İslâm sevgidir ve itaattir. Peygamber Efendimiz (sav) bunu sağlamıştır. Önemli olan onu, iyi temsil edebilmektir. İnsan ruh dünyâsını, îman ve ahlâkla ihyâ ve inşâ etme gayreti içinde olmalıdır. Ruhun ihyâsı, sâlih amelle elde edilir. Mü’minin beslenme ve hayat kaynağı, Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’dir. Önemli olan Allah’ın insanda yarattığı potansiyeli keşfedip onu, en isâbetli bir şekilde kullanabilmektir.
Mâide sûresi 108.âyette; “…Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın hükmünü dinleyip itaat edin! Allah, din yolundan çıkan fâsıklar gürûhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.” buyrulmaktadır.
Ahlâk-ı İslâmiye’de, insanın inşâsı esas alınmıştır. Düşüncenin aksiyona dönüşmesi, Kur’an ve Sünnet çizgisinde kabiliyetlerin inkişâfı, kabiliyetlerin yerinde ve müstakîm kullanılması, insanın kendi irâdesini kontrol altına alma vardır.
İslâm’ı temsil edenler, başarının en büyük vesîlesinin Allah’ın inâyeti olduğuna inanırlar. “Allah murad edip dilemeden insan, hiçbir şey yapamaz” inancı, teslim ve tevvekkül ufkuna ulaştırır.
Gerçek mü’minlerin en büyük sorumlulukları, İlây-ı Kelimetullah’dır. Allah’ın adını yüceltmek ve muhtaç olan kullara ulaştırmak, sevdirmektir. Efendimiz (sav); ” Allah-ı kullarına sevdirin ki, Allah ‘da sizi sevsin” (Suyûtî) buyurmuşlardır.
Hakiki mü’minler; ilmi amele, ameli ihlâsa, ihlâsı marziyyat-ı ilâhiyeye çevirmişlerdir. Onlar, kirli siyâsetten uzak, Kur’an’ın hayâta maledilmesi mevzuunda ciddî gayret içindedirler.
İdeal mü’minler; bu mevzûda bütün gayretlerini îman ve amel-i sâlihe teksif eder, akılların aydınlanması, kalplerin îman, ahlâk ve fazîletle donatılması için eğitime, kalp- kafa, ruh- beden, dünya- âhiret bütünlüğüne göre, hayrü’l halef nesillerin yetiştirilmesine bütün güçlerini sarfederek, dünyâ ve âhiret mutluluğuna tâlip olurlar.
Kâinatta hiç bir şey boşa yaratılmamıştır. Yaratılan varlıkların en şereflisi insanın, en büyük nimetlere mazhar olması yanında elbette büyük sorumlulukları vardır.
Nehirler, çaylar geçtikleri yerleri yeşerterek akar giderler. İslâmiyet ve onun mensupları da aynen o nehirler ve çaylar gibi, dünyânın her yerine hicret ederek, kurumuş gönüllere îmanla, ilimle, ahlâk, fazîlet ve aşkla hayat götürürler. Gittikleri her yerde güller açar, yüzler güler ve mutluluk oluşur.
Fakat bazen de; gayz, kin ve nefret duygusu,insan fıtratında galebe çalınca nice insanlar zâlimleşebiliyor, isyan edip hakikatlerden uzaklaşabiliyor.
raf sûresi 56.âyette Allah (cc); “Düzeltilmiş olan ülkeyi ifsat etmeyin! Hem endişe hem de ümitle O’na yalvarın. Muhakkak ki, Allah’ın Rahmeti iyi kimselere yakındır.” buyurmaktadır.
Hz.Üstad şu enfes tesbiti yapar: ‘Bu asırda hayât-ı insâniye, hususan hayât-ı içtimâîyesi öyle dehşetli, fakat câzibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki; insanın ulvî latîfelerini ve kalb ve aklını, nefs-i emmâresinin arkasına düşürüp pervâne gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.’ (Kastamonu Lâhikası)
Cenâb-ı Hak İsrâ sûresi 18 ve 19.âyetlerde; “Kim şu peşin dünya zevkini isterse, Biz de dilediğimiz kimse hakkında ve dilediğimiz miktarda olmak kaydıyla, o dünya zevkini ona veririz.Ama sonra ona cehennemi mekân kılarız, O da yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya atılır.”
“Kim de âhireti ister ve ona lâyık bir biçimde mü’min olarak gayret gösterirse, işte bunların çalışmaları makbul olur.”
Kıyâmet sûresi 20 ve 21.âyetlerde; “Gerçek şu ki: Siz bu peşin dünya hayatına çok düşkünsünüz.”
“Onun için âhireti terkedip durursunuz” buyurmaktadır.
Kehf sûresinin sonunda; “De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım. Ancak şu farkla ki bana, “sizin ilâhınız tek İlahtır” diye vahyediliyor. Artık kim Rabbine âhirette kavuşacağını umuyorsa, makbul ve güzel işler işlesin ve sakın Rabbine ibâdetinde hiç bir şeyi O’na ortak koşmasın.” ;
Râd sûresi 28.âyette; ” İyi bilin ki gönüller ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”;
Enbiyâ sûresi 37.âyette; “İnsan, yaratılışça çok acelecidir. Hele durun biraz, Beni de aceleye getirmeyin, yakında âyetlerimi size göstereceğim!”;
Enbiyâ sûresi 92.âyette; “İşte sizin bu dininiz bir tek dindir. Rabbiniz de Ben’im. Öyle ise yalnız Bana ibadet edin.”;
Enbiyâ sûresi 93.âyette de; “Ama insanlar aralarındaki bu birliği param parça ettiler. Fakat sonunda yine Bize dönecekler.” buyrulmaktadır.
Helâlde sıkıntı olsa da vicdan azabı yoktur. Haramda sıkıntı olmasa bile, mü’min vicdanında azab yapar. Gayr-i meşrû lezzetler zehirli bala benzer, lezzeti nisbetinde elemi vardır.
Ubûdiyet, emri ilâhi ve rızây-ı ilâhiye bakar. İbâdetler, fıkhî tabirle taabbüdî yani; Allah emrettiği için, O’nun istediği zamanda, emrettiği şekilde ve O’nun rızâsını kazanma niyetiyle yapılmalıdır. İbâdetler vahye göre şekillenir. Kur’an nasıl emretmiş, Efendimiz (sav) nasıl uygulamış ise öyle yapılır. Yasaklar da aynı şekilde.
İllet başka, hikmet başkadır. Emir ve yasakların yapılıp terkedilmesinde asıl illet, Allah’ın emretmesi ve nehyetmesidir. Dinin temeli, esası hikmetler değildir. Allah’ın emridir. Evet Allah Hakîm’dir. Emrettiği her şeyde hikmetler vardır. Biz ise, bir emirde bir hikmet görürüz, halbuki çok hikmetler vardır.
“Gün gelir, kâfirler cehennem ateşinin karşısına tutulurken (onlara) şöyle denilir: ‘Bütün zevklerinizi dünya hayatınızda kullanıp tükettiniz, onlarla safâ sürdünüz. Artık bugün dünyâda haksız yere büyüklük taslamanız ve dinden çıkıp fâsıklık etmeniz sebebiyle hor ve hakîr eden bir azap ile cezâlandırılacaksınız!’’ (Ahkâf, 20)
Paha biçilmez kıymet ve değerde sermâyelerle donatılmış insan, Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda ele alınmalı, fıtratında gizlenen cevherler öne çıkarılmalı, iyi işlenip ahlâk-ı İslâmiye ile terbiye edilmelidir.
Her insan, tek tek ele alınır, âhireti dünyâsına, ruhu bedenine, kalbi aklına gâlip kılınırsa, dünya da huzur, âhirette mutluluk yakalanmış olur. Toplumun hidâyeti de fertlerden başlar. Fertler düzelirse toplumda düzelir.