Eski başbakan ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile ‘irtibat ve iltisakın’ suç kabul edilme mevsimi geldi. İlk kurban Şehir Üniversitesi ve onun kurucusu olduğu Bilim ve Sanat Vakfı.
Son beş yıldır en sık kullanılan kelimeler arasına giren ‘kayyım’ gerçeği ile tanıştılar. İnşallah yanılırım ama sonraki aşamalara geçmek için, tetikçi savcıların ellerini ovuşturduğuna emin olabilirsiniz. Biz bu filmi görmüştük.
Davutoğlu cemaatine (evet bence onlar da bir cemaat) yapılanlara ‘oh’ diyenler sadece demokrasi ve hukuk bilinci açısından değil stratejik açıdan da hata yapıyor. Çemberi birilerinin kırması lazım ve buna teşebbüs edecekleri cesaretlendirmek gerekiyor. Yalnız üzülerek ifade etmeliyim ki onlarda böyle bir çaba yok. Sözcü gazetesinin yeşil versiyonu olmayı seçiyorlar. Hukuk, ‘ya herkes için ya da hiç kimseye’ prensibini anlamak bu kadar mı zor! Hâlâ sloganik ‘FETÖ’ atarlanmalarıyla kendilerini kurtarabileceklerini sanıyorlar. Açık söylemek gerekirse aynı çizgide giderlerse mücadeleyi kaybetmeleri kaçınılmaz. Parti için de bir asma kilit hazırlayabilirler.
Davutoğlu bugünkü mücadeleyi beş yıl önce kaybetti; lakin Zaman ve İpek medya gruplarına ya da Hizmet Hareketine yakın işadamlarına kayyım atanmasına sessiz kaldığı gün değildi o gün. O günkü hukuksuzlukları küçümsediğimden söylemiyorum sadece, daha temel bir yanlıştan söz ediyorum. Kendisinin AKP’ye kayyım atanması karşılığında Tayyip Erdoğan’ın ülkenin kayyımı olmasına payanda olduğu gündü cinayet zamanı.
Paraşütle indiği partinin başından mancınıkla fırlatılacağı ana kadar, koltukta oturduğu her saniyeyi kar bildi. Saray’daki ilk kabine toplantısı öncesi yediği fırçanın dehşeti yüzüne yansımıştı. Fotoğraflarda sınıfta tek ayak üzerinde durma cezası almış haylaz çocuk gibiydi. Onu da yuttu. Yolsuzluk yaparken 17 Aralık operasyonunda suçüstü yakalanan bakanların Yüce Divan’da aklanması gerektiğini düşürüyordu. Hatta adı geçen bakanları ikna ettiğini bile sanıyordu. Komisyon Başkanı Hakkı Köylü’nün son saniyede Saray’dan aldığı bir telefon her şeyi değiştirdiğinde ıslık çalarak havaya bakmayı sürdürdü.
Şaşaalı bir basın açıklamasıyla şeffaflık yasası çıkaracağını duyurdu. Erdoğan’dan “İl, ilçe başkanı yapacak kimse bulamayız’ fırçasını yedi ve oturdu.
Önüne altın tepside lider olma fırsatı çıktı. 7 Haziran seçimlerinin hezimetini Erdoğan’a fatura etseydi kimse itiraz edemezdi. Öyle yapacağına Saray’da kurgulanan oyalama tiyatrosunda figüran olmayı kabul etti. 7 Haziran sonrasında 1 Kasım’a kadar patlayan bombalar ve geride kalan yüzlerce cesedin desteği ile kazandığı seçime bile sahip çıkamadı. Senesini henüz doldurmamış iken Pelikan Bildirisi’yle tard edildi. O durumda bile, bir kaç karnından konuşma girişimi dışında tepkisi olmadı. Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra aklı başına geldi; heyhat artık çok geç.
Herşeye rağmen bir huruç şansı hâlâ var. Fakat heba etmesi sürpriz olmayacak. Zira sesi, sadece kendisi ve cemaatine yapılanlara gür çıkıyor. Diğerlerini yasak savma kabilinden savunuyor. Ya da parti sözcüleri ağzından, Erdoğan’ın söylemine destek veriyor.
Etyen Mahçupyan, “Davutoğlu konuşursa tarih yeniden yazılır” diyor. Bu sözden bir takım uygunsuz işlere tanık olduğu anlamı çıkıyor. Keşke ileride kullanırım diye naftalinleyeceğine yaşanırken tepki verseydi. Hem o zaman tarihi yeniden yazma zahmetine de gerek kalmazdı!