Hakan Zafer |Yorum |tr724.com
Dini dönüşümle ilgili uluslararası ölçekte, farklı inançlara sahip kimselerle yapılan saha çalışmaları “kişiler arası olumlu veya olumsuz iletişimin” dini dönüşümün (irtidat veya hidayet) en önemli sebeplerinden biri olduğunu gösteriyor.
Güncel durumda bundan en çok etkilenenin Müslüman dindarlığı olması üzüntü verici bir gerçeklik olarak ortadadır. İslam’ın imajının diğer inanç sahiplerinin ve Müslüman olsa da dine mesafeli duran bireylerin zihninde “şiddet ve cehaletle” yan yana geliyor olması, samimi dindarlar için sorumluğu beraberinde getiren önemli bir problem olarak gözüküyor.
İlerleyen yıllarda daha büyük inanç sorunlarıyla karşı karşıya kalması muhtemel Müslümanların, bu konuya dair ortaya irade koyamayacak derecede bilinçsiz dünyevileşmesi de tehlike zillerinin çaldığının belirtisi.
BİLİNÇLENME ZANNEDİLEN ÖFKE
Olumsuz dindarlık örneklerine duyulan öfke, hatta kin, dini yaşantının duygusal boyutuna önemli derecede zarar verir. Bireyler arası duygusal mesafenin öfke yardımıyla açılması sonrası gelinen durumun çok önemli bir tehlikesi var; öfke halinin bilinçlenme zannedilmesi. Bu esnada yapılan sorgulamalar, dini bilinçlenmeye değil, olumsuz dindar örneği kimselerle insanların zihninde aynı kefede bulunmamak için redde dayalı mesafe almaya dönüşür. Mesafe almada kontrol kaybedildiğinde bu hal, özü itibariyle dinin hoş karşılamadıklarına yakınlaşma ruhsatı halini de alabilir. Haram, helal, sevap, vs. gibi kavramlara dikkatte azalmalar meydana gelir.
Aynı dinin bir başka müntesibinde görülen olumsuz davranışa duyulan öfke, öfke duyduğu kişinin başka zamanlarda söylem veya eylem olarak ortaya koyduğu dini davranıştan kişiyi uzaklaştırabilir. Bu sebeple dindarlığın tutarlılık prensibiyle yan yana gelmesi zorunludur.
Mesela, dilinden dini söylem eksilmeyen kimsenin hırsızlık, arsızlık gibi tutarsızlıkları, bu durumu kabullenmeyen bir başkasında o söylemin ait olduğu dine karşı alınmış mesafe olarak tezahür edebilir. Elbette dine karşı mesafe alan kimsenin ölçmeden, tartmadan, muhakemesiz sergilediği bu tavır ve tutum da tutarsızdır ancak sebep olanın vebalini azaltmaz.
Son günlerdeki tarikat tartışmalarını çağrıştırmasından çekindiğimi ifade ederek bir beklentimi söylemek isterim. Bu durumdan birinci derecede vazife çıkarmaya -taşıdıkları iddiaları gereği- tasavvuf erbabının önce davranması gerektiğini düşünüyorum. Bu erken davranış, bugüne dek oluşan anlayışın merkezinden uzaklaşmaların da telafisi olabilir.
DİNİ KAVRAMLAR VE DİNİN TEMSİLİ ZAYIFLARSA
Neden önemli?
Çünkü…
-Sadece yaşadığımız dönemle kayıtlı kalmayacak, sonraki dindar kuşakları da etkisi altına alabilecek inanç sorunlarıyla (deizm, agnostisizm, ateizm, vs.) karşılaşmamız tahmin sınırını çoktan aşmış gözüküyor.
-Din bilincinin nakledilmesinde (tebliğ) önemli yer tutan kavramların yıpratılmasının doğurduğu bu kavramlara duyulan saygı yitimi, dinin anlatımının sekteye uğraması ile sonuçlanabilir.
-Birey zihninde yıpratılmış algısıyla din, artık hayatı ve sonrasını anlamlandırmanın gerisinde, taşıyana ağır gelen, hatta etrafında bilinmesi halinde bir utanç olarak görülebilen zihin yükü halini alabilir.
-Dindarlık görünümünü sağlayan araçların küçük veya büyük gruplarca içi boşaltılmış basit sembollere dönüştürülmüş olması, bireyin inandığı dinin kendisinden istediği pratiklerden (amel) uzaklaşmasını sonuç verebilir.
‘KORUMA REFLEKSİ’ İLE YOZLAŞMAK MÜMKÜN
Burada bir dikkat levhası koymalıyım. Meydana gelen “dine karşı ciddiyetten yoksun mesafeli duruş” hâlâ kendini dindar tanımlayanların küçük de olsa bir kısmında “koruma refleksi” geliştirebilir. Bu durum sonucunda, dinin özünde olmamasına rağmen, birey kendini dininin muhafızı olarak görebilir. İstenmeyen sonuç ise “dine mesafeli” kimselere karşı “muhafızların” dışlayıcı bir şekilde kabalaşmasıdır. Yol buraya kadar alınmışsa softalık, yozluk din gibi yaşanır. Bu, yozlaşmış kitlenin civarındakilerce de uzaklaşılacak türden bir din. Bu vaziyetin önü, genele yayılabilecek bireysel dini bilinçlenmelerle kesilmezse kendini tekrarlayan süreçler yaşanması mukadderdir.
Dindar olduğunu iddia edenlere karşı duyulan öfkenin tek başına kişiyi gerçek dindar vs. yapacağını söyleyemeyiz. Nedense öfke duyanlarda “öyle olacağıma böyle kalayım daha iyi” türünden cansız tesellilerle kendini yeterli görme meyli gelişiyor. Oysa bu öfke hali, kişinin inandığı dinin ana kaynaklarıyla yeniden buluşmasına vesile edilebilir. Bu dönüşümün başladığı nokta, inanan bireyi taklitten tahkike ulaştıran kapının eşiğidir.
Bu kadar olumsuzluğa rağmen istenildiğinde ulaşılabilecek bu güzel sonuca dair Gazali’nin kendi arayışını anlatırken yaptığı heyecan verici analojiyi şuracığa iliştirip müsaadenizi alayım.
Yaşadığı dindarlığı başkalarını taklitten öteye taşıyamamış kişi, taklit etmeyi bu tarz kızgınlık veya kırgınlıkla terk edince, taklit ederken taklitçi olduğunu bilmediği ve artık uyandığı için eski taklitçi haline dönemez. Çünkü taklit bilinç işi değildir. Bilinç tahkik ister. Bu, cam bardağın kırılması gibidir. Yapıştırıp tamir etmek yerine, fırınlanıp bir kalıpta yeni şeklini almasıyla neticelenmelidir.
Belli ki önümüzdeki dönemlerde bu öfke hali kolay kolay -başlangıçta bile olsa- kimseyi olumlu anlamda taklit etmeye izin vermeyecek. En azından Türkiye ölçeğinde dindarların bardağı yere çalınmış, birleşemeyecek gözüküyor. En iyisi yeniden fırınlanıp kendi şeklini almak.