İnsanın içinden geçmiyor değil hani, İstanbul’daki seçimleri iptal ettirse de buna ve rejimine duyulan tiksinti katlansa, iflah olmaz destekçileri hariç bunlara sempati ile bakanlar bile bu kadar da olmaz dedirtse.
Ama tabii bu iç ses, kimsenin hakkının yenmemesi esas olmalı. Ama gidişat buraya doğru gidiyor gibi. Erdoğan’ın götürüsü getirisinden fazla bu hamleyi yapacağını sanmıyorum ama diktatörlük de böyle bir şey birader. Siyaseten yenilmez diye diye erişilmez bir yere koymaya gerek yok. Bunların en kralını bir sinek yere indirdi. Bir pazarcı kendini yaktı beraberinde epey zalimi götürdü. Her hareketinin bir rasyonalitesi olacak diye bir kural yok.
Şimdi buraya nasıl geldik ben size anlatayım.
İstanbul’a epey hazırlanmışlardı, bakmayın yarışın kafa kafaya bittiğine, bu sonuç epey kafa kafaya verip günlerce yaptıkları planlamadan sonra bile hala farkı kapatamamış halleri. İşin en komik yanı şimdi kendi yaptıkları hileleri seçimi iptal ettirmek için sunacaklar.
Seçimlerle ilgili en hızlı sonuçları her zaman partiler alır. Çünkü her sandıkta adamları vardır, sonucu süratle genel merkeze ya da seçim bürolarına iletirler. Bu noktada en disiplinli parti AKP olduğu içinde İstanbul ve Ankara’da seçimi kaybettiklerini herkesten önce Erdoğan biliyordu.
Epey bir sağa sola küfürler savurduktan sonra nasıl yapıyorsanız yapın bu işi halledin dedi yine sövdü Ankara’ya doğru yola çıktı. Çıkmadan da algı operasyonu için düğmeye bastı ve Binali Yıldırım’a teşekkür konuşması talimatı verildi. Binali Yıldırım’ın cenaze evinde konuşan hatip misali yüzü zaten bütün olanların özeti gibiydi. Hatta Erdoğan’ın arkamda hiçbir gerizekalıyı istemiyorum yalnız çıkacağım mesajı verdiği balkon konuşması da.
Şimdi bu yazıda 3 bin farkla daha seçim bitmeden nasıl kazandım diye sevinilir de 13 bin oyla kazanmayı kabul etmezler gibi şeylere hiç girmeyelim. Malum utanma ya da bir ilke üzerine gitmiyor işler. Binali Yıldırım denilen şahıs bir kasa, bir mutemet, havuz paraların tahsildarı, gemi filosu sahibi, hırsız tosuncukların babası, ihale takipçisi, bir kukla. Sanki kendi iradesi varmış kendisi bu işlerden rencide oluyormuş gibi ona bir insanlık atfetmeyi çok büyük bir haksızlık olarak görüyorum.
Neyse filme devam edelim.
Geçen seçimde Ankara’da yaptıkları gibi sistemin fişini çektiler ve operasyon için o an ne yapacaklarına karar vermeye koyuldular. Ama gel gör ki seçime iyi hazırlanmış Ekrem İmamoğlu da elimde bütün sandıklardan imzalı tutanaklar var, rakamları biliyorum deyince geçen sefer Ankara’daki senaryonun pek tutmayacağını anladılar. Zaten oraya kadar getirene kadar epey çal(ış)mışlardı. Kaldı ki kendi adamları imza atmıştı tutanaklara ve hiçbir vukuat bildirmemişlerdi.
Erdoğan’dan fırça yiyecek ve kelleri gidecek ekip ki daha önce kamuoyunun pek tanımadığı bu tiplerin yüzlerini bugünlerde ezberler olduk, hem zaman kazanmak hem bir şeyler yapıyor görünmek adına ne kadar argüman varsa hepsini sahaya sürmeye başladı. Geçen seçimlerde ne kadar dalga geçtikleri itiraz varsa hepsinde de rekor kırdılar.
En sonunda baktı ki Erdoğan bunların bir şeyi halledeceği yok dün Rusya’ya giderken topa bizzat kendisi girdi ve geçerli oyların hepsi sayılmalı maskesi altında seçimlerin tekrarlanmasının işaretini verdi. Büyük ihtimalle bir kaç tane de yer İstanbul’a ilave edilip yeniden mini bir yerel seçime doğru gideceğiz.
Şimdi İstanbul’u kaybetmenin büyük bir rantı kaybetmek olduğu söyleniyor. Elbette doğru ancak Erdoğan özelinde bunun bir anlamı yok. Yandaşların, belediyeden büyük rantlar elde edenlerin ve ölü yiyicilerin böyle dertleri olabilir.
Bu rant işini çözmek çok kolay. Bir kere AKP ilçe belediyelerinin neredeyse tamamını korudu. Sosyal medyada adı geçen işte Bilal’ın vakıfları olsun, Seçuk’un vakfı olsun ve bilumum torna vakıfların rakamları devede kulak. Belediyenin bütçesini 100 milyon azaltırsın Kültür Bakanlığ’ından bu paraları yine onlara verirsin. Ya da büyükşehirin bütçesinden tırpanlarsın ilçelerden bu parayı verirsin. Trilyonluk ihaleler en kolayı. Erdoğan’ın şirketlerinin karşısında ihaleye girmeye kim cesaret edebilir. Denemesi bedava. Yani mesele salt para ve rant meselesi değil.
Mesele neye geçmeden meselenin yurtdışı tepkiler olmadığını da hemen söyleyeyim. Erdoğan zaman içerisinde Batı’yı bir çok kereler test etti.
Ali’yi, Mehmet’i hapsedebileceğini ama Deniz’i hapsedemeyeceğini biliyor.
Ev hanımını, esnafı, öğretmeni, imamı içeri atabileceğini ama bir rahibe dokunamayacağını biliyor.
Demirtaş’ı hapse atıp bir bedeli olmadığını gördü.
Ey Macron ey Merkel diye meydanlarda tehdit ve argolar savurmanın akabinde gidip hiç ihtiyaç yokken uçak alacağını, en akçeli ihaleleri yine Almanlara vereceğini adamlar da biliyor.
Göçmenleri tuttuğu sürece zaten AB macerasının içine etmesi adamların istediği. Bunun için üstüne para da veriyorlar.
Erdoğan, Rusya ile ABD arasında sıkışmışlığını nasıl pragmatik ve alışageldiğimiz tornistanlarla aşacağını da az çok planlamıştır.
Erdoğan için tek gündem maddesi ekonomi. Ekonomiyi düzeltmek için yine dün söylediği şeyleri inkar edebilir. Çalışmayacağı zannedilen kurum ve kişilerle tekrar çalışabilir.
Peki nedir mesele? Mesele diktatörlük mesleğinde. Güç ve kaybetmiş olmak. Erdoğan çocuk oyunlarındaki mızıkçı hilebaz çocuk gibi nasıl kazanırsa kazansın ama önemli olan o kazansın. Karizması çizilmesin. Güç elinden gitmesin. 7 Haziran seçimlerinden sonra ülkeye yaşattıkları bunun bir nevi sağlaması.
Seçimden bu yana yapılan yorumlar ve yabancı gazetecilerin benim de tanık olduğum bir kaç ortamda devamlı sordukları ve merak ettikleri İstanbul’u kaybettiğine göre düşmeye mi başladı?
Erdoğan kanırta kanırta tekrar İstanbul’u alarak ülkede kendisinin istemediği bir şeyin olamayacağı mesajını vermek istiyor. Hatta kaybedilen bir seçimden sonra bunu çevirmiş olmanın daha etkili olacağını sanıyor. Ne güzel işte ülkede sandık varmış muhalefet de seçimleri kazanabiliyormuş dedirtmenin çok daha iyi bir şey olduğunu düşünmüyor. Ülkenin tek hakimi olduğuna halel getiren İstanbul, burnunda bir sinek gibi onu rahatsız edip duruyor.