15 Temmuz darbe girişimini önceden bildikleri
iddiasıyla yargılandıkları davada kardeşi Ahmet Altan ve gazeteci Nazlı Ilıcak
ile birlikte ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan ancak Anayasa
Mahkemesi’nin ‘hak ihlali’ kararı gerekçe gösterilecek 21 ay tutuklu kaldıktan
sonra tahliye edilen gazeteci ve akademisyen Prof. Mehmet Altan, yaşanılan
süreci değerlendirdi.
Darbe girişiminin ardından yaşanılan yargı süreçlerine
ilişkin “Kamuoyunun bildiği, hiç bu işlerle alakası olmayan ama aynı zamanda
siyasilerin de hazzetmediği kişilerin de bu torbaya atılması, bu işi
sulandırdı. Bu süreç, gerçek suçlularla siyaseten cezalandırılmak istenenler
aradaki çizgiyi kaldırdı” yorumunu yapan Altan, “Siyaset her şeyi belirlemeye
başladığı anda, o toplum çöker” ifadelerini kullandı.
Mehmet Altan, halen cezaevinde bulunan kardeşi,
gazeteci ve yazar Ahmet Altan’ın da durumu hakkında da “Birlikte yargılandık.
Benim için nasıl hukuk yoksa, onun için de yok. Hukuk yoksa, o davalara siyasi
dava diyorlar Türkiye’de. Tüm dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşları, AB
Konseyi’nden BM’ye kadar herkes bu davayı izledi, dosyayı tercüme ettirdi. Olup
biteni, tiyatro olarak nitelediler. İşte Ahmet de o tiyatronun içinde, içeride
bulunan bir yazar, edebiyatçı, düşünce insanı” açıklaması yaptı.,
Mehmet Altan’ın DW Türkçe’den Gezal Acer’ın sorularına
verdiği yanıtlar şöyle:
-Darbe girişimine yönelik
“subliminal” mesaj vermek gerekçesiyle gözaltı, ardından “darbe
girişimine iştirak” suçlamasıyla tutuklama, Ağır Ceza Mahkemesi’nin en üst
mahkeme olan Anayasa Mahkemesi kararını tanımaması, müebbet hapisle yargılanma
ve ardından tahliye… Özetlemek çok zor, bundan sonrasıyla başlamak istiyorum,
hukuki durumunuz nedir?
-Çok yalın şekilde anlatayım; Türkiye’nin en yüksek
yargı makamı Anayasa Mahkemesi’dir. AYM Genel Kurulu ile Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi, bana ağırlaştırılmış müebbet verilen dosyanın en son hali üstünden
yaptığı incelemede, gözaltına bile alınamayacağıma karar verdi. Gözaltından
itibaren 21 aylık tutukluluğum hukuki değil, meşru değil. Buna rağmen hâlâ
haftada bir polise imza veriyorum, yurt dışı yasağım var. 30 yıldır hocalık
yaptığım İstanbul Üniversitesi’nden atıldım. Ve bu dava bir şekilde 2. bölge
mahkemesinde 21 Eylül’de yeniden görüşülecek.
-Siz, ağırlaştırılmış müebbet
hapis cezası alan kardeşiniz gazeteci Ahmet Altan ve daha binlerce kişi darbe
girişimi soruşturmalarında OHAL altında yargılandı ya da yargılanmayı bekliyor.
Bu süreç darbe girişimini aydınlatabildi mi?
-Mağdur edilmeme neden olan, iki yazı ve bir
televizyon programındaki yorum. Darbeyle ilgili gerekli araştırmaların,
suçluların cezalandırılmasının yolu, bunu vesile bilip siyasi amaçlara yönelik
keyfi uygulamalar devreye koymak olmamalıydı. Gerçekten kanıt bulunan, şiddet
uygulayan, eline silah almış ve bu işe karışmış, planlamış kimselerin yakalanıp
suçları oranında ceza almaları yoluna gidilmedi. Aksine kamuoyunun bildiği, hiç
bu işlerle alakası olmayan ama aynı zamanda siyasilerin de hazzetmediği kişilerin
de bu torbaya atılması, bu işi sulandırdı. Bu süreç, gerçek suçlularla
siyaseten cezalandırılmak istenenler aradaki çizgiyi kaldırdı.
-Savunmanızda, “Hukuktan
sapma sonucu toplum bozulmuş, metabolizma hastalanmış” dediniz… Bunu
açar mısınız?
-Bakın bir devletin, bir toplumun meşruiyetini
anayasası sağlar. Eğer o devlet meşru, hukuki bir zemine dayanıyorsa kendi
anayasası üstünden hareket eder. TC Anayasası‘nın 153. maddesi, Anayasa
Mahkemesi (AYM) kararlarının yargı da dahil devletin yasama, yürütme ve
yargının da uyması gereken kararlar olduğunu teminat altına almıştır. AYM Genel
Kurulu benim müebbet verilmiş dosyayla gözaltına dahi alınamayacağıma
hükmetmişti. Ancak bana ceza veren İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi ve 27. Ağır
Ceza Mahkemesi bu karara uymayı reddettiler. Bu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde
bir ilktir. Bir hukuk devletinin fiilen çöküşüdür. Hukukun kendi üyelerinin
Anayasa’ya karşı işlediği suç nedeniyle 6 ay da fazladan yattım. Bu durumu öyle
somut ve net anlatıyor ki bundan öte anlatılacak bir şey yok.
–Binlerce akademisyen ihraç
edildi, birçoğu yargılanıyor, üniversite öğrencileri hükümeti eleştirdikleri
için cezaevinde, rektörler Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor. Tüm bunların
toplum üzerinde nasıl etkileri olur?
-Siyaset her şeyi belirlemeye başladığı anda, o toplum
çöker. Üstelik deneyimi ve birikimi olmayan bir siyasetin kurallarının, akademi
dünyasının işleyişinin nasıl olacağına karar vermesi, aynı zamanda iktisat
bilimini yok sayarak icraatler yapması, hukuku önemsememesi, devlet ve toplum
kavramlarıyla çelişen bir yapıdır. Siyasetin, Türkiye’nin alacağı bilim
nobellerini yükseltmesi, patent sayısını artırması, 21.yüzyılı kavraması ve
buna uygun bir eğitimin ve toplumun şekillenmesine yönelik etkin olması
gerekirdi. Ancak burada kültürel bir savaşla kendilerini yetersiz hissedenler,
yeterli olanları uzaklaştırıyor. Onların yerini almaları pratikte siyaseten
mümkün olur ancak kurumların ayakta kalması imkansız hale gelir.
-Savunmanızda yıllardır
Türkiye’nin AB’ye yakın demokratik bir ülke olmasından yana olduğunuzu
yinelediniz. AB’nin Türkiye’ye tutumunu nasıl görüyorsunuz?
-21’inci yüzyıl zor bir yüzyıl. Sanayi döneminde kol
gücünün eğitilmesi yeterliydi. Şimdi beyinsel bir yaratıcılığa ihtiyaç var.
Küreselleşme yaşanırken, bunun nimetlerinden faydalananlar bir şekilde epeyce
yol aldılar. Ancak bunu hazmedemeyenler şimdi öfkeli bir siyasi
başkaldırıştalar. 21‘inci yüzyıl yeni bir çağ olduğu için Ortadoğu’da da
sıkıntılar yaratıyor. Türkiye’nin bir problemi de 21‘inci yüzyılın dinamikleri
üzerinden bir dış politika, bir gelecek oturtacak durumda olmaması.
AB’nin kendi ilkelerinden taviz vermeden Türkiye’nin
de bir çıkarının, toplumsal huzurunun, demokrasi olduğunu ısrarla anlatmasında
fayda var. Ayrıca AB, Türkiye’nin çok hızlı vazgeçebileceği bir oluşum değil.
Ekonomik ilişkiler açısından da Türkiye’nin önmli bir ortağı. Ama bunun
demokrasiyle taçlanması halinde, Türkiye’nin sorunlarını halledebileceğini
somut örneklerle anlatmak lazım.
-Uluslararası alanda çalışmaları
olan bir akademisyensiniz. Böylesi bir hukuki süreçten sonra hayatınız,
akademik kariyeriniz nasıl devam edecek?
-Bu dönemin belki de en önemli tarafı sizi gözaltına
alan, tutuklayan ve ceza verenin de, suçsuz olduğunuzun bilincinde olmasıdır.
Çok uzun yıllardır toplumun gözü önünde, her şeyi meşruiyetten ve fikirlerini
anlatmaktan ibaret olan birisiniz. Esas amacın; hiçbir hukuki dayanağı olmadan
üniversiteden atılmam, bir algı operasyonunun hedefi yapılmamla, faaliyet
alanımın, yaşam alanımın ortadan kaldırılmasına yönelik olduğunu düşünüyorum.
Yani üniversiteye hızlıca geri dönebileceğim, Türkiye’nin geleceğini
şekillendirmeye yönelik fikirleri, yorumları söyleyebileceğim, yazabileceğim
ortam fiilen ortadan kalkmış durumda. Dilerim ki akıl, demokrasi, Türkiye’nin
geleceğinin sağlıklı bir şekilde belirleneceği bir toplumsal irade, devletin bu
anlamda bir sağduyusu şayet var ise onun harekete geçmesiyle, Türkiye bir an
evvel onun gelmesi gereken noktaya gelir.
-Ya kardeşiniz Ahmet Altan…
-Birlikte yargılandık. Benim için nasıl hukuk yoksa,
onun için de yok. Hukuk yoksa, o davalara siyasi dava diyorlar Türkiye’de. Tüm
dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşları, AB Konseyi’nden BM’ye kadar herkes
bu davayı izledi, dosyayı tercüme ettirdi. Olup biteni, tiyatro olarak
nitelediler. İşte Ahmet de o tiyatronun içinde, içeride bulunan bir yazar,
edebiyatçı, düşünce insanı. Ahmet’in cezaevinden ilettikleri şimdi dünyada
edebi olarak yayılıyor. Hapishanede, eskiden tanımadığı iki tutukluyla birlikte
küçücük bir plastik masada yazdığı, hapishaneye ait denemeler Almanya’da 21
Eylül’de Fisher Yayınevi’nden çıkacak. Bir yerde hukuku bu kadar tekmelediğiniz
vakit, neyse ki bir dünya sağduyusunun da dikkatini çekiyorsunuz.DW