır...
Mes’ele her zamanki gibi seçim kazanma isteği yahut kaybetme korkusudur…
17/25 Aralık 2013 Yolsuzluk Operasyonları’ndan sonra Erdoğan Cemaât’i hızla şeytanlaştırır ve bir şekilde yolsuzluk dosyalarından kurtulur.
Nihâyet ne idügü belirsiz, komplo, tiyatro, 15 Temmuz 2016 darbe gecesi sonrasında Hizmet Hareketi’nin bütün Anadolu’dan sökülüp atılması için “Cadı Avı” başlar.
Plan sâdece Erdoğan’ın değil güç ve iktidarı elinde tutmak isteyen derûn yapılarındır…
Evet, ikinci on yıl Kürtler, Cemaât ve Türkiye için bir kâbusa döner…
Artık Türkiye bütün göstergelerde eksi puana doğru kaymakta, demokrasi, adâlet, basın özgürlüğü, İnsan Hakları gibi medenî dünyânın pozitif kazanımlarından hızla uzaklaşmaktadır.
Sevgili okuyucularımız bu konuya devam edeceğiz. Bir sonraki yazımda aşağıdaki başlıkların cevabını yazmaya çalışacağım.
- Kürtler Cemaâti ne ile suçluyor ?
- Hocaefendi hakkındaki iddâlar
- Hocaefendi’nin Kürtler ve bölge hakkındaki düşünceleri
- Hizmet Gönüllüleri ve Kürtler
- Hizmet hakkındaki iki temel eleştiri
- Peki, ilgili söylem ve problemlerin kaynağı nedir ?
- Ne yapmalıyız ?
@mansurturgut