Gazeteci Ahmet Dönmez, 15 Temmuz Darbe girişimine dair çok önemli bir belge yayınladı. İyi gazeteci olduğunu kimsenin tartışamadığı Dönmez’e cevap vermeye kalkan bazı yandaşlar, kaş yapayım derken göz çıkardı.
Belgenin gerçekliğini hem de savcıya dayanarak tescil ettiler, fena olmadı. Amiyane tabirle gollük paslar çıkardılar, o da hiç birini affetmedi ve maç şimdilik 5-0 devam ediyor. Sanıyorum artık maçı belge üzerinden devam ettiremezler. Keşke bir iki çıkış daha yapsalar, epey keyifli bir müsabaka izledik!
Dönmez, ‘savcıya o gece olacakları birileri mi söyledi, o da oturup önden mi yazdı?’ Sorusuna cevap olabilecek ayrıntılara dikkat çekiyor. Bu tezi ve haberi teyit edecek başka ayrıntılar aklıma geliyor. Darbe senaryosunda başrol oyuncusu olarak seçilen Akın Öztürk’ün başına gelenleri hatırlayın. Hava Kuvvetleri eski Komutanı Orgeneral Akın Öztürk henüz gözaltından savcılığa çıkarılmadan Anadolu Ajansı bir ‘flaş haber’ geçti. Öztürk’ün ifadesini ele geçirdiğini ileri süren ajans,‘darbe itiraflarını(!)’ Ayrıntılarıyla anlatıyordu. Savcılık aşamasında iki şey ortaya çıktı; AA’nın yazdığı ifade metninin tamamen tersi şeyler söylemiş Öztürk. Görülen ikinci gerçek ise bu ifadeyi imzalatabilmek için Öztürk’e ağır işkence yapılmış.
Ajans haberini şöyle düzeltti: “Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Akın Öztürk’ün, FETÖ’nün darbe girişimine yönelik soruşturma kapsamında savcılığa verdiği ifadede ‘darbe’ yapmak isteğiyle hareket ettiğini söylediği öğrenildi” şeklindeki flaş haberimizi kaynağından düzelterek yeniden yayımlıyoruz.” Anlaşılıyor ki Savcı Serdar Çoşkun’a süfle verenler, AA’ya da ifadeyi servis etmiş. Herhalde ‘nasıl olsa kabul ettiririz’ diye düşündüler. Öztürk, mahkemede ‘gözaltı sırasında yaşadıklarımı ifade etmeye utanıyorum’ diyebildi. Ama evdeki hesap çarşıya uymayınca senaryodaki en büyük delik ortaya çıktı.
Merkezinde Öztürk’ün olduğu başka büyük bir delik daha var. Şapka isimli gizli tanık Çayyolu’nda yapıldığını iddia ettiği darbe toplantısında onunla aynı masada yemek yediğini ileri sürdü. Söz konusu günlerde Öztürk’ün dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal ile birlikte İzmir’de tatil kampında bulunduğu ortaya çıktı. Daha sonra kimliği deşifre olan Şapka yani tuğamiral Halil İbrahim Yıldız, “Pardon, karıştırdım, yok öyle bir şey” şeklinde düzeltme yaptı. Askerlik yapanlar bilir, okuma yazma bilmeyen acemi askerlere bile kuvvet komutanlarının ismi-cismi ezberlettirilir. Denetlemede bilmeyen askerin ve eğitim çavuşunun vay haline! Hal böyleyken tuğamiral rütbesindeki birinin hava kuvvetleri komutanlığı yapmış bir adamı tanımaması düşünülemez. Hem de aynı masada yemek yiyip darbe planı yaptığını öne sürdüğü kişiyi karıştırıyor. Yani Öztürk, AA’nın servis ettiği ifadeyi imzalamış olsaydı, tanık bile hazırmış. Şapka’nın ‘O villada gördüm’ dediği bazı kimselerin o tarihte Türkiye’de bile olmadıkları anlaşıldı. Ama yandaş medya ve kurgu mahkemelerde itibar gören bir tanık olmaya devam ediyor.
DARBEDEN İKİ GÜN ÖNCE VE BAŞKA BİR TUTANAK!
Dönmez’in yazdığı kadar ses getirmez ama dava dosyalarındaki başka bir tutanaktan bahsetmek istiyorum. Terörle Mücadele Şubesi, 15 Temmuz’dan sadece üç gün önce bir çalışma yapmış ve Zaman Gazetesi yöneticilerinin beyan edilen adreslerde oturup oturmadığı teyit edilmiş. 28 kişinin adres bilgilerinin yer aldığı 12 Temmuz 2016 tarihli tutanağa iki emniyet görevlisi imza atmış.
Benzer bir çalışmayı hakimler ve savcılar için de yapmışlar. Hakimler Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz “15 Temmuz’u 16’sına bağlayan gece saat 01.00’de 2 bin 740 yargı mensubunun görevine son verdik” demişti. Jandarma’yı kurtaran komutan olarak bilinen Korgeneral (şimdi orgeneral ve Jandarma Genel Komutanı) Arif Çetin TBMM Komisyonu’na şunları söylemişti: “…gece 22.30’da, 23.00’te, gece 01.00’de içeride kimler var, bunu bilmemiz mümkün değil. … içeride kimler vardı biz onu içeriye girdikten sonra öğrendik. İçeridekileri bilmiyorduk ki kim olduğunu. Yani takdir edersiniz ki, biz kışlanın dışındayız onlar içeride. Bizim kışlanın dışında içeridekilerin kaç kişi olduğunu, kimler olduğunu bilmemiz mümkün değildi.” Olayın birinci derecede görgü tanığı ‘saat birde kiminle çatıştığımızı bilmiyorduk’ diyor ama HSK binlerce hakim ve savcıyı evlerinden topluyor. Savcı Serdar Çoşkun daha yaşanmamış hadiseleri güçlü önsezisiyle(!) Yaşanmadan yaşanmış gibi yazıyor. Arada biraz abartmış ama olsun diyebiliriz. Keşke Çoşkun bu hayal gücüyle bilim kurgu yazarı olsaymış. Ne yazıkki o bir savcı (üstelik şimdi Yargıtay üyesi) ve tutanak denilen şeye sadece gerçekleri yazmak zorunda.