Tam 40 yıl önceydi. 17 yaşındaydım, imam-hatip lisesinde okuyordum. Bolvadin’deki evimizde bir rüya görmüş, ağlayarak uyanmıştım. Rüyamda annem vefat etmişti.
Odalarımız bitişik olduğu için hemen annemin yanına gittim. Belli ki her gece olduğu gibi sabah namazından saatler önce kalkmış, gece ibadetini yapmış, sabah namazı ve tesbihattan sonra uyumuştu. Aslında uyarmaya kıyamazdım. Fakat ona sarılmadan, konuşmadan teskin olmam imkansızdı.
Ağlayarak yanına sokuldum. Gözlerini açtı, şaşırmıştı. “Anne, rüyamda vefat etmişsin” dedim. “Ömrüm yenilenmiş, ağlama” dedi. “Bak görüyorsun, yaşıyorum.” Hemen arkasından ders vermeyi ihmal etmedi:
“Bir gün nasıl olsa öleceğiz oğlum. Üzülüp ağlamaya ne gerek var? Her nefis ölümü tadacak. Allah imanla, Kur’an’la ölmeyi nasip etsin. Üstadım ölüme terhis tezkeresi diyor.”
Daha başka neler söyledi bilmiyorum. Çünkü rüyanın tesirindeydim. Ağlasam da onun sağ olduğunu görünce öylesine rahatlamış ve mutlu olmuştum ki… Elbette bir gün gelecek, ölecekti. O gün geç gelsin diye o kadar dua ettim, o kadar çırpındım ki…
Dualarımda “Ya Rabbi, beni anne ve babamın kölesi yap, ahir ömürlerine kadar onlara hizmet etmeyi nasip eyle” derdim. Anne ve babalarına hürmet ve hizmetle meşhur olmuş Veysel Karanî, Bayezid-i Bestamî gibi büyüklerimizin menkıbelerini okur, hayran olur ve onlar gibi olmak isterdim.
Canım babama doyamadım. Ömür boyu maddî sıkıntı çekmişti. Yedi kardeştik. Hepimizi büyütmek, okutmak, zamanı geleni evlendirmek kolay değildi. 41 yaşında iken ağır bir mide kanaması geçirmiş, ölümden dönmüştü. Başta annem olmak üzere ailece babamın üzerine titrerdik. Elimizden uçar gider diye ödümüz patlar, incitmemek için çırpınırdık. Ama o hasta haliyle çalışırdı. Ben ilahiyat fakültesinde okurken bana gönderdiği az, ama bereketli paraları kazanırken kanserle boğuştuğunu ancak vefat edince öğrendim. Bir sabah yeni başladığım işe gidince aldığım vefat haberiyle dünya başıma göçmüştü. Hani bundan sonra onu hiç çalıştırmayacak, her türlü tedavisini yaptıracak, sürekli hizmetinde bulunacaktım? Her şey için çok geçti. Sürekli maddî sıkıntı ve hastalıkla boğuşan canım babam, kansere yenik düşmüş, inşallah manevî şehit olarak ruhunun ufkuna yürümüştü.
Babam geride iki emanet bırakmıştı. Birisi canından çok sevdiği ve hiç incitmediği canım annem, diğeri on yaşında yetim kalan küçük kardeşim. İkisinin de maddî ve manevî ihtiyaçlarını karşılamak ve memnun etmek için elimden geleni yaptım. Bana göre hakkıyla vazifemi yapamasam da, validemin bana her zaman hakkını helal edip dua etmesi, kardeşimin de her zaman memnun ve benden razı olması en büyük tesellim.
Tam 33 yıl sonra
Validemle en son 2016 Ramazan’ında bir iftar ve bir sahur yapmıştım. Bu ziyaret son görüşmemiz olmuştu. Daha sonra üç yıla yaklaşan bir gurbet girdi aramıza. Hasretliğimizi görüntülü telefon görüşmeleriyle gidermeye çalışıyorduk. Son görüşmemizde dünyayla ilişkisini kesmişti sanki. Hiç konuşamadık. Bunun üzerine sosyal medya yoluyla tüm dostlarımdan dua istedim. Ertesi gün sadece iki cümle konuşabilmiştik. “Anne nasılsın?” soruma sadece “İyiyim yavrum” cevabını almıştım.
O günler babamın vefat yıldönümüydü. Nitekim annem yakaza olarak babamı görüyor ve babamın kendisine “Haydi gidelim!” dediğini kardeşime bildiriyor. Bunu öğrendikten sonra telefondaki mesajlara korkarak bakıyordum. Ertesi gün ise tahmin ettiğim haber gelmişti. Mübarek validem ruhunun ufkuna yürümüştü. Tarih, 30 Nisan 2019. 33 yıl önce vefat eden merhum babamın vefat gününden bir gün sonra. Validem 1 Mayıs’ta, 33 yıldır gözyaşlarıyla dua ettiği, Kur’an hatimleri gönderdiği babamın yanına defnediliyordu.
Hizmet’le ilk tanışması
18 yaşında Üstad Bediüzzaman Hazretlerini ve Risale-i Nur’u tanıyan validem, o günleri kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle anlatıyor:
“1932’de Bolvadin‘de doğdum. Yedi çocuğum var. Birinci çocuğumun doğumunda dayımın hanımı Cevşenü’l-Kebir’i okuyormuş. ‘Bu duayı okudun mu her dua kabul olur’ diye bana anlattılar. Ben de gittim ona, ‘Duayı ver. Ben de okuyayım’ dedim. Canım kaldı ‘Bütün dualar kabul olur’ deyince. ‘Yok, veremeyiz’ dedi. ‘Niye?’ dedim. ‘Nurcu olursan öyle okuyabilirsin’ dedi. Ben de ‘Nurculuk neyse olayım’ dedim. ‘Şahide Anneye gideceksin, ondan kitap alıp geleceksin, o Üstadımıza hemen bildirir’ dedi. Şahide Anne çok yakınımızda oturuyordu, tanıyordum. Ama o zamana kadar Üstadı falan hiç duymamıştım. Hâlbuki o da Emirdağ’da imiş. Tabiî, o zaman 18 yaşında, bir çocuklu gelindim. Bir şey bildiğim yok. Kabul ettim, ama beyimden, kayınvalidemden gizli nasıl giderim diye düşünürken, bizim rahmetlik oradan geçiyordu. Cama vurduk. Geldi, izin aldık ve yürüyerek Şahide Anneye gittik. Mübarek kadın bana öyle bir baktı ki, sanki kalbimi okudu. Daha bir şey söylemeden kızına ‘Ülker, yavrum, yengene bir Cevşenü’l-Kebir getir’ dedi. Evler arandığından kitaplar başka tarafa kaldırılmıştı. O zamanlar dualar tek tek idi. Şimdiki gibi hepsi bir arada değildi. Üstadım daha ciltlemediydi. Ülker getirip Cevşen’i verdi bana. Eve getirdim. Öyle bir seyyah gibi sarıldım ki ona. Evde üç bekâr görümcem var, bir de eltim. Nasıl kalkıyoruz gece yarısı, hepimiz Cevşen’i birbirimizden kapıyoruz, ‘önce ben okuyacağım’ diye. Ondan sonra ayda bir Delâilünnur yolladı, sonra Hülâsatü’l-Hülâsa, Tahmidiye… Hepsini okuyorduk. Okudukça kalbimiz gençleşiyor, ferahlıyordu. ‘Cevşen’i vird edeceksiniz’ demiş Üstad. Yani ağzınızdan hiç düşmeyecek.“Cevşen’i nasıl okumayalım ki? Peygamberimize geldiği zaman Hz. Cebrail ‘Zırhını çıkar, bunu oku’ demiş. Böyle hazine gibi bir duayı okumamak ne demek?” (https://www.yeniasya.com.tr/2010/03/07/yazarlar/ygulecyuz.htm)
Burada bahsedilen Şahide Yüksel Hanımefendi, Hanımlar Rehberinde şiirleri bulunan çok müttaki, saliha ve kerametleriyle meşhur evliya bir annemizdi. Emirdağ Lahikasında adı geçen Muallim Abdurrahman Ağabeyin hanımı idi. Validem ona sürekli “Şahide Anne” diye hitap ettiği için biz de “anneanne” derdik. Validem onu çok sever ve hürmet eder, o da annemi çok sever ve dua ederdi.
Annem Şahide Anneyi şöyle anlatıyor:
“Şahide Anneye her gün, hatta her gece, uykudan uyanıp gidiyorduk. Mübareğin kapısı öyle herkese açık. Bir gece rüyamda ondan su istiyorum, bana vermiyor, öteki kadınlara veriyordu. Sabahleyin vardım yanına, ‘Niye onlara su verdin de bana vermedin?’ diye sordum. ‘Yavrum, malum mu olmuş? Senin ismini duamda hatırıma getiremedim, onun için veremedim’ dedi. Sonra Üstada bildirmiş bizim ailecek Nurcu olduğumuzu. Üstad hemen bize tesbihatları göndermiş. ‘Tesbihat yapsınlar, risale yazsınlar. İman yolunda bir damla mürekkep bin şehit kanı yerine geçer’ demiş. O zaman risaleler elle yazılıyordu, matbaa yoktu. Biz de risalelerden yazdık. Ben dört tane ancak yazabildim. Çoluk çocuğun kalabalığına geldi. Tam yedi çocuk, Allah kabul etsin. Gönderdiğimiz risalelerin altına tasdik yazmış. ‘Hemşirem Kezban’ı Cennetü’l-Firdevste saadet-i ebediyeye mazhar eyle’ diye. Hepimiz yazdık, görümcelerim, rahmetlik beyim, kız kardeşim. O da hepsine böyle dualar yazıp bize geri gönderdi.”
Validem burada bahsettiği uzun namaz tesbihatını her gün beş vakit namazdan sonra muntazam olarak yaklaşık 70 yıl boyunca vefatına kadar yaptı.Ev işlerini görürken bile namaz tesbihatını, günlük evradlarını okurdu.
Ailemizin manevî hayatı üzerinde Şahide Annemizin büyük tesiri vardı. Bu mübarek hanımı en son 1982 yılında İstanbul’da evinde ziyaret edip hatıralarını dinlemiştim. Üstad Hazretlerinin kendisine, “Ben İhlas Risalesini ezberlemek istiyorum” diyerek nazik bir şekilde “ezberleyin” demek istediğini anlatmıştı.
Mustafa Sungur Ağabeyden dinlediğime göre, Şahide Yüksel Hanımefendi, Üstadımıza gelerek Bolvadin’de 385 hanımın tevhid hatmi yaptığını söylemiş. Üstadımız da, “Onların bu tevhid hatimleri Risale-i Nur’a kuvve-i maneviye oldu” demiş. Bu demek oluyor ki, bir hanım o tarihlerde sadece bir ilçede 385 hanımla ilgileniyor. Bu rakam Üstad ve Risale-i Nur’un Bolvadin’de nasıl bir kabul gördüğünü anlatmaya yeter.
Nitekim validem 2010 yılında Yeni Asya’da yayınlanan röportajda Şahide Anneyi anlatmaya doyamıyor ve şöyle devam ediyor:
“Risaleleri okumada bile en fazla yardımı Şahide Anne yapardı. Anlamadığımız yerleri tekrar tekrar anlatır, öğrenmek istediklerimizi sorup öğrenirdik. O risale okurdu, biz dinlerdik. Bir de Üstad Hazretleri her gün onunla konuşurdu. Üstadın ona anlattıklarını o da bize anlatırdı. ‘Şunu yapacaksınız bugün kardeşlerim, şöyle yapacaksınız’ diyerek. Bütün Bolvadin avucundaydı sanki. Hepimiz seyyah gibi işlerimizi bitirdik mi hemen oradayız. Allah nasıl verdi aşkını, bilmiyorum. Her şeyimizden vazgeçtik. Bütün ömrümüz, hayatımız, risaleleri dinlemekle, düşünmekle geçerdi. Şahide Anne okuma bilmeyen cahillerin hepsini okuttu. Mukabeleye oturttu. Kocamış, yaşlı kadınları bile.
“Hatamızı yüzümüze hiç vurmaz, bize hep yumuşak davranırdı. ‘Siz şöylesiniz kardeşler, ben âciz böyleyim’ diyerek. Ben eskimez yazıyı halamdan öğrendim. Şimdiki yazıyı bilmezdim. Bir gün koltuğumun altına Sözler’i alıp yanına gittim. ‘Bana yeni yazıyı okut. Hanımlar risaleleri çantalarından eksik etmiyorlar, hep okuyorlar. Ben okuma bilmediğimden aşkından tütüp gidiyordum. ‘Beni okutacaksın’ dedim. O ‘Sen okursun, okursun’ dedi. Eve dönerken şaşkın şaşkın ‘Ben hiç okuma bilmem ki nasıl okurum?’ diye düşüne düşüne geldim. Kafam cahil tabii. O arkamdan dua etmiş. Eve geldim, baktım, yeni yazı harfleri seçmeye başlamışım. Su gibi değil, zorlanarak, bir satır, yarım sayfa okuyabiliyordum. Dünyalar benim oldu. Canıma değiyor. Çok seviniyorum okuduğuma. Hem ağlayıp hem okuyorum. İçime öyle sığmadı. Hamd ü senalar olsun. Bin şükür. İşte hayatımız böyle. Mahşere kadar, ebede kadar böyle gitmek istiyorum. Cümle İslâm kullarıyla inşallah. Mekteplerde bir okuyabilseydik, ilimle her tarafı fethedecektik. Siz maşallah en güzel dönemde yaşıyorsunuz. Bizi okutmadılar. Şimdi gözümün de feri söndü ya, artık fazla okuyamıyorum, ama bulduğum herkese risaleleri okutuyorum.”
Rabbime şükürler olsun ki, merhum validem bütün öğrendiklerini çocuk yaşımızdan itibaren bizlere anlattı ve örnek oldu. Elli yıldır Risaleleri okuyup dinlemek nasip oldu.
Validemin hiçbir eğitim almadığı halde yeni yazıyı okuması tamamen Şahide Annenin duası ve himmeti, ayrıca Risale-i Nur’un kerametidir. Annem son zamanlarda gözleri az gördüğü için okuma gözlüğüne ilave olarak büyüteç tutarak Risaleleri okurdu.
Öyle bir namaz ve Kur’an aşkı vardı ki, görenler şaşırırdı. Hastalık, yolculuk, iş yoğunluğu asla ibadetlerine engel olamazdı. Her gün birkaç cüz Kur’an, Yasin, Fetih, Rahman, Vakıa, Mülk, Amme, Cevşen, Sekine okur; 5 vakit namazın sonunda uzun tesbihatı yapar, nafileleri de kılardı. Yaşlılık ve hastalığa rağmen Ramazan orucunu tutar, hatim ve teravihi ihmal etmezdi. Çok yaşlı olduğu için son birkaç yıldır nafile oruç tutmasını engellemiştik. Çünkü hastalığı artar ve diğer ibadetlerini engelleyebilir diye korkuyorduk.
2011’de annem ve ailemle birlikte umreye gitmiştik. Tam onun istediği bir ortamdı. Uyku hariç tüm zamanlar ibadet ediyordu. O kadar ki asansörde bile Cevşen dinlerdi.
87 yaşında ruhunun ufkuna yürürken geride yedi çocuk yetiştirmiş, 55 torun bırakmış ve bize tatlı hatıralar hediye etmişti. Vefat ederken başında ikisi hafız olmak üzere çocukları ve torunları Yasin, Cevşen okuyor, adeta koro halinde getirilen kelime-i şehadetlerle ebediyet yoluna çıkıyor.
Rabbim bize öylesi bir hayat yaşamayı nasip etsin, Firdevs Cennetinde Peygamber Efendimizle (sav) birlikte olmayı ihsan etsin.
Ona ve tüm geçmişlerimizin ruhuna el hatim, el Yasin, el Fatiha.