M. NEDİM HAZAR-TR724.COM
“Türkiye’de işkence gören ile işkenceci arasındaki fark, Birinci Şube’de tutukluyu polis memurundan ayıran, kötü kontrplak kadar incedir. Mazlumla zalim her zaman yer değiştirebilirler. Çünkü bu ülkenin insanı “mezalim”e tepki göstermeyecek kadar zalim olabilir.” Böyle diyor bugünlerde zalimin bıçağını bilemeyi insani tüm hasletlerini çöpe atarcasına tercih eden Yazar Alev Alatlı İşkenceci isimli kitabında.
Evet, bu ülkenin insanı mezalime tepki göstermeyecek kadar zalim olabiliyor.
Hatta daha ağırı, zalime övgüler dizip, zulmü yüceltmeyi entelektüel haysiyetine yedirebiliyor.
Ancak bugünkü yazımızın konusu Alev Alatlı ve onun gibi saray dalkavukları değil.
Tarih 14 Temmuz 1987…
Kenan Evren cuntası ülkeyi adeta bir orak gibi biçmiş ve sağdan-soldan koca bir nesli yok etmeyi başarmıştır. Zindanlarda onbinlerce genç zulüm ve işkence altında inlemektedir.
Zalimin pek çok celladı vardır. Bunların kimi menfaat, kimi de salt kötülük olsun diye mahkumlara işkence etmektedir. İşkence altında son bulan hayatların haddi yoktur, hesabı tutulmamaktadır.
Albay Raci Tetik mesela bunlardan biridir.
Tarihe geçecek kötülükte bir işkencecidir Albay Tetik.
Bir diğeri de Tetik’in yardımcısı, Mamak Askeri Ceza Ve Tutukevi İç Güvenlik A Blok İç Emniyet Amiri Mehmet Sırrı Şuşut’tur.
Bir grup ülkücü genç namaz kılmak için bir araya gelmiştir ve Şuşut, dipçik ile gençler namazdayken saldırır.
Hapishanede Kur’an-ı Kerim’i, namazı yasaklamıştır 12 Eylül rejimi.
Şuşut, insanlık dışı bir kin ve nefretle saldırır gençlere ve dördünü ağır yaralar.
Hiç birinin hastaneye sevk edilmesine izin vermez.
Önce Hüseyin Kurumahmutoğlu vefat eder. Ardından Bekir Bağ, Hasan Alemlioğlu, İsmail Şimşek hakkın rahmetine kavuşur.
Kimse hesabını sormaz bu cinayetlerin.
Şuşut ondan sonraki hayatında da kanunlar açısından pek bir sıkıntı çekmez. Bir ara yaptığı kötülüklerin kendisine dönmesinden korkup Kuzey Kıbrıs’a kaçar ama başına bir şey gelmez Şuşut’un.
Ancak ilahi takdir farklı işler.
Şuşut ile ilgili haberler birer paragraf olsa da, bazı medyada zaman zaman yer alıyordu.
Örneğin önce sağ, ardından sol ayağını kaybetmişti. Ömrünün son döneminde oldukça sefil ve yalnız bir hayat süren Şuşut, komutanı ve suç ortağı Raci Tetik’ten yaklaşık 6 ay sonra perişan bir halde öldü.
Hakkında açılan pek çok işkence davası önce sürüncemede bırakıldı ardından, zaman aşımı bahane gösterilip hepsi düşmüştü.
Tabiri caizse işlediği insanlık suçlarının hukuki bedelini ödemeden gitti Şuşut. Ama yaşadığı sefalet onun işkenceleriyle hayatları kararanları bir nebze rahatlatmıştı.
Pek çok insan hakları kuruluşu Türkiye’de bugün yaşanan işkencelerin 12 Eylül dönemine denk olduğunu belirtiyor.
Hapishanelerde işlenen insanlık suçlarının haddi hesabı yok. Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir ülkede bu kadar masum kadın ve çocuk hapishanelerde perişan edilmemişti.
Buna rağmen iktidar bir yandan da, eski pislikleri aklamakla meşgul. Özellikle doğu-Güneydoğu’da işlenen insanlık suçlarının dosyaları birer birer kapatılıyor, katiller ve işkenceciler birer birer aklanıyor. Ve bu aklanma isminde “Ak” olan bir partinin döneminde yapılıyor ne acı ki!
Mazluma ise mahkeme-i Kübra’dan başka hesap sorulacak bir şey kalmıyor ne yazık ki.
En azından Şuşut gibi işkencecilerin ibret-i alem bir sefillik yaşadığını bilmek insanın acılarını bir nebze olsun hafifletiyor.
Günümüz işkencecilerinden hesap sorulur mu bilemiyorum ama er ya da geç bir adalet mekanizmasına denk gelip, yaptıklarının hesabını vereceklerine olan inancımız tam. Aksi durum Adetullah’a ters düşüyor zira!