Kürtler Cemaâti ne ile suçluyor ?
İddiâlar ;
– Kürt gençleri ve çocuklarını Türkçülük adına asimile etmek
– Kürt dili ve kültürünün yayılmasını engellemek, karşısında olmak
– Kürdistan Bölgesi illerine hiçbir ekonomik yatırım yapmamak
– Cemaât devlet içerisinde yerleşmiş uzantılarıyla Kürt Bölgeleri’nde yapılan zulümlere seyirci kalmış, hattâ destekçi olmuştur.
– Askeriye, Emniyet ve Yargı’daki gücünü tamamen Kürtler üzerinde kullanmak
– Tüm istihbârat çalışmalarının odağına Kürtleri almak.
– KCK operasyonlarıyla Kürtler üzerindeki baskının artmasına sebebiyet vermek.
– Oslo görüşmelerini deşifre etmek, çözüm sürecini engellemeye çalışmak ve süreci bitirmek.
– Cemaât eski gücünü elde etse aynı şekilde Kürtlere karşı hareket edecektir.
– Hasılı neredeyse 15 Temmuz sonrası olanlar dahi Cemaât’e yüklenmektedir.
Evet görüldüğü gibi iddiâlar ağır, liste uzayıp gidiyor…
Dikkatle bakıldığında Hizmet Hareketi’nin temelde iki şeyle suçlandığı görülmektedir ;
a ) Kürtleri asimile etmek
b ) Devletle el ele vererek Kürtlere zulmetmek
Bana sorarsanız bu iki şık tepkisel bir düşünceden doğmuş ve birbirini beslemektedir…
Asıl mes’ele maâlesef Cemaât’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya hızlı yerleşmesi, eğitim seferberliği ile yerli halkın gönlünde yer edinip, kavgadan beslenenleri engelleyerek, dağa çıkan yolları kesmesi, ülkenin doğusu ve batısı arasında bir diyalog köprüsü kurulmasına vesîle olmasıdır…
Bölge halkı değil fakat PKK ve Radikal Kürtler’in Hizmet Hareketi’ne tepki ve kızgınlığının sebebi budur.
Enteresandır ki “aynı sebepten ötürü” devlet içerisindeki mâlum derin yapılar da Cemaât’ten nefret etmektedir...
Hocaefendi hakkındaki iddâlar ;
Yukarıdaki iddiâları gündeme getirenler aynı zamanda Hocaefendi hakkında da bir “Kürt Düşmanı” olduğu şeklinde ithamda bulunuyorlar.
Buna delil olarak da yapmış olduğu iki konuşmayı gösteriyorlar.
28 Şubat dönemi ve sonraki yıllarda Cemaât’e zarar vermek için Türk İstihbarâtı’nın yapmış olduğu bir plandan haberdar olan Hocaefendi “MİT tarafından öğrenci evlerine uyuşturucu ve silah konulabileceğini” söyleyerek dikkat edilmesi gerektiği uyarısında bulunur…
( Yolumuz ve Üslubumuz 02/09/2013 târihli Bamteli )
İkinci sohbet ise daha meşhûr, hepimizin bildiği “Mülâane Sohbeti” ki, videodaki söz konusu iki taraf Hizmet Hareketi ve AKP’dir…
Benim gibi sizler de her iki sohbeti çok rahat hatırlayacaksınız…
Her iki sohbette Kürtler’le uzaktan yakından hiçbir alâkası olmamasına rağmen, kasten montajlanmış, Kürtler hakkında olduğu izlenimi verilerek, Kürt kamuoyuna yansıtılmış, dağıtılmış.
Bu iki sohbeti delil gösterenlere sohbetlerin yerini, zamanını, muhâtabını söyleyip, hatta videoyu gösterseniz dahi duymamazlıktan gelerek, bildiklerini okuyorlar…
Anlayacağınız gereksiz ve mesnetsiz bir şekilde iki montaj, düzmece iki video üzerinden haksız olarak Hocaefendi’yi suçluyorlar…
Bütün bunları üstüste koyan bir kısım Kürtler yukarıda saydığım maddelere de dayanarak Hizmet Hareketi’nin özeleştiri verip, özür dilemesini istiyor.
Hocaefendi’nin Kürtler ve bölge hakkındaki düşünceleri ;
Ne Üstad, ne Hocaefendi, ne de Cemaât’in Kürtlere menfi tarzda bakışı bahis mevzuu olamaz, her iki şahıs da ırkçılık yada şovenizm manasındaki “menfî milliyet” fikrini reddeder ve cemaâtleri onlara göre şekillenir.
Yâni hizmet hareketinin “ilkesel ve kitlesel” yapsında ırk yada rengin herhangi bir önemi yoktur.
Bununla berâber Üstâd zâten Kürt’tür, Hocaefendi ise hayatını kardeşlik ve diyaloğa adamıştır.
Barış Süreci’ne karşı olmak, hatta bitirmekle suçlanan Hocaefendi BBC Türkçe’de 27 Ocak 2014 tarihinde yayınlanan mülakatında şunları söyler ; Kürt sorununun çözümü için Abdullah Öcalan’la ya da “dağdakilerle” müzakereye karşı değilim.
Aynı raportajda Hocaefendi hükümetten daha evvel bir Barış Süreci’nin başlaması için gayret ettiklerini ifâde eder.
“Fakirle görüşen insanlara televizyonda Kürtçe dersi verilmesi, Kürtçe bir televizyon kanalının açılması, aynı zamanda Kürtçe’nin seçmeli bir ders olarak okullarda okutulması, üniversitelerde okutulmasını tavsiye ettim” demektedir…
Erbil’de Kürtçe yayınlanan Rudaw Gazetesi’nden Rebwar Kerim’e konuşan Hocaefendi “Türk ve Kürt olmak irâdemiz dışındayken bunları ayrım sebebi yapmak garâbet” der.
Temel hak ve özgürlüklerin pazarlık konusu yapılamayacağını vurgulayan Fethullah Gülen, anadilde eğitim hakkının adil olmanın gereği olduğunu ifade eder.
O’na göre “Anadil ana sütü gibi helâldir”
Hocaefendi yine bu röportajında rahatlıkla “Kürdistan” ismini kullanır…
Kısaca Hocaefendi Kürtlerin de devlet tarafından sahiplenmesi, eğitim, sağlık, sosyo-kültürel hak ve imkânlarının iyileştirilmesi, bölgenin ekonomik olarak kalkındırılması, Kürtçe’nin rahatça konuşulması ve sürüp giden savaşın durdurulmasını istemektedir…
Hizmet Gönüllüleri ve Kürtler ;
Biraz evvel yukarıda da belirttiğim gibi Cemaât’te “İlkesel ve kitlesel” olarak Kürtlere karşı bir reaksiyon mümkün değildir…
Böyle bir şeyi ne Nurlar’da, ne Hocaefendi’nin eserleri Pırlantalar’da, ne sohbetlerinde, ne de Cemaât’in diğer yazarlarının eserlerinde bulabilirsiniz…
Hâl böyle olunca Cemaât’in temel kaynaklarında olmayan bir düşüncenin Hizmet İlkeleri’nde olduğunu söyleyemezsiniz.
Temel değerleri ve ilkelerinde olmayan bir düşünce tarzının da “kitlesel” olarak Hizmet Gönülleri’nde bulunduğunu söylemek mümkün değildir.
Aksine Hizmet Hareketi ilkesel ve kitlesel olarak Kürtlerle, bölgeyle alakalı yapılması gerekeni yapmaya çalışmıştır…
Tabiki Cemaât de Hocaefendi gibi Kürtlerin devlet tarafından sahiplenmesi, eğitim, sağlık, sosyo-kültürel hak ve imkânlarının iyileştirilmesi, bölgenin ekonomik olarak kalkındırılması, Kürtçe’nin rahatça konuşulması ve sürüp giden savaşın durdurulmasını istemektedir…
Cemaât elbette Kürtler’in kanûni, nizâmi ve meşrû olan siyâsî haklarını, siyâsî partilerle kullanma çalışmalarını desteklemektedir.
Kürt dilinin kullanımı gazete, radyo, televizyon, okul ve benzeri yerlerde anadil hürriyeti ile yerel kültürün geliştirilip, büyütülmesini desteklemektedir…
Unutmamak gerekir ki ilk Kürtçe televizyon dahi Hizmet’e bağlı Dünya TV’dir. Neredeyse TRT Kürdî’nin kuruluş safhasındaki bütün kadro Hizmet Gönüllüleri’nden oluşmaktadır.
Öyleki bölgedeki Türk-Kürt hassasiyeti dahi dikkate alınarak, ilk yıllarda mecbûren Türk kökenli eğitimciler istihdam edilirken sonraki yıllarda ağırlık tamamen Kürt kökenli eğitimcilere verilmiş, derdi bilenlerle derman aranmıştır…
Yeterli olmuş mudur ? Tabîki bu tartışılabilir.
Ben şimdilerde yetersiz kaldığımızı, uygun vasat ve dönemde çok daha fazla çalışmamız gerektiğini, çalışamadığımızı düşünüyorum.
( Mesela kendimce Kürt Sorunu’nun çözümü için niçin bir Abant Toplantısı yapmadığımızı sorguluyorum.)
Hizmet hakkındaki iki temel eleştiriye dönecek olursak;
– Hizmet Hareketi’nin Kürtler’i “asimile” gibi bir isteği olmamıştır çünkü Hizmet için Türk, Kürt, Alman, İngiliz, Afgan yada Rus’un hiçbir farkı yoktur, bütün düşüncesi din referansıyla tüm insanlığa saâdet ve hizmet teminidir.
– Devletle el ele verdiler eleştirisine gelince ; Cemaât hiçbir zaman devlet erkini yada gücünü “birinci el” olarak kullanamadı, evet Hizmet’e gönül vermiş asker, polis, savcı ve bürokratlar muhakkak olmuştur fakat bunlar hiçbir zaman “karar alıcılar” noktasına yükselememiştir, uygulayıcılar safında kalmıştır…
15 Temmuz Tiyatrosu’nun esas sebebi Hizmet Gönüllüleri’nin devletteki “karar alıcılar” safına kalite ve sayı olarak hazır hale gelmesidir.
Bu durumda Kürtlere karşı yapılan olumsuz fiillerde Hizmet Gönüllüleri yani şahıslar (eğer varsa) tüm devlet vazîfelileri gibi lokomotif değil vagondur.
Yapılan zulümde elbette uygulayıcılar da şahıs olarak karar verenler kadar sorumludur, bütün suçlular yanlışının hesabını vermelidir.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, konjektörel olarak Hizmet İnsanları’nın bizzat isimlerini vermek mümkün değil, fakat bölgede devlet kademelerinde hareketin gönüllüleri arttıkça uygulamalarda, tavırlarda yerli halka karşı çok ciddi bir yumuşama, bunun dönüşü olarak da devlet organlarına yavaş yavaş olsa da bir güven tâzelenmesi kaydedilmiştir…
Burada karşımıza şöyle bir soru çıkıyor “Peki, ilgili söylem ve problemlerin kaynağı nedir ?”
a ) Girişte de anlatmaya çalıştığım gibi maâlesef bütün Anadolu Halkları, Türkiye’de yaşayan herkes dayatılan kültür netîcesinde “milliyetçilik” hastalığı ile mâlüldür.
Üzülerek ifâde etmeliyim ki, bu hastalık Türk’e de Kürt’e de aynı oranda tesir etmiştir.
b ) İlkesel ve kitlesel olarak böyle bir reaksiyona sahip olmayan Hizmet Hareketi de fertlerden oluşmaktadır ve baskın devlet uygulamalarından bu zehiri alan fertler “kişisel” olarak hatâ etmiş yada suç işlemiş olabilir.
Suçun şahsiliği ilkesi hiçbir zaman dikkatten kaçırılmamalıdır.
Hatâ etmiş yada suç işlemiş olan şahısların yaptıklarının hesâbını kanun ile nizam karşısında vermesi, hak, hukuk ve adâletin gereğidir, ilgili şahıslar tespit edildiği takdirde Cemaât’in adâlet safında yer alacağı görülecektir.
Hareket ise, yine de kendi öz eleştirisini yapmalı, eksik gördüğü yerleri tamamlamalı fakat ilkesel ve kitlesel olarak tanımlamadığı, kabul etmediği bir durumdan ötürü özür dilemesi beklenilmemelidir.
Altını çizerek tekrar söylemeliyim Cemaât’in Kürtlere “karşı” bir ajandası, karşı politikası, menfi tarzda teşvik ve uygulaması yoktur.
c ) Bir diğer mes’ele Kürt Hareketi’nin kendi iç mücâdelesinin getirisidir.
Husûsen son yıllarda PKK-HDP, radikal-liberal, şâhin-güvercin şeklinde ayrışmış olan hareket, bir güç çatışmasına sahne olmaktadır.
Dolayısıyla özellikle Avrupa’da yakınlaşan ılımlı, liberal Kürtler ile Hizmet Hareketi’nin birlikteliğini kabul etmiyorlar.
( Berâ-i malûmat subjektif bir görüşümü sizlerle paylaşmak istiyorum ; Acizâne Selahattin Demirtaş’ın dahi esir alınmasını PKK ve AKP’nin ortak kararı olarak görüyorum… )
d ) Cebir, şiddet ve silahlı mücâdeleyi meşrû gören bir zihniyetin, cebir, şiddet ve silahlı mücâdeleyi gayr-i meşrû gören, kabul etmeyen bir topluluğa “terörist” demesi ise ayrı bir garâbet ve ayrı bir tartışma konusudur.
e ) Türk istihbaratı ve etki ajanlarının hem Cemaât’i, hem Kürtler’i yalnızlaştırma çalışmalarını ise önemine binâen kaydetmek gerekiyor.
f ) Bununla beraber derin yapılar, gladyo, Ergenekon suçlarını örtbas edecekleri bir günah keçisi arıyorlardı Cemaât’i seçtiler.
Bu babta Mehmet Ali Birand’ı anmadan geçemeyeceğim, merhum yazdığı bir yazısında “Dikkatli olun ! Devlet bütün kirli işlerini cemaâte fatura edecek” demiş, ama biz uyanamamıştık.
g ) Son olarak çatışmadan nemâlanan odakların hiçbiri sadece Kürtler ve Cemaât’in değil tüm Anadolu Halkları’nın hiçbir şekilde biraraya gelmesini istememektedir…
Ne yapmalıyız ?
Madem bizleri ayırıp, ayrıştırmaktan besleniyorlar o halde biraraya gelmeliyiz, problemlerimizi konuşarak çözebiliriz.
Uygulanan zulme karşı “demokratik bir vicdanlılar hareketi” oluşturabiliriz…
Sen şusun, ben buyum, sen şunu yaptın, ben bunu yaptım tartışmaları bizleri sâdece köreltecektir.
“Cemaat özür dilesin !” baskısı, HDP PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul etsin baskısı gibi güdümlü, yersiz ve lüzumsuzdur…
Önümüze bakmamız gerekiyor…
Radikalizm ve marjinalitenin sığlığında gezenler değil hoşgörüyle birbiri ile oturup, akl-ı selîmle konuşabilecek insanlar bir araya gelmeli, tüm Anadolu Halkları‘ndan ve renklerinden bir çalıştay oluşturulmalı, sorunlara çözüm bulma yoluna gidilmeli, alınan kararlar hayata geçirilmelidir…
( Bu arada ben Cemaat’in sözcüsü değilim, yazdığım her şey beni bağlar. )
@mansurturgut