HDP’den aday adayı olduğunu açıklayan Yüksel Direnişi’nin simge isimlerinden Veli Saçılık “Ben Çorumluyum, Aleviyim ve Oğuzların Kayı Boyu’ndanım, yani Türk’üm” dedi ardından Kürt sorununa ilişkin değerlendirmesini ise “Ensemizdeki yumruk aynı” dedi
“Hayata Dönüş Operasyonu”nda bir kolunu kaybeden, Olağanüstü Hal (OHAL) Kanun Hükmünde Kararnamesi (KHK) ile işinden ihraç edilen ve Ankara Yüksel Caddesi’ndeki “İşimi geri istiyorum” eylemlerinin simge isimlerinden olan sosyolog Veli Saçılık, dün Halkların Demokratik Partisi’nden (HDP) aday adayı olduğunu açıkladı.
AKP’nin Türkiye’de KHK ile bir korku iklimi yaratmaya çalıştığını belirten Saçılık, vekil olması halinde yine grev ve direnişlerde yer alacağını ve sokaktan asla kopmayacağını vurguladı.
Kürt sorununa ilişkin değerlendirmesinde “Ensemizdeki yumruk aynı” diyen Saçılık, 7 Haziran öncesinden de büyük bir barış ikliminin yaratılması için çaba harcayacağını belirtti.
Gazete Karınca’ya konuşan Veli
Saçılık’ın açıklamaları şöyle:
Türkiye’de Yüksel Direnişi ile
büyük anlamda ismi duyulan Veli Saçılık kendini nasıl tanımlıyor?
Ben
fakir bir ailede doğdum ve büyük yoksulluklar yaşadım. Gözlerimi OSTİM’de işçi
olarak açtım, makine ressamlığı ve işçilik yaptım. OSTİM’de çalıştığım sırada
ilk işim, Ostim Sanayi İşçileri Derneği’ni kurmak oldu ve bunun bedelini
arkadaşlarımız ile fazlası ile ödedik. Bu nedenle, kendimi öncelikle işçi ve
emekçi olarak tanımlıyorum.
Sosyalist
mücadele ile tanışınca da sosyalizm bilincini edinmiş olarak bir işçi oldum ve
faşizme karşı bir tutum aldım. KHK ile ihraç edilmemin nedeni olarak da kamu
emekçilerini ve haklarını savunan bir yerde durmam olarak görüyorum.
Veli
Saçılık, faşizme karşıdır. Veli Saçılık, devlet tarafından engelli hale
getirilmiştir ve bu nedenle engellilerin sesidir. Veli Saçılık Kanun Hükmünde
Kararname ile işinden edilmiştir ve bu nedenle KHK ile işinden edilenlerin
sesidir, adalet savunucusudur, özgürlük savunucusudur. Tüm bunlardan önemlisi
bir sosyalisttir ve Alevi halkının bir evladıdır.
Veli Saçılık, nasıl tüm
Türkiye’nin direnişi ile tanıdığı Veli Saçılık oldu peki?
Ben
ilk olarak 18 yaşında işçi bildirisi dağıttığım için tutuklandım. Ardından da
2000 yılında cezaevine yapılan operasyon ile kolum koparıldı. O günden sonra
cezaevinden çıkmamın ardından, uzun yıllar işsiz kaldım ve devrimci mücadele
içinde yer almaya devam ettim. Davalardan beraat etmemin ardından ise sınava
girerek önce Nüfus Müdürlüğü’nde, ardından da Aile Bakanlığı’nda sosyolog
olarak çalışmaya başladım. KHK ile işimden edilmemin ardından da Yüksel
Direnişi’ne dahil oldum, çünkü AKP bizi aç bırakmak ve topluma bir korku iklimi
yaymak istiyordu.
Milletvekili aday adaylığı
fikri nasıl gelişti?
Vekil
adayı olmak benim fikrim değildi. HDP Genel Merkezi, geçtiğimiz günlerde bir
teklif getirdi. Ben de Selahattin Demirtaş’ın ve vekillerin tutsak olduğu, 7
Haziran’dan sonra barış ve özgürlük umudunun kana bulandığı bir yerde seçilmek
ya da seçilmemekten öte, tarafını belli etmek amacıyla ve halkın önüne konulan
barajı yıkmaya katkımın olabileceğini düşünerek aday adayı olmaya karar verdim.
Adaylığınızda sokak vurgusu öne
çıkıyor, sokağı ve meclisi nasıl konumlandırıyorsunuz?
Benim
esas anlamda siyasi varlığım cezaevi katliamı ve kolumu kaybetmemdir ve o
günden başlamaktadır. Yüksel Direnişi, tabi ki AKP’nin bizleri aç bırakma
politikasına karşı bir duruştu ve bunu kesinlikle Nuriye Gülmen başlattı ve
kendisinin iradesi ile gelişti. Ben de Veli Saçılık olarak orada olmaktan
mutluluk duydum. Bizler orada insanlara ‘AKP bizi aç bırakmak istiyor, bizler
biat etmiyoruz’ deme şansı bulduk ve bunun toplumda bir karşılığı oldu.
Herkesin sustuğu yerde bizlerin bir adım öne çıkmamız ile AKP’nin yaratmak
istediği ortamı bozmayı başardık ki bu sessizlik ortamında ses olmaktan
mutluluk duyuyorum. Ancak artık sessizlik ortamında ses olmak yetmiyor, artık
koro olmak zorundayız ve milyonlar orada bu gidişe büyük harfler ile ‘tamam’
dememiz gerekiyor. Bu anlamda vekil adayı olmamın sebebi Yüksel Direnişi
değildir, ancak yaşanan tüm baskıların karşılığında, sokak ile meclisi
birleştirmenin önemini kavradığım için aday adayı oldum. Bizler 7 Haziran ve 16
Nisan’da gördük ki sokakta güçlü değilsen, sandığı da elinden çekip alırlar,
milletvekilliğini de elinden alıp hapse atarlar. O zaman, sokak ile meclisi
birbiri ile güçlendiren ve muhalefeti buraya konumlandıran bir yerde durmalıyız
diye düşünüyorum.
Sokağı Meclis’e nasıl taşımayı
planlıyorsunuz?
Bugüne
kadar Meclis’te önergeler verildi, kürsüden konuşmalar yapıldı. Bunları aşan
örnekler de elbette ki var, ancak genellikle bundan ibaret bir hal aldı durum
genellikle. Bizler vekilliği topluma söz söyleme ve sesimizin daha güçlü
çıktığı bir megafon olarak görürsek, nerede grev veya direniş varsa orada
olursak, söylem yanında pratik de geliştirebilirsek ve sosyalistlerin bu
derebeylik görüntüsünden çıkıp aynıların aynı yerde olduğu bir mücadele biçimi
geliştirebilirsek o zaman bir fark yaratabiliriz. Bunları yapmazsak, çay ve
yemek ısmarlayan, ‘Elimizden gelen budur’ diyen kişi oluruz. Ben bunu asla
tercih etmedim ve etmeyeceğim.
Yüksel Caddesi’nde birlikte
direndiğiniz isimler bu kararınıza nasıl yaklaştılar peki?
Arkadaşlarımız,
mevcut direnişi sürdürüyorlar. Ben açlık grevi sona erdikten iki gün sonra
direnişi fiili olarak bıraktım, ancak direnen isimler var ve hala
arkadaşlarımıza yönelik ağır bir şiddet uygulanıyor. Arkadaşlarımızla bizler
bir araya gelirken, politik anlamda yüzde yüz birliğimiz yoktu. Sosyalist,
devrimci ve demokrat kimliklerimiz elbette ki örtüşür, ancak bakış açımızın
birbirinden farklı olduğu noktalar da mevcuttu. Yüksel’de direnmek için A
siyasetinden veya B siyasetinden olmaya gerek yok, AKP’nin bizi aç bırakmasına
ve toplumu teslim alma politikasına karşı durmak yeterliydi. Bildiğim kadarı
ile Nuriye Hocalar, konuya daha çok ‘Seçim ile bir şey olmaz, parlamentoya
gitmemek gerekiyor’ diye bakıyorlar. Ancak ben bu konuda farklı düşünüyorum, geçmişteki
siyasetim de böyleydi. Cezaevinde kolum koparıldığında bile sosyalist adaylar
çıktığında onlar için yazı yazan durumdaydım. Bu bağlamda parlamentoyu her şey
değil, ama bir şey olarak görüyorum. Hocalarımızın sürdürdüğü bu çok önemli
eyleme çok büyük bir saygım var ve onun bir parçası olmaktan da mutluluk
duyuyorum. Bundan sonra da direnişlere elbette ki destek vereceğim.
Türkiye’nin önemli
sorunlarından biri de Kürt sorunu, siz Kürt sorunu için neler düşünüyorsunuz?
Ben
Çorumluyum, Aleviyim ve Oğuzların Kayı Boyu’ndanım, yani Türk’üm. Hayatımda ilk
defa Diyarbakır’a, yani Amed’e gittim, orada Dört Ayaklı Minare’yi ve
etrafındaki bariyerleri gördüm. Burada da İnsan Hakları Anıtı bariyerler ile
çevrili durumda. Orada şu sözü söyleme ihtiyacı duydum: ‘Ensemizdeki yumruğun
sahibi aynı.’
Kürt
ve Türk halklarının demokratik mücadelesi bu bağlamda birlikte yürütülmek
zorunda. Ben Kürtlerin demokratik her türlü hakkını tanıyan ve bunu destekleyen
bir insanım. Ben de anadilimin yasaklanmasını asla kabul etmezdim, Kürtlerin de
kendi anadillerinin yasaklanmasını kabul etmemesine saygı duyuyorum. Biraz daha
akıllı bir Türk olarak şunu da söylemek istiyorum, bu sorunun bir parçası
olmaya devam edersem, barıştan yana olmazsak yeğenlerim, kardeşlerim,
akrabalarım ve dostlarım ölüm tehlikesi ile karşı karşıya. Bunu şu taraf ya da
o taraf öldürüyor diye söylemiyorum, Kürt sorunu çözülmediği sürece bu toplumu
öldürüyor anlamında söylemek istiyorum. Kürt halkının da Türk halkı kadar
özgürce yaşama hakkı vardır. Beraberce ve birlikte, ancak berabercenin altını
çizmiyorum; istedikleri sürece.
Son
zamanlarda gördüğüm ve en çok zoruma giden şeyi de söylemek istiyorum, Afrin’de
Demirci Kawa’nın kökten dinci vandallar tarafından devrilmesi ve büyük
çoğunluğunun Kürt olduğu bir yerde, Afrin Hastanesi’nden Kürtçe tabelanın
indirilerek yerine Arapça ve Türkçe tabelanın asılması Kürt halkının
tanınmaması anlamına geliyor. Ben, bir Türk olarak Kürt halkını ve bütün
haklarını tanıyorum. Kürt halkı benim kardeşimdir ve onların hakkı tanınmıyorsa
benim de burada haklarım yoktur. AKP 7 Haziran’da barış umudunu kana buladı,
ancak bizim iddiamız bu barış umudunu 7 Haziran’dan da yüksek bir biçimde inşa
etmektir.
Sizin Türkiye’de öncelikli
olarak gördüğünüz diğer sorunlar nelerdir peki?
Karşınızda
tek kollu olarak duruyorum ve bu benim engelli olduğumu gösterir ki engelli
olarak birçok alanda büyük zorluklar yaşadım ve bunu her alanda
dillendireceğim. KHK’ler ile ihraç edilmişler için ve OHAL Komisyonu denilen
yapıya karşı mücadelemi sürdüreceğim. Bu mücadeleyi de ayrımsız biçimde, solcu
ya da sağcı demeden, Kürt ya da Türk demeden sürdüreceğim.
Alevi
olarak da Kürtler kadar dışlanan Alevilerin sesi olmayı deneyeceğim. Bir Türk
olarak da halkların kardeşliğini daha yüksek bir sesle dile getireceğim. Asla
ve asla kimseyi muhafazakar ya da dindar olduğu için dışlamayacağım, çünkü
bizler birbirimizi sevmek zorundayız. Ben herkesin sosyalist olduğu bir dünya
hayal etmiyorum, ancak herkesin eşit ve özgür olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Çünkü böylesi bir dünyada herkese yer olacaktır.
Son olarak, seçmenlere bir
çağrınız var mıdır?
Seçmenlere
şunu söylemek istiyorum, HDP barajı aşamazsa Türkiye’deki bütün halklar
düşünmelidir. HDP’nin barajı aşamaması çok karanlık bir durum ortaya
çıkaracaktır. Lütfen hiç kimse oy verip de kulağının üstüne yatmasın, çünkü oy
vermek sadece bir şeydir. Sokakta oylara sahip çıkmak ve demokratik meşru
mücadeleyi sokakta vermek çok daha önemlidir.
Anneme
aday adayı olacağımı söylediğimde, ‘Bütün milletvekilleri tutuklanıyor, sokakta
durdun tutuklanmadın, istersen olma’ dedi. Bu durum gerçekten korku verici, ama
bilinmeli ki biz korkarız ama korkak değiliz. Engin Karataş hocamın söylediği
çok önemli bir söz vardı, ‘Ben çok korkuyorum, ama öğrencilerime asla geri
dönememekten, hep bu karanlık ortamda yaşamaktan korkuyorum ve çok korkak
olduğum için de sokağa çıkıyorum’ demişti. Bizim de korkularımız olsun, ama
asla bu korku iklimine teslim olmayalım diyorum.