Doğu Perinçek, bir canlı yayında ‘yargı siyasetin köpeğidir’ demişti. Son günlerde çıkan kimi haberler yargının asıl sahibini işaret ediyor.
Önce İstinaf Mahkemesi, Cumhuriyet Gazetesi eski yönetici ve yazarları hakkındaki mahkumiyet kararını onadı. 5 yılın altında alan 8 kişi cezası kesinleştiği için yeniden cezaevine girecek. 5 yılın üzerinde olanların Yargıtay’a temyiz başvurusu hakları var. Mahkeme, milletvekili Ahmet Şık’ın dokunulmazlıktan yararlanamayacağına da hükmetti.
Ardından, Aydınlık gazetesi hakkında, MİT tırlarının durdurulmasına ilişkin çıkan haberle ilgili açılan davanın düşürülmesine karar verildi. Savcı ve mahkeme aynı görüşte ve bu kararın istinafı, Yargıtay’ı da yok. Dava “Basın Kanunu’nun suç tarihinde yürürlükte olan maddesinde öngörülen dört aylık süreden sonra açıldığı” gerekçesiyle düşürüldü. Duruşmada, cumhurbaşkanlığı avukatının da hazır bulunduğunu kayıtlara geçirelim. Sanırım o da itiraz etmediğinden aksine bir haber yayınlanmadı.
En başında şunu söylemek lazım: mahkemenin kararı doğru. Ancak soruşturmanın bütün aşamaları ve benzer davalardaki kararlar göz önüne alındığında sadece Aydınlıkçıları kuşatan adalet ve şefkatin sebebi merak ediliyor. Başka gazeteciler söz konusu olduğunda kanunun şart koştuğu sınırlamaların hiç birine riayet edilmiyor. Örneğin Zaman Gazetesi yazarlarının 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla ilgili yazılarına iki yıl sonra dava açıldı. Aynı konuda haber yapan Cumhuriyet Gazetesi eski Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül basın özgürlüğünü koruyan o maddelerin hiçbirinden yararlanamadı. Hatta hem gazeteci hem milletvekili olan Enis Berberoğlu, anayasal hakkı olan dokunulmazlık zırhını bile kullanamadı.
Bazı şeylerin daha iyi anlaşılması için sürecin kısa bir özetini vermek istiyorum. 21 Ocak 2014’te Aydınlık ‘İşte tırdaki cephane’ başlığı ile Suriye’ye giderken durdurulan MİT tırlarında çıkanları sürmanşet yaptı. Bundan 15 ay sonra aynı haberi neredeyse benzer ifadelerle Cumhuriyet manşette kullandı: ‘İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar’. Cumhuriyet için anında soruşturma başlatan savcıların Aydınlık için harekete geçmesi epey zor oldu. Bu arada kanunun öngördüğü süre doldu. Kamuoyu baskısı üzerine çarpıklığı örtmek adına uyduruk bir iddianame hazırlandı. Başsavcı İrfan Fidan ne olur ne olmaz mahkemede bir kaza çıkmasın diye iddianameye ‘Şüphelilerin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüyle hiçbir ilgilerinin olmadığı anlaşıldığından TCK’nın 314/2’inci maddesi yönünden suçlama yapılmamıştır’ notu bile düştü.
“Evet, MİT TIR’ları haberini Cumhuriyet’ten önce yaptık. Gelsinler, tutuklasınlar. İktidarın karanlık Suriye politikasının Türkiye’yi nereye getirdiği ortada. Her şeyden önce ülkemizin güvenliğini düşünürüz.” diye meydan okuyan Aydınlıkçıların bir bildiği varmış; sonuç ortada!
“İhanet görüşmesi”. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Oslo’da PKK ile buluşmasının haberini hangi gazete bu başlıkla verebilir ve başına iş açılmaz. Evet bildiniz, Aydınlık mezkur görüşmeyi birinci sayfadan neredeyse tam sayfa olarak bu başlıkla haber yaptı. Daha ileri şeyler de oldu. Aydınlık Gazetesi’nde yayınlanan Sakine Cansız cinayetiyle ilgili yazı dizisini kaynak olarak gösteren Vatan Partisi; “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, tasarlayarak öldürmek, devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak ve anayasayı ihlal” gerekçeleriyle Hakan Fidan ve Abdullah Öcalan’ın yargılanmaları talebinde bulundu. Perinçek. Erdoğan hakkında ellerinde kasetler olduğunu ve bazılarını yayınladıklarını da söyledi. Bu liste uzayabilir. Bunların sadece birinin yarısını söyleyen müebbet alıyor. Aydınlıkçılara her şey serbest!
Can Dündar için ‘bunu yanına bırakmam’ diye açıkça tehdit eden Tayyip Erdoğan’ın Aydınlık karşısındaki suskunluğunun sebebini çözebilen var mı? Benim kafam karışık…