Şu an iki başbakan var memlekette. Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu. Başbakanlığı beraber yürütüyorlar.
Daha doğrusu, cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişi, ayaklarını başbakanlık koltuğundan indirmediği gibi, AK Parti Genel Başkanı koltuğunu da bırakmıyor. Yani cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişi, siyasi parti başkanı gibi davranmaktan vazgeçmiyor ve yönetim karmaşasına neden oluyor. Bu durum hukuki değil. Anayasa ortada ve çok net. O hiç kimsenin beğenmediği ve değiştirme sözü verdiği halde değişmemesi için bin dereden su getirdiği Anayasa’ya göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisi ile bağı kesilir. Böyle bir durum var mı? Ne gezer! Erdoğan resmen anayasa ihlalini göze alarak parti başkanlığı ve başbakanlık görevine devam ediyor. Üstelik namus ve şerefi üzerine ant içip tarafsız kalacağını o yeminde ifade etmesine rağmen…
Peki Tayyip Bey seçilmeyip ya da aday olmayıp başbakanlığa devam etse ve cumhurbaşkanlığı görevini bir başkası üstlenseydi yetkilerinin elinden alınmasına razı olur muydu? Katiyen mümkün değil. Gezi olayları esnasında bir valiyi aradı diye Abdullah Gül’e herkesin huzurunda verip veriştirmiş, kuvvetler ayrılığı ilkesini hatırlatmıştı. Şimdi valileri kaçak saray diye suçlanan o mekana çağırıyor, siyasi talimatlar veriyor. Seçim sandıklarına sahip çıkmaktan tutun iç güvenlik yasası diye anılan; ama herkes tarafından faşizmin ayak sesleri olarak nitelenen kanunları ‘tavizsiz’ bir şekilde nasıl uygulayacaklarını anlatıyor. Akılla izah edilir gibi değil bu tenakuz!
SUÇ İŞLENİYOR
Meydanlara çıkmak, 400 milletvekili istemek, muhalefet liderleriyle ağız dalaşına girmek vs. cumhurbaşkanlığı sıfatını taşıyan bir kişinin işi midir Allah aşkına! Anayasa ve yasalar açık; cumhurbaşkanı tarafsız olmaya mecburdur, mahkumdur. Aksi halde kanunları çiğnemiş olur, parlamenter sistemi altüst etmiş olur. Kestirmeden demek gerekirse suç işlemiş olur.
Meselenin çok incitici bir yanı da var: Davutoğlu’nun bütün yetkileri artık Saray’da; ama sorumluluk hâlâ (Anayasa ve yasalar gereği) Başbakan’da. Yani? Erdoğan hemen her konuda topa girerken ve bu arada kırıp dökerken bütün faturayı Davutoğlu’nun masasına bırakarak onu ve ekibini bulaşık yıkamaya mecbur ediyor. Antidemokratik savrulma karşısında dünyadan yükselen tepkiler ortada. Yakın bir zamana kadar akademik çevrelerde ve siyaset dünyasında saygın sıfatlarla anılan Ahmet Bey her gün rencide edilmekte, yetkileri resmen gasp edilmekte.
Hakemden yoksun siyaset
Erdoğan’ın Merkez Bankası ile ilgili ağır ithamlarındaki maksat çok açık: Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’yı istifaya zorlamak. Oysa cumhurbaşkanının sorumlu olduğu bir konu değil bu. Ekonomi yönetiminin bürokrasiden başlayıp siyasete kadar uzanan mesul kadroları belli. Özerk müesseseler üzerinde dayatma yapmanın cumhurbaşkanlığı ile ilgisi yok. Ne var ki Erdoğan, kendini tutamıyor, her konuya asabi cümleler ile müdahil oluyor. MB Başkanı’nı başka güçlere hizmet etmekle bile suçladı. Bu tarz suçlamaların insaf sınırı yok zaten. Daha geçenlerde ‘Sır küpüm’ dediği Hakan Fidan için de çok ağır imalarda bulundu ve ‘Bir şeyler vaat edilmiş olabilir.’ deyiverdi. Görünen o ki şu fani dünyada Erdoğan’a karşı her kim ters bir şey yaparsa en ağır ithamlarla karşı karşıya kalır.
Net bir tablo var karşımızda: Erdoğan’ın gölgesi her şeyin üzerine düşüyor ve o gölge bu memleketi maalesef önlenemez bir kaosa doğru sürüklüyor. Bu kesif atmosfer en çok AK Parti’yi nefessiz bırakıyor. Başbakanlık, bakanlık, vekillik hiçbir dönemde bu kadar değersiz hale getirilmedi. Bunda yandaş medyanın payı da büyük. Davutoğlu ne zaman bir başarı görüntüsü verecek olsa o malum saray medyası Başbakan’a ve ekibine had bildiriyor. Gül’e de öyle yapmışlardı. Alan razı satan razı sen ne karışıyorsun bu işe denebilir. Açık söyleyeyim, benim gözüm şahsiyet erimelerinde değil. Bu memleketin demokratik temel taşları yerle bir edildi. Başlar ayak, ayaklar baş olunca siyasi krizler kaçınılmaz hale gelir ve dengeler tekrar kurulamaz. Dert bu…
Halihazırda bu ülkede iki başbakan var; ama cumhurbaşkanı yok. Cumhurbaşkanı olmayınca ihtilafları giderecek bir hakemden yoksun kaldı siyaset. Cumhurbaşkanı dediğimiz kişi, siyasetüstü duruşu, tarafsız konumu ile toplumsal barışın ve siyasi ahengin güvencesi olmak zorunda. Erdoğan, Anayasa’da tarif edilen ve onlarca yıldır yürütülmeye çalışılan tarafsızlığı bir kenara iterek büyük bir boşluğun doğmasına sebep oldu. Dahası, keskin beyanları ve intikam kokan cümleleri ile toplumu geriyor, kutuplaştırıyor, ayrışmaları derinleştiriyor.
CHP, MHP, HDP gibi partilerle sürekli polemiğe giren ve AK Parti’den kopamayan bir kişi cumhurbaşkanlığı görevini yürütebilir mi? Bütün partileri bunalttı Erdoğan; en çok da kendi partisini… Geçenlerde CHP lideri Kılıçdaroğlu dedi ki: “Çok özür dilerim ama halkın sözünü kullanmak zorundayım. Yani bir cumhurbaşkanı her şeye maydanoz olmaz. Kusura bakmasın her şeye maydanoz oluyor. Cumhurbaşkanıysa, bulunduğu koltuk neyi gerektiriyorsa onu yapsın.” Kemal Bey bunları söylerken üzüntüsünü de dile getirerek makama saygısını da ifade ediyor. Bahçeli’nin, Demirtaş’ın benzer eleştirileri boşuna değil. Hele AK Partili yetkililerin kapalı kapılar arkasında söyledikleri! Erdoğan’ın her şeye müdahale etmesi ve toplumu kutuplaştırması konusunda AK Parti yönetiminin önemli bir kısmı bıkmış, yorulmuş, bezmiş durumda. Böyle olmaması da mümkün değil; çünkü birisi memleketteki herşeyin kendi emrine girmesini istiyor. Anayasa ve yasaların buna elvermemesi bir yana toplum psikolojisi ve insan tabiatı bu yönetim tarzına daha ne kadar razı olabilir ki! Hele bu çağda..
Daha kaç Kabataş yalanı var?
Yandaşlar için bugünlerde moda, tartışma programlarını terk etmek. Ne zaman canlı yayında Kabataş saldırıları gündeme gelse kontrolden çıkıyorlar. Elleri ayakları titreyeni mi ararsın, stüdyoyu terk edeni mi? Gümbür gümbür söyledikleri yalanın ortaya çıkması üzerine gerçeklerden kaçamıyorlar. Kaçamayacaklar da. Neydi iddiaları? Gezi eylemcilerinden bir grup, başörtülü bir hanımefendiye saldırmış, bebeği ile beraber öldüresiye dövmüş, hatta baygın düşen kadının üzerine idrar yapacak kadar nefretini kusmuştu. Bazıları bu vahşi ‘hadisenin görüntüleri var’ diyordu, bazıları ‘bizzat izledim’ demekten alıkoyamıyordu kendini. Anlatılanlar iç savaş çıkartacak kadar korkunçtu. Tayyip Erdoğan bu iddiaları meydanlara taşıdı ve ‘Başörtülü bacım’ diye bangır bangır bağırdı ve güya mağdura sahip çıktı. Ne var ki ne iktidar ne de o iktidarın emirber kalemşorları en küçük bir delil sunamadı. Bu arada olayın görüntüleri meydana çıktı ve gerçekle yüz yüze geldik. Kanal D’nin yayınladığı görüntülerde o Hanımefendi’ye herhangi bir saldırıya rastlanmıyordu. O kadar ki, eşi arabasıyla Kabataş’a geliyor, ailece araca binip sağ salim yola koyuluyorlardı. Hadise çok netti. Kandırılmıştık, aldatılmıştık, Maniple edilmişti Türkiye ve kirli bir propaganda ile siyaset yapılmış, oy toplanmıştı… Yazıklar olsun…
Önce İsmail Saymaz, ardından Enver Aysever Kabataş yalanını yayan kişileri sorguladı. Ekranda yerden göğe kadar haklıydılar; ama karşımızda iktidar için her yalanı mubah gören bir zihniyet var maalesef. Bazılarının özür dilemek yerine mugalata yapmaları gayet normal. Son şamarı yakın arkadaşları, sırdaşları ve avukatları Fidel Okan’dan yediler. Yalanlara Fidel bile dayanamadı. Ortada büyük bir kandırmaca olduğunu açıkça ilan ediyordu. Yüzleri kızarır mı, özür dilerler mi, utanç duyarlar mı? Sanmam, çünkü şu an devam ediyor yalan rüzgarı ve o rüzgarın üzerinde sörf yaparak kendilerine gazeteci/politikacı süsü veriyorlar.
Fidel arkadaş bir de uyarı yapıyor ve gazeteci Emre Uslu ile CHP milletvekili Umut Oran arasında geçtiğini iddia ettikleri tweet yazışmasının ve oradaki suikast yalanının bir kumpas olduğunu açıkça ilan ediyor. Vasat zekalı insanların bile rahatlıkla çözebileceği bir kumpası hâlâ gerçekmiş gibi ifade eden adamların Kabataş yalanını söylemekten çekinmeyeceği aşikar. Sahte suikast senaryoları ne ki! Daha ortaya onlarca yalan çıkacak ve utanmaz adamlar bile utanmak zorunda kalacak. Tabii ki yalancılar, komplocular, kumpasçılar hesap verecek; bugün Kabataş konusunda hesap vermeye mecbur kaldıkları gibi yarın da paralel paranoyası ile uydurdukları iftiraların hesabını verecekler.
PANORAMA
YANDAŞ MEDYANIN al birini vur öbürüne. Çapsız, saygısız, küstah ve cüretkar. Kanun nizam tanımıyorlar, ahlak edep bilmiyorlar. Geçenlerde onlardan biri Fethullah Gülen Hocaefendi’yi bininci kez manşet yaparak ‘Terörist Gülen’ dedi. Hiçbir gazete hiçbir insan hakkında böyle insafsız başlık atamaz. Tahrik ediyorlar. İstiyorlar ki biri de çıksın ‘Terörist senin babandır!’ desin. “Asıl MOSSAD ajanı senin sülalendir” desin ve onların seviyesine insin. Neyse ki insanlar hakka hukuka riayet ediyor hâlâ. Masumlar sabrettikçe çıldırıyor, dibe vuruyorlar. Devleti ele geçirmenin arsızlığı ile şımarıklaşan damat efendiler şunu bilmeli ki yaptıklarının hesabını mahkemede (Mahkeme-i Kübra dahil) er ya da geç verecekler. Hanlar, hamamlar, yatlar, katlar, gemiler, villalar onları kurtaramayacak; hem tarih huzurunda hem Allah katında mazlumların elleri hırsız ve arsızların yakasında olacak…
SÜLEYMAN ŞAH MEZARININ taşınması konusunda keskin bir tartışma sürüyor. Kimine göre hezimet kimine göre zafer. Soğukkanlılık içinde tartışamıyoruz yine. Eğrisiyle doğrusuyla kafa yoramıyoruz bu hadiseye de. Bir de MHP lideri Bahçeli’nin çıkışı oldu bu konuda. Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’e ağır yüklendi Devlet Bey. Erdoğan da anında siyaseten sahip çıktı komutanına. Aslında tartışmanın içine askeri çekmek yanlış. Siyasetçiler bir karar veriyor; bunun yanlışlığı ne Sayın Genelkurmay Başkanı Özel’i bağlar ne de diğer komutanları. Onlar görevlerini yaptı. Üstelik askeri konuda başarılı da oldular. Bir yanlışlık varsa o da siyaseti yönetenlerde. Eleştiri yapılacaksa konuyu siyaset arenasında tutmakta fayda var.
AK PARTİ’NİN oylarında düşüş gören ve bunu kamuoyuyla paylaşan anket firması Gezici’ye Maliye denetimi başlatılıyor. Taraf Gazetesi’ne SPK yetkilileri baskın düzenliyor, yayın toplantısı SPK denetimcileri ile yapılıyor. 13 yaşında bir çocuk, Twitter’dan cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle okuldan alınıp karakola götürülüyor. Turgay Oğur cuma namazına ağır silahlı korumalarıyla gelen Başbakan’ın durumunu bildiren tweet attı diye gözaltına alınmak isteniyor. Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar, yaptığı röportajdan dolayı mahkemeye çıkarılıyor… Bu arada iç güvenlik yasası adı altında Anayasa’ya aykırı kanunlar çıkarılıyor ve polis devleti olma yolunda adımlar atılıyor. Ey özgürlük vaadiyle yola çıkan AK Parti! Bir buyruk uğruna nereye sürüklüyorsun bu ülkeyi?