”Korkunç faciada biri dört aylık olmak üzere beş çocuk ve iki kadın can verdi. Yunan medyasında facia “melekler öldü” şeklinde ilk haber olarak verildi ve gün boyunca facia ile ilgili gelişmeler aktarıldı. Türkiye’de ise ana akım medyada facia haber olmadı.”
Nurcan Baysal / ahvalnews.com
Can yakıcı bir resim var karşımda. Bir erkek ve bir kadın, bir mezarın başındalar. Kadın belli ki acıdan iki kolunu karnında kavuşturmuş, çökmüş. Erkek ise hemen yanı başında, dizkapaklarının üzerinde, o da toprağa çökmüş. Yanında bir kürek. Yan yana iki mezar, toprak üzerlerine yeni atılmış. Mezarların hemen arkasında teller ve deniz…
Sosyal medyadan mezarların bu hafta Türkiye’den Yunanistan’a geçmek isterken batan bottaki çocuklardan ikisine ait olduğunu öğreniyorum. Mezarlığın başındakiler de muhtemelen bu faciada biri dört aylık, biri de üç yaşında iki minik evlatlarını kaybeden Fatma ve Nasır Işık çifti.
Korkunç faciada biri dört aylık olmak üzere beş çocuk ve iki kadın can verdi. Yunan medyasında facia “melekler öldü” şeklinde ilk haber olarak verildi ve gün boyunca facia ile ilgili gelişmeler aktarıldı. Türkiye’de ise ana akım medyada facia haber olmadı. Onlara göre yaşamlarını kaybedenler zaten “F…’cü” idi. Yaşamlarının bir kıymeti harbiyesi yoktu. Dört aylık Mahir bebeğe, üç yaşındaki İbrahim’e, meleklere, melek bile diyememiştik.
Melekler bu ülkede uzun yıllardır ölüyor ve öldürülüyorlar. Bundan 26 yıl önce, yine bugünlerde, bu sefer ülkenin Kürt Bölgesinde başka melekler yakılarak öldürmüştü. Muş’un Vartinis (Altınova) beldesinde Öğüt ailesi, evleri yakılarak, diri diri yanarak öldürüldüler. En küçüğü iki yaşında olmak üzere yedi çocuk, hamile anne ve baba Nasır Öğüt, yakılarak öldürüldü. Tanıklar duruşmada köye o gece operasyon yapıldığını, operasyondan dolayı uyanan Öğüt ailesinin çocuklarından birinin cama çıkarak zafer işareti yaptığını ve bunun üzerine Öğüt ailesinin evinin yakıldığını belirttiler.
Yine tanıklar duruşmada Nasır Öğüt’ün ev ateşe verildikten sonra küçük çocuklarını camdan dışarı çıkarıp kurtarmaya çalıştığını ama askerlerin izin vermediğini söylediler. O gece karşı evde kalan, ailenin katliamdan sağ kurtulan tek çocuğu Aysel Öğüt ailesinin yakılarak ölümüne şahitlik etti. O korkunç günden sonra uzun yıllar ailesini öldürenlerden hesap sorabilmek için duruşma duruşma gezdi, yaşananları tekrar tekrar anlattı her duruşmada, çok acı çekti. Sonuç ne oldu: Yıllarca devam eden duruşmalar sonunda “Kasten ev yakmak suretiyle birden çok kişinin ölümüne sebebiyet vermekten” yargılanan tüm sanıklar beraat etti. Yedi çocuk, yedi melek, Sevim, Sevda, Aycan, Mehmet Şakir, Mehmet Şirin, Cihan ve Cinal yakılarak öldürüldüler. Bu toplum meleklere o zaman da melek diyemedi.
Bu hafta bir başka meleğin de ölüm yıldönümüydü. Lice’de 10 yıl önce karakoldan atıldığı belirtilen havan mermisiyle öldürülen Ceylan Önkol’un. Ceylan’ın da failleri ortaya çıkarılmadı. Ceylan, o güzel gözleriyle hepimizden hesap soruyor hala. Ceylan’ın, Öğüt ailesinin ve daha binlercesinin hesabını soramadığımız için 2015-2016’da sokağa çıkma yasakları sırasında onlarca meleği daha kaybettik. Üç aylık Miray bebeği, 12 yaşındaki Cemile’yi, Silopi’de yatağında öldürülen 10 yaşındaki Memo’yu…
Düşünüyorum da sonradan mı bu hale geldik, hep mi böyleydik. Bu kadar içimiz ne zaman karardı da çocuk ölümlerini bile ayrıştırmaya başladık. Alıştık sanırım, toplum olarak öyle çok kötülük, katliam gözlerimizin önünde yapıldı ki… Ve bizler öyle çok sustuk ki… Çocuğa çocuk, meleğe melek bile diyemez olduk. Ama Ceylan “teröristti”, ama Cihan camdan zafer işareti yaptığı için “yakılmayı hak etmişti”, ama Mahir bebek “F…’cüydü”… ‘Ama’larla aklamaya çalıştık tüm bu cinayetleri, katliamları…
Masumlar can veriyor, melekler ölüyor, öldürülüyor ve bizler onların canlarının, hiç yaşanmamış çocukluklarının hesabını sormak yerine “ama” diye başlayan cümleler kurmaya devam ediyoruz. Gözler kör, kulaklar sağır, evlatlarını kaybedenlerin sesi boşlukta yankılanıyor…
Yazıyı bitirmeden önce başka bir haber geçiyor medyada. Kocaeli’nde dokuz yaşındaki Suriyeli bir çocuğun, okulda öğretmenleri ve arkadaşları tarafından Suriyeli olduğu için dışlanması ve ayrımcı muameleye maruz kalması üzerine kendisini bir mezarlığın kapısına astığını öğreniyoruz. Bir melek daha yitiyor bu ülkede, yaşadığı ırkçılık ve ayrımcılığa dayanamayarak kendi elleriyle canına kıyıyor. Haberi duyduğumdan beri düşünüyorum, Vail’in resmine bakıyorum. Resimlerinin çoğunda hüzün yüzüne sinmiş gibi hissediyorum. Ne yaşadın güzel çocuk, bu koca toplumda bir el sana nasıl uzatamadık, seni nasıl sarıp kollayamadık? Seni nasıl bu noktaya getirdik? O ipi nasıl aldın, kendini nasıl astın? Bir çocuk oyun yerine ölüme nasıl koştu? Nasıl bir acı çekip de bunu yaptı? Ah diye bağırmak istiyorum. Vail’in o cansız bedenini tüm ırkçıların suratına çarpmak istiyorum.
Çok umutsuzum gerçekten. Vartinis’ten Ege’ye, Kocaeli’ne, Cizre’ye… Bu karanlığa dayanamıyorum artık. Bu ülkede, karanlığın içinde her gün bir şeyler yitiriyoruz. Ölür elbette, melekler de ölür…