Üstad ‘bu hizmet-i kudsiyenin kerâmeti “üç nevi”dir’
der. Birinci nev’i: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevketmek
cihetidir.
İkinci nev’i: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların
şerrini def edip, onları tokatlamaktır.
Üçüncü nev’i şudur ki: Hizmette hâlisen çalışanlara
fütur geldiği vakit, şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete
girerler.
Son dört yıldır Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye
mensuplarına zulmedenler zecr tokatı üzerine zecr tokatı yiyorlar. İlk defa
FETÖ (tabir icin özür dilerim) tabirini kullanıp bunların hepsini sinek gibi
ezeceğim diyen adalet görevlisi trafik kazasında sinek gibi ezildi.
Bir gazeteci ‘FETÖ 2016’ya çıkamayacak kahrından
ölecek’ diye yazdı. 2016’nin yılbaşı gecesi kendisi öldü.
FETÖ’nün kafasını koparacağım diyen sanatcının
trafik kazasında kafası koptu.
Yaranmak için zulmeden ve zulme göz yumanların çoğu
mevki ve makamlarından oldular. Zulm için kullanılıp çöpe atıldılar. Bir kısmı
da tutuklanacakları korkusuyla tir tir titriyor. Bunların sayısı yüzlerce,
belki de binlercedir. Gelecekte tarihçiler bunları tesbit edecek. Onlarca cilt
kitap yazılacak. Sırlar Dünyası gibi dizilere üç yüz sene yetecek malzeme
çıkacak. Beş on tanesini moral ve ibret olsun diye yazıyorum.
AVUSTRALYA’DA JURNALCİLİK YAPINLAR BİRBİRİNE DÜŞTÜ
Avusturalya’da işi gücü fitne çıkarıp, jurnalcilik
yapmak olanların bazısı ülkeyi terketmek zorunda kaldı. Hatta birisi gitmeden
önce suçunu anlayıp dostlardan helallik dilemiş.
Birisi Türkiye’de mevki makam kapmak için yalan,
tehdit ve iftira attı, jurnalledi fakat istediğinin tam tersi ile arzu ettiği
makama sahip olamadı. Depresyonda imiş.
Jurnalcilik yapan iki dînî kuruluşta yönetim kurulu
birbirine düştü. Darmadağın oldular.
Birisi her gün hak yolcularının aleyhine çalışıp
‘cennete gidiyorum’ deyip Türkiye’ye gitti. Servetinin yarısını kaybetti.
Buradaki işinden oldu.
Bir başkasının başına öyle belalar geldi ki saray
gibi evi kendisine zindan oldu adeta. Yanılmıyorsam Avustralya’da son dört
yıldır T.C. üst düzey yetkililerin hiç biri vazifesini tamamlayamadı. Hepsini
vazifelerini tamamlamadan geri çektiler. Birisi istifa etmek zorunda kaldı.
Şimdi vicdan azabı çekiyor.
İki tane masum insanı ISİD’ci deyip Türkiye’ye
gönderen bir ülkenin başbakanı ülkesinde ve dünyada rezil rüsvay oldu, rüşvet
yemekten yargılanıyor. Ülke tarihinin en rezil başbakanı oldu. Yine masum bir
insanı rüşvet karşılığı veren bir başka ülke başbakanı güçlü konumda iken
seçimi keybetti ve şimdi rüşvet yemekten yargılanma ihtimali çok yüksek.
12 Eylül 1980 ihtilalcilerinin zulmünden kaçıp
Medine’ye sığınan ve orada yıllarca Efendimize mücavir olan Hüseyin Hoca ve
arkadaşlarını hasta olmasına rağmen zalimlere teslim edenler şimdi Suudi
Arabistan’da idam ile yargılanıyorlar.
Bir başka Asya ülkesinde rüşvet alarak bir hak
yolcusunu zalimlere teslim eden gitti-gidecek.
Peki ya en büyükler?
Belki de yine üstadın tabiri ile
ağır suçların görüldüğü mahkeme-i kübra’ya bırakılıyorlar gibi.
Evet endişeniz olmasın.
Mazlumun duasu makbuldür,
ahı da çıkar aheste aheste. Herkes çevresine baksa pek çok zecr tokadını
müşahade edecektir. Zecr tokatlarını yiyenlere ‘oh oldu’ dememek lazım. Belki
‘vah oldu’ demek gerekir.
Beşinci Hulefa-i Raşidîn olarak kabul edilen Ömer
bin Abdülaziz “zalimlerin aleyhine konuşmayın. Konuşmalarınız onların ömrünü
uzatır” der.
Hem zaten zalimlerin ismi bir mecliste anılırsa rahmet
kesiliyor.
Evet zulmedenler, zulme alet olanların çoğu bu
dünyada cezasını çeker. Hatta Allah “Zulmedenlere meyletmeyiniz; sonra ateş
size de dokunur” (Hud: 113) buyurur. Ayette geçen ‘Zalamu’ kelimesinden sonra
gelen ‘tamassa’ kelimesinin başına ‘f’ harfi gelmesi, dil bilimcilerine göre
‘hemen cezasını çekerler, yani dünyada iken’ demektir. Fakat dünya imtihan
dünyası olduğu için çok defa ne zulm edenler ne de zulmedilenler bunu bilir.
Şefkat tokatlarına gelince hepimiz kendimizi hesaba çekelim.
Kerbala –
Hizmet ilişkisi
Malum Hz. Hüseyin aile efradı ve yakın arkadaşları
ile beraber Muharrem ayında hunharca şehid edildi. Mübarek başını koparıp
günlerce sokaklarda halkı korkutmak için dolaştırdılar. Şehit ettikleri Hz
Hüseyin ve arkadaşlarının cenaze namazını kılmadılar ve onları defn etmediler.
Hz Hüseyin Medine’den ayrıldıktan sonra Kufe’lilerin
ihanet haberi gelir. Ama o yoluna devam eder. Kendisine “geri dön seni
öldürürler” diyenlere “Dedemi rüyamda gördüm, gitmem lazım. Ben ölümü saadet olarak,
zâlimlerle beraber yaşamayı da cürüm olarak görüyorum,’ der. Büyük âlim el-Isfahani “eğer Hz Hüseyin,
Yezid’in işlediği günahlar ve yaptığı zulüm ve haksızlıklar karşında dik
durmasaydı, artık İslam tarihinde hiç kimse zalimler karşısında dik
duramayacaktı” der. Çünkü Hz Hüseyin zulüm ve haksızlık karşısında durmanın
sembolü oldu.
Eğer bugün hizmet mensupları bu kadar, yalan, zulüm,
haksızlık karşısında olmayıp biat edip “yaşasın kral” diye bağırsalardı, ülkede
ne İslam kalırdı ne de doğruluk!
Resmî rakamlara göre zulüm gören 600 bin kişi geleceğin Türkiye’sinde
yıkılan insanlık, doğruluk, merhamet, hak ve adalet kalelerini yeniden
dikecektir inşallah. Çünkü imanı olan her mazlum istikameti kaybetmediği
müddetce bir velidir. yucelsalih@yahoo.com