ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Bayram,
hele kurban.
Yakınlığın her türlü derinliğini çağrıştıran, asıl yakın durmamız
gerekeni hatırlatan bir gün.
Bayramı, seven, sevilen
dostlarımızın sevinci ve mutluluğu arasında kocaman bir köprü olarak
zikrederiz, hep…
Huzurla dolup taştığımız anlar,
bayramımız olur bizim, sizin ve onların inşallah…
Ama ne acıdır ki, nereden
bakarsanız bakın, ister makro, ister mikro, her düzeyde sefaletle, yüz yüzeyiz.
Zulüm urbaları kol geziyor…
Yeryüzünü cennet; her günü
bayram kılması gereken insanoğlu, ne yazık ki her yanı cehenneme, dünyayı
zalimlerin otağı kılmakla meşgul…
Zalim ve zulüm kol kola,
inananlar ise; lime lime ediliyor.
İslam coğrafyasındakiler de,
farklı ülkelerdeki inananlar da gaddarların, diktatörlerin paletleri altında
kan ağlıyor.
Ne yazık ki, kendine demokrat
devletlerin ve lider kılıklı zalimlerin kılı kıpırdamıyor.
Güneydoğu Asya’da, Orta
Doğu’da, Anadolu’da…
Dünyanın dört bir yanında…
Bu insanların, bayramı bayram
gibi kutladığını, hatırlayan var mı?
Deli, kuyuya taşlar
yuvarlayınca, “akıllılar” sa yanıbaşında alkış tutuyor…
Sürekli kan, sürekli gözyaşı…
Acı artık hayatlarının ritüeli
haline gelmiş…
Gözleri kan bürümüş diktatörler
çılgınlık peşinde, İslam coğrafyasındakiler ise; ‘Saltanat’ derdinde…
Rahmet ve merhamet diyarı
kutsal toprakların nasırlaşmış Kralları ise; zevk-u sefa meşgalesinde.
Yemen’de masum yavruların
başına bomba yağdırılıyor.
Filistin’de, Suriye’de ve
Anadolu’da kadınlara ve çocuklara yapılan zalimlikler, karbon kâğıdı gibi
benzerlik taşıyor…
Nerdeyse birbirinin tıpkısının
aynısı…
Bilhassa, İslam coğrafyasında
zevk-u sefa, doyma bilmeyen şatafat, diğer taraftan ise mazlum ve mağdur
Yemen’de, milyonlarca kişinin açlıkla zor sefaleti…
Afrika, Asya, Uzak Doğu, Orta
Doğu hâsılı bir çok kıtada, diktatöryel yönetim, zalim krallar, doyma bilmez
Sultan’ların yönetimiyle oluşan sefaletler ve dayanılmaz trajediler…
Peki, Anadolu’muz farklı mı?
Elbette hayır.
Anadolu, bir aralar umut
yarımadası olmuş, tüm dikkatler bu kadim coğrafyaya yönelmişti.
Mazlumların ve mağdurların
kucağına dönmüş ve dönüşmüştü, kadim ve yürekli Ana’dolu toprakları…
Ya bugün?
Analar bebekleriyle kaç
bayramdır, demir parmaklıkların arasında…
17 bin kadın, 700’den
fazla çocuk, annesinin kucağında ve zalimlerin hıncıyla cezaevinde…
Doğumhanelerin kapılarında
polis, masum ve hasta anneleri tutuklamanın telaşında…
Masum annelere ve yavrulara
‘terörist’ muamelesi yapılıyor, İslamcılar tarafından…
İnananların malına, mülküne el
konuluyor, haramiler tarafından…
İşkence, artık hapishanelerde
rutinleşmiş, durumda…
Taciz ve tecavüz devlet
memurlarının karakteri haline dönüşmüş…
İnsanlar gündüz gözüyle sokakta
kaçırılıyor…
Cumartesi
Anneleri, 700 haftadır faili belli meçhul
cinayetlere kurban edilmiş evlatlarının ve yakınlarının izini sürüyor…
“Beni bul anne”
diyen ağıt yakanları, “Firat’ın
kıyısındaki koyundan” sorumlu olduğu iddeasındaki sorumsuzlar, hiç
duymadılar, duyacak gibi durmuyorlar… Zerre kadar utanç duymadılar acı çeken
annelerin çığlığı ve akıttığı gözyaşları karşısında…
Anneler
işinden atıldılar, atılıyorlar hoyratça ve hukuksuzca…
Kesmedi, hapse atıldılar…
Yine kesmedi, akla hayale
gelmedik işkenceye maruz kaldılar…
Ailelerin, psikolojisi bozuldu…
İntihar haberleri sıradanlaştı…
Anadolu adeta lal kesildi…
Ülkemiz sağır ve dilsizlerin
diyarına dönüştü…
Yetmedi…
Hıncını alamayan hak, hukuk
tanımazlar, Anadolu insanına adeta bir Soykırım uyguluyor!
Hâlbuki, hayatında karıncayı
incitmemişti, insanlara yardım etmekten başka da bir suçları yok cezaevinde
tutsak olan, on binlerce insanın…
Nobellik bir sivil hareket,
eğitim demiş, sevgi demiş, yardımlaşma ve kaynaşma diyerek, dünyaya oksijen
taşıyordu.
Ama bu coğrafyadaki kadim
hastalıklar, birbirini yeme hastalığı nüksedince, rengi soldu bu toprakların
da, beti benzi attı her şeyin…
Adeta Avustralya’nın bazı
eyaletlerinin, bugünlerde yaşadığı ‘asrın kuraklığı’na dönüştü, Anadolu
toprakları…
Topraklar rahmete, mazlumlar
merhamete susamış durumda..
Binlerce kadın çocuk, masum bu
yarımadada, esir adeta…
200 bini aşkın insan, işinden
aşından oldu…
Zulümden kaçarak, Meriç’te, Ege’de boğulan anneler ve kucağındaki bebekler…
Ve kılı kıpırdamayan 80
milyonluk bir ülkenin çıldırtıcı sessizliği ve duyarsızlığı…
Kim ne derse, desin, bunun
kitlesel bir kırımdan farkı yok.
Hâsılı, hal böyle olunca,
bayram gelmiş, gitmiş, bayrammış, değilmiş, düşünecek halde değil, vicdanlı
kitleler için…
Ve de yeryüzündeki
Müslümanlara…
Biz de bu bayramda, yakınlık
kurma kavşağında, şöylece yakarışta bulunarak,
Yakınlıklara yol bulmaya
çalışalım öyleyse aziz dostlar:
Zira çok uzak düştük, çok
canımız yandı.
Çektiklerimiz bundandır zahir.
Başkaca izahı yok anlamsız gürültülerin, patırtıların…
Olan biten bu olunca,
insanların dilinde o pek hüzünlü Urfa türküsü,
“Bayram gelmiş neyime,
Kan damlar yüreğime”
Evet, “O, en iyi Vekil olan
Allah’ın merhameti, rahmeti, sarsın her yanı ve son bulsun, mazlumun iniltisi,
yeryüzü cennete dönsün” deyip; dualarla dillenmek düşer herhalde, hala yüreğinde
acıma hissi taşıyanlara, vesselam…
Son söz, Avustralya
Başbakanı’nın, Kurban Bayramı nedeniyle dün yayınladığı mesajıyla tamamlayalım:
“Bölünme ve nefretin çoğaldığı günümüz dünyasında, aramızda ayrılık tohumları
ekmek isteyenleri dışlamak.” dileğiyle, hayırlı bayramlar…
e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au