Eskiden Sultanların soytarıları olurmuş. Yaptıkları şaklabanlıklarla onları güldürürlermiş. Hoplayıp zıplar, takla atar, dil çıkarıp sultanı eğlendirmeye çalışırlarmış. Onlar bu işi karakterleri olduğu için değil, işleri bu olduğu için yaparlarmış. Bazen komiklik yaparken, hiç kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri söyler, sonra da hiçbir şey yokmuş gibi işi soytarılığa vururlarmış.
Soytarıların dışında bir de sultanın methiyeciler de olurmuş. Bazıları şairlerden, bazıları vezirlerden, bazılarıysa âlimlerden vs. çıkarmış bunların. Bunlar, soytarıların aksine bu işi meslek olarak değil, karakterleri icabı yapar ve genelde de dalkavuk, çıkarcı, ikiyüzlü tiplerden oluşurmuş.
Bir de ar damarı çatlak, şahsiyetsiz dalkavuk methiyeciler varmış ki, bunlar sahipleri güçlüyken, onun atacağı bir kemiğe fit olur, sahipleri güçsüzleşince de kemikle yetinmez, ilk fırsatta baldırından koparabilecekleri etin rüyasını görmeye başlarlarmış.
İşte yandaş Hürriyet’te yazan Abdulkadir Selvi, bu son güruha dahil biridir. Hizmet Hareketinin ülkede rüzgarının güçlü estiği günlerde Zaman gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Ünal’ın peşinde dolanıp kendisine referans olmasını istiyordu. Hele Amerika’ya gitmek için Padişahın soytarıları gibi dokuz takla atıyordu. Bizde Abdülhamit Bilici’nin dediği gibi ‘saf’ olduğumuzdan bu soytarıyı Pensilvanya’ya götürdük ve Hocaefendi ile fotoğraf çektirdik. Hani şöyle bir söz var: “Âlemi nasıl bilirsin? Kendimiz gibi.” Saflığımızdan bu şahsiyetsiz dalkavuğu kendimiz gibi bildik ve âlâ sofralarda ağırladık. O günlerde Hizmet hareketinin gücüne muhtaç olan çıkarcı, ikiyüzlü bu soytarı güya Hizmet hareketini ve Hocaefendi’yi çok seven biriymiş gibi “Hocam Türkiye’ye dön artık” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bizde, “bravo, kalemine sağlık” diyerek alkışladık.
Şimdi bu soytarın o yazıda ne dediğine bir bakalım: (Hocam)“Memleket denilince gözlerinizin dolduğunu biliyorum. Ağlamaktan gözlerinizin şiştiği, “Her gün sırtımdan bir hançer yiyorum” diye hayıflandığınız şu günlerde, Peygamberimiz’in vefatından sonra Hazret-i Ebubekir’in gösterdiği dirayete benzer bir şekilde dönüp başımıza gelseniz hocam. Sizin orada olmanız bazı komplo teorilerine de yataklık ediyor. Ne olur hocam, gün bu gündür, Türkiye’ye dönün artık.”
Evet, bu ifadeler maalesef bir kemiğe (Hürriye’te yazar olmak için) fit olan bu soytarı tarafından yazıldı. Ancak daha sonra kendisine yazdığı bu satırlar hatırlatılınca şöyle dedi: “9 Aralık 2013 tarihli, ‘Hocam Türkiye’ye dön artı’ başlıklı yazım Sayın Erdoğan’ın 15 Haziran 2013 tarihinde yaptığı Türkiye’ye dön çağrısından sonra F.TÖ’yü ABD’nin kontrolünden çıkarmak için yazılmıştır. F.TÖ, Türkiye’de olsa bugün yeri cezaevi olurdu.”
Bu yazıda “ikiyüzlü, çıkarcı, fırsatçı, soytarı, bir kemiğe fit olan” dediğim için belki bazı dostlarımız “Biraz ağır kaçmamış mı?” diyecekler. Ancak bu soytarı yazdığı yazıya “O gün herkes yazıyordu ben de yazdım” demek yerine bir de karşısındaki muhatabını abdal yerine koyarak “F.TÖ’yü ABD’nin kontrolünden çıkarmak için yaz(dım)” diyor. İşin doğrusu üslup meselesi beni bağlamasaydı bunlar için söylenecek daha çok söz var. Fakat bu kadarı kâfi sanırım.
Bu şaklabanın bir kemiğe fit olduğu günden beri yaptığı soytarılıkların hangi birini yazalım ki? Hatırlayacaksınız NATO zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden’e 1914 olaylarının soykırım olarak gündeme gelip gelmediği Cumhurbaşkanı’na sorulunca, “Hamdolsun hiç gündeme gelmedi” demişti. Bunun üzerine oluşan tepkileri yumuşatmak için bu soytarı bir yazı kaleme aldı ve dedi ki: “Cumhurbaşkanlığı kaynakları Erdoğan’ın, görüşmenin Biden’ın 24 Nisan’daki açıklamasını unutturacak kadar olumlu bir atmosferde gerçekleştiğini anlatmak için, ‘Hamdolsun’ dediğini ifade ediyor.”
Hadi bir örnek daha vereyim ki bu soytarı için kullandığım kelimeleri hak edip etmediğini siz karar verin. Eski Başbakan Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım’ın maske yardımı için Venezuela’ya gittiği iddiası gümrük kayıtlarınca yalanlandı ve onun maske yardımı için değil, yeni uyuşturucu rotası belirlemek için Venezuela’ya gittiği iddia edildi. Bu mesele Soytarı kılıklı herifin yüreğine oturmuş olmalı ki, hemen “yok canı öyle değil” deyip şunları yazdı: “Erkam Yıldırım’ın yardım maksadıyla götürdüğü test kiti ve maskenin yolcunun yanında taşıyabileceği miktarda olduğu için gümrük kayıtlarında yer almadığı ifade edildi.”
Ancak onun yazdığı ifadeler sosyal medyada alay konusu olunca Sedat Peker dayanamadı ve twitter’dan şöyle yazdı: “Düşkün Abdülkadir duyduğuma göre sen doğduğun zaman annen ile baban seni eldiven ile seviyormuş. Evlat olsan sevilmezsin be düşkün Abdülkadir. Başbakan’ın oğlu bir poşet kit için dünyanın öteki ucuna, Venezuela’ya mı gider? Sen gerçekten DELİSİN.’’
Velhasıl, son olarak şununla bitireyim. Bu düşkün Abdülkadir Hocaefendi ile alakalı yazdığı o yazıda diyor ki: “Bir de işin vefa boyutu var. Müslümanın en mümeyyiz vasıflarından biri ahde vefa değil mi?” Ben de derim ki, ey soytarı kılıklı herif vefadan bahsedecek ve bu soruyu soracak en son insan bile değilsin sen. Çünkü sen insan değil bir kemiğe fit olmuş bilmem nesin…