Yusuf Pekmezci Ağabey’in vefatı, herkes gibi beni de savurdu, sarstı.
Vefat haberinin ardından, dünyanın pek çok yerinden, bilhassa Orta Asya’dan yağmur gibi aktı mesajlar.
Kazak dostlarım Kazak lehçesiyle dertlendi, “Yusuf Ağay”la ilgili tariflere sığmaz üzüntülerini paylaştılar.
Soyadı Bekmezci olsa da, ‘Pekmezci Ağabey’ olarak nakşoldu yüreğimize.
Özel hayatımda çok özel bir yere sahip o.
‘Kız isteme’ dâhil, düğün merasimlerimize önayak, İzmir’e damat olmamıza vesile olmuştu.
Hizmet hayatımızda da öyleydi.
Kalenderdi, yiğitti, mertti, cömertti.
Eli açık gönlü zengindi.
Pek çoğumuz, cömertliğinden ve infak etmedeki güzel vasıflarından dolayı onu her karşılaşmamızda Hz. Ebubekir’in cömertliğini hatıra getirirdik.
İşinde, hizmetinde, toplumda, dostlar mabeyindeki adil yaklaşımlarıyla Hz.Ömer Adaletini hatırlatırdı bizlere.
Evinde, iş yerinde sofrası Halil İbrahim sofrası gibi hep açıktı.
Ömrünü hayır işlerine ve insanlığa adayan, İzmir’in tanınmış simalarındandı.
O, altında gölgelediğimiz ulu bir çınardı.
Koca yüreğiyle, yüreklerimize ışıltılar yayardı.
Dostluğunu koca bir dağa dönüştürürdü ve yaslanırdı her dost o dağa.
Tam bir adanmıştı, adanmışlığın eksiksiz bir numunesiydi.
Bu duygularında sapma nedir bilmez, tavizi rüyasına misafir kılmazdı.
55 YILLIK KÂDİM DOSTU, YOL ARKADAŞININ HÜSNÜ ŞEHADETİ:
Her yaştan gönüllünün yâreniydi, yol arkadaşıydı.
Dile getirdiğim hususlarla ilgili tam ittifak vardı.
O tam bir yiğitti.
Hayırda, infakta zirveleri kovalayan bir iş erbabıydı.
55 yıllık yol arkadaşı, “Elli beş senelik dostum, kardeşim, yol arkadaşım” diye başlayarak arz etti taziyetnamesini.
Vefa, sadakat, samimiyet, ihlas kavramları; yerli yerinceydi hayatında.
Fedakârlığına imrenirdi kıyısına her ilişen, ona şahit olan.
“Yol arkadaşı” ihlâsına, hasbîlik ve fedakârlığına olan şahadetini dile getirdi, bu özelliklerine vurgu yaptı.
12 Mart ve 12 Eylül’de Hocaefendi’nin ve çevresi hedefe konulmuştu.
1970 ve 80’ler sancılı yıllardı. Günümüzde de hep bir dağ gibi, Hazreti Hamza’nın duruşunu sergiledi.
Yusuf Pekmezci cesareti, yiğitliği ve fedakarlığı ile o yıllarda da hep ‘kadim dostunun’ yanında oldu.
15 Temmuz Planlı oyunu nedeniyle tutuklandığı mahkemede olduğu gibi…
Hâsılı tükenmek bilmeyen enerjisi, hizmet yolundaki azim ve gayretlileriyle herkese örnek oldular.
Geçen Pazar, Manisa’nın hayırseveri Nusret Muğla’yı; bu Pazar ise Yusuf Pekmezci ağabeyi aramızdan alıp götürdü zulmün çarkları.
MUĞLA VE PEKMEZCİ, İKİ HAYIRSEVERİN KADER VE KEDERİ:
Varını yoğunu eğitim için harcayan, ömürlerini aydınlık bir nesle adadı her ikisi.
Bir hafta arayla, iki hayırsever, zulmün amansız dişlilerinin kurbanı oldular.
Geçen Pazar, Manisa’nın hayırseveri Nusret Muğla‘yı; bu Pazar ise Yusuf Pekmezci ağabeyi aramızdan alıp götürdü zulmün çarkları.
Bu iki kader mahkûmunun, kaderi de kederi de aynı oldu.
İkisi de pazar günü vefat etti.
İkisi de hastanenin mahkûm koğuşunda, yoğun bakım ünitesinde, başında eli silahlı jandarmalar beklerken ruhlarını Rahman’a teslim ettiler.
İki ayda hayatını bu şekilde kaybeden 11 masumun katili ve katil zanlıları da bugünkü muktedirlerdir.
Yusuf Bekmezci (sağbaşta) Hayatı Yavuz (sağdan ikinci) ve Hacı Kemal Erimez (sağdan üçüncü) Kazakistan’ın Almatı şehrinde açılan ilk kollejin (9 mektebin) Müdüresi Nurgize hanım, Fizmat- Okulunun Müdürü Adambek Bey ile.
BİR FOTOĞRAF KARESİNDEKİ HİCRET YOLUNDA ÜÇ YAREN:
Arşivimde bulunan, tam 30 yıl önce benim de muttali olduğum, şahitlik ettiğim bu anlamlı, tarihe not düşen fotoğraf karesine baktım, baktım.
Bir daha baktım…
Üç boyutlu resim gibi…
Hatıralar adeta hücum etti…
Gözlerim doldu…
Almatı’da açılan ilk eğitim yuvası, rahmetli Turgut Özal’ın müdavim olduğu, ziyaret ettiği okula ait bu tarihi fotoğraf kasesi, çok şeyi barındıryordu.
Kazakistan’da ilk açılan iki okulun müdürü Nurgize Apay (Abla) ve Adembek Ağay (bey) ağır misafirleri ağırlıyorlar.
Her iki okulun protokolü yeni yapılmış, bu üç kıymetli ağabey, kardeş ülkenin yarınları olacak evlatlarına, dünya standartlarında bir eğitim vermek için bir aradaydılar.
Bu iki okuldan biri olan ve Fen Lisesi düzeyindeki Fiz-Mat okulu; SSCB’nin payitahtı Moskova dahil, Sovyet coğrafyasındaki 7 okuldan biriydi ve Kazakistan’ın ilk sıradaki okuluydu.
Bu ulu çınarların samimiyeti, böyle önemli bir okulla vesilesi ile eğitim kervanının başlamasını Allah murad etti adeta.
Okul Müdüresi Nurgize Apay, mütevazı makam odasındaki bu kare, aslında tüm dünyaya yayılan eğitim kervanının tarihçesini barındırıyor.
Tarihi anıya şahitlik ediyor.
Tecelliye bak ki;
Masada yan yana oturan Ege’nin üç tanınmış siması.
Üç civanmert ve vefalı kader arkadaşı:
Hacı Kemal Erimez,
Hayati Yavuz,
Yusuf Pekmezci…
Ayrılışları resimdeki diziliş gibi oldu, sırasıyla aramızdan bir, bir uçup gittiler.
Bundan birkaç yıl önce hazırladığım belgeselde, “Orta Asya’nın çöllerine can katanlar: Herkesin HACI ATA’sı ve Pekmezci Ağabey!” diyerek; bu yiğitlerin, o yokluk döneminde, paha biçilmez hizmetlerini anlatmıştım.
1990’ların başında, ileri yaşına rağmen, eşi Hacı Anne’yi de yanına alarak, gözünü kırpmadan İzmir Kemeraltı Leblebici Han’daki koca züccaciye dükkanını ve işlerini geride bıraktı Pekmezci.
“Hicrete hicrette ben varım” diyerek, Hayati Yavuz’la ilk revan olanlardı.
ALMATI’DAKİ İLK MÜTEVAZİ EV IŞIK GÖRDÜ:
Almatı, Baykoner Kino Tiatır semtindeki binanın ilk katındaki mütevazı evde uzun süre aynı odayı paylaşma bahtiyarlığına ulaştım her iki aksakalla…
Adını dönemin SSCB Lideri Nikita Kruçev’den alan ve Sovyet Hükümeti’nin direktifleriyle inşa edilen betonarme apartmanın zemin katını kiralamıştı bu ufku geniş insanlar.
Esasında, ülkedeki ilk ışık evi olma özelliği de taşıyan bu mütevazı ev; ilk yıllarda hicret eden ve Almatı üzerinden, havanın eksi 35,40 lara varan Sibirye, Yakutistan ve Moğolistan’a kadar uzanan eğitim kervanının her bir ferdine bağrını açtı.
Kafileler halinde gelen bu konukların, erenlerin ağırlanmasında ve uğurlanmasında, büyük işlev Pekmezci ağabeyindi.
Yapılacak iş varsa oturmayı veya görmezden gelmeyi asla düşünmez, yaparak örnek olurdu.
Problemleri gidermeye, ihtiyaçları yerine getirmeye odaklıydı.
Gölgesinde konaklayan herkese değer veren, kıymet biçen biriydi.
Zengin imkânlarına rağmen, kazak halkıyla aynı sosyal yaşantıya tabi olurdu kendi özel hayatında.
“Lüks araçlara binmeyi, yerli kardeşlerimizin gıpta damarını tahrik etmeyelim çağırısını” sık sık yineler, adeta imanın rükünleri gibi hatırlatırdı.
Ortalama her Kazak’ın bindiği Sovyetlerin meşhur Lada marka aracına binerdi.
Tavsiye ve tespitleri önce kendi fiili uygular, sonra uymayanları hatırlatırdı.
Disiplinli ama korkuya sevk etmeden motivasyon kaynağı olurdu.
Onunla işe koyulanlar büyük bir keyifle yol alırlardı.
Evde, yurtta, müessesede, kendi iş yerinde bir arızaya, sıkıntıya şahit olduğunda, talimat veren, emir buyuran değil, sorgulamaya girişmeden, yapmak suretiyle çevresine örnek olurdu.
Kulluktaki derinliğiyle imrenilecek boyuttaydı, onu süzenler için büyük bir örnekti.
IRGAT GİBİ ÇALIŞIR, HOLDİNG SAHİBİ GİBİ İNFAK EDERDİ
Açılan okulun inşaatında bir ırgat gibi çalışırken hep gördük.
Ticaretinde ise; birikimli iş adamı edasıyla arz-ı endam etmiş, ticaretin kurallarına bütünüyle riayet eden bir tüccar olarak görürdünüz.
Okula uğrayanlar, Pekmezci Ağabey’i; ya yurdun yatakhanesinde öğrencilerin yataklarını düzeltirken veya tuvaletlerini fırçalarken bulurlardı.
Ticaret yoluyla elde ettiği varidatı, yine bu okulların ihtiyaçları için harcardı.
Durmaksızın, ilk günkü heyecanla yüreği çarpan ihtiyar bir delikanlı: İnfak, tarifsiz bir cömertlik…
Büyük bir dava için bu uzak diyarlara gelmiş, bu coğrafyanın yeni yetişen nesli, güzel eğitimden mahrum kalmasın diye yola koyulmuştu arkadaşlarıyla. Ticaret de tüm meşguliyetler de bu kutlu yol içindi.
Esnaftı, eğitimli değildi; ama duruşu, konuşmaları, hitabeti, zekaveti ve tecrübesiyle, pek çok eğitimliden, mektep görmüşten daha donanımlıydı. O, hayat mektebinde bin bir tecrübeyle yol almış, gönlüyle pek çok zenginliğe ulaşmıştı.
BÜYÜK EMEĞİN SONUCU: İLK ALTIN MADALYA, İLK BİSKÜVİ FABRİKASI:
Tertemiz niyetlerle 1992 yılında açılan bu eğitim kurumları, 28’e ulaştı.
Okullar iki yıl gibi kısa bir süre sonra, 1994 yılında Bulgaristan’ın Varna şehrinde yapılan Bilim Olimpiyatlarında üstün başarı elde edecekti.
Bağımsız Kazakistan’ın ilk uluslararası madalyalarıydı bunlar.
O dönemki ismiyle Kazak-Türk Liseleri altın madalyayla büyük yankı uyandırmışlardı.
Eğitimde yaşanan bu güzel sonuçlara, ticari başarılar taçlandı adeta.
Pekmezci, gecesini gündüzüne katarak bir fabrika inşa etti, bu tesisi Kazak halkının hizmetine sundu.
Almatı’ya yakın Kaskelen’de açılan bu tesis, ‘ilk olma’ özelliği taşıyan bir bisküvi fabrikası oldu.
Kaskelen, Devlet Başkanı Nazarbayev’in doğup, büyüdüğü bir beldedir aynı zamanda.
Nazarbayev’in kurdelesini kesip, açılışını yaptığı Hamle Bisküvileri, Kazak pazarında ilk ‘yerli malı’ etiketiyle iç pazara ve yurtdışına giden ihraç ürünü oldu.
Pekmezci Ağabey, mesai dışında, tulumu giyer ırgat gibi çalışır, gündüz ise kıravat takan tesisin genel müdürü olarak, muhataplarının karşısına çıkardı.
VE TAŞ TAŞ ÜSTÜNE KOYANLARIN EMEĞİNE, GÖZ DİKEN HASET RUHLULAR:
O güzel günleri kar, kış borana evirdi, bugünkü bahtı kara, haset ruhlu muktedirler.
Yapıp edenlerin, taş taş üstüne koyanların kaderidir Pekmezci’nin, Muğla’nın kaderi.
Coğrafyası kaderi olmuştur bugünkü tüm ağabeyimize.
Bu bahtsızlığıyla Anadolu coğrafyası, kaderi olur insanların.
Pekmezci ve onunla aynı kaderi paylaşanlar, bu bahtsız coğrafyadan nasiplenerek, bu keşmekeş dünyadan çekilip gittiler.
Başta ağabey ve tüm kardeşlerimiz, eza ve zulme maruz kaldı.
Yalnızlıklar içinde bir bir terk ediyor şu âlemi.
ELİ KELEPÇELİ, DÖRT DUVAR ARASINDAN CENNETE KANATLANDIN:
Hizmet Hareketi’ne yönelik Tenkilin bir parçası olarak 23 ay önce tutuklandı Yusuf Pekmezci.
İlerleyen yaşı ve birçok hastalığına rağmen, zalimce bir muamele gördü, son nefesine kadar.
Tahliye edilmedi.
23 aydır cezaevinde tutuldu 83 yaşındaki Pekmezci.
Katarakt ameliyatı sırasında kalbi durunca hastaneye kaldırıldı.
4 Ocak’tan beri bilinci kapalı olarak İzmir’de yoğun bakımda tedavi altında tutuluyordu.
Pekmezci’nin tahliye talebi İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından delil durumu gerekçe gösterilerek reddedildi.
Hastanede yoğun bakım ünitesinde 46 gün da yaşam mücadelesi verdi.
Adli Tıp Kurumu, 3 aylık infaz ertelemenin uygun bulmasına rağmen, rejimin yargıçları tahliye yerine hastanede infaza hükmetti.
Tek başına, yanına yakınlarının alınmasına izin verilmedi ısrarla.
Çırpınıp duran Avukat torunun bile engellendi.
Uyku apnesi, rostat, ileri derecede işitme kaybı ve Alzheimer belirtileri gösteren Yusuf Pekmezci, hapse girdiğinden beri 12 kez hastaneye, 3 kez de mahkemeye götürüldü.
Hepsinde de eline kelepçe takıldı.
Üzerine demir kapılar kilitlendi, ring araçlarıyla savrularak.
83 yıllık ömrünün 55 yılını hayır işlerinde ve eğitim hizmetlerinde geçiren Pekmezci, diktatör rejimin yargısı, 17 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
Zulmün çarkları ve köşe başlarını tutan zebaniler aman vermedi.
Kinden gözü dönenler, insafa gelmedi ne acı ki…
Havuz medyasının kirli ve paslı ağızları, kindar ağababalarıyla, Nusret Muğla, Yusuf Ağabeyler ile binlercesine “terörist” deme densizliği yapıyor, bu aşağılık söylemi sürdürüyorlar.
Tarih te insanlık şahit ki, başta bu yiğitler, bereketli bir ömür sürdüler.
İnsanlığa hizmet aşkıyla birer iyilik meleği olarak, hepimizin kalbinde ve dualarındalar.
Hasılı, Yusuflardan bir ‘Koca Yusuf’ geçti tüm hizmetleriyle, şu keşmekeş ve cevir âleminden…
Makamın Firdevs olsun güzel ağabeyim…
30 yıl önce Almatı’da çekildiğiniz fotoğraf karesindeki gibi; Hacı Kemal ve Hayatı Yavuz ağabeylerle, yan yana efendimize komşu ol Yusuf Ağabey!. e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au
1990’ların başında, ileri yaşlarına rağmen, gözünü kırpmadan İzmir Kemeraltındaki koca işlerlerini aileleriyle birlikte geride bırakakarap ilk hicret yoluna revan olan iki yol ve kadar arkadaşı, Yusuf Pekmezci ve Hayati Yavuz’un Kazakistan’da, emekle ve alın teriyle diktikleri “fidanlar” çoktan meyveye durdu.