Musâhabe kahramanları olan Sahabe Efendilerimiz, Muhammed Aleyhisselamın sohbetlerinden doya doya, kana kana istifade etmişlerdir. Üstad Bediüzzaman Hazretleri “Sohbette insibağ ve inikâs vardır.” diyor.
Sıbğa, boya demektir. İnsibağ; boyalanmak demektir. “Sen Allah boyası ile boyan ve O’nun verdiği rengi tam al; (zâten) o ilâhî boyadan, boyası daha güzel olan kimdir ki?” (Bakara Suresi, 2/138) buyurulmaktadır.
Sahabe Efendilerimizi, “Kur’an’ın canlı tefsirler” haline getiren, velilerden daha yüksek makamlara yücelten, Peygamber Efendimizin (S.A.S.) sohbetleri değil midir. Zaten, “Sahabe”, sohbet kökünden bir kelime değil midir? Onlar, o sohbetlerin insibağı ve inikası ile aynı renge girmemiş midir, aynı akis ve yansımalara mazhar olmamışlar mıdır? Aynı mübarek atmosferi solumamışlar mıdır? Efendimizdeki (S.A.S.) vahiy mesajları geldiği zamanlardaki hâlet-i ruhiyelere şâhit olmamışlar mıdır? O vaziyetleri gören ve beraber yaşayan ashab Efendilerimiz bütün bu müşahedelerden sonra elbette akıllarında fikirlerinde, vicdanlarında ve ruhlarında bunların tesirlerini derinden, derine ve inceden inceye hissedecek ona göre müthiş mesafeler kat edeceklerdir ve etmişlerdir de… Bu bakımdan bizler için sohbet-i cânânlar çok önemlidir.
Hindistanlı bir sosyolog olan, soldan gelen ve dünyada meşhur bir yeri olan Prof. Dr. Anwar Alam Bey, “Allah Rızası İçin” isimli Hizmet ve M. Fethullah Gülen Hocaefendi hakkındaki on sene araştırmadan sonra yazıp tamamladığı eserini tanıtmak, kitap imzalama programlarına katılmak üzere geldiğinde kendisiyle görüşen arkadaşlarımıza özel sohbetlerinde beş şey tavsiye etmiştir:
“Kitap okuma kampları devam etmeli.
Abilik, ablalık devam etmeli…
Sohbet-i cânânlar devam etmeli
Maklubeler devam etmeli..
Mütevelliler devam etmeli…”
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, “Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde “Sohbet Ve Muhasebe” bölümünde diyor ki: “Hizmet, İhlas ve samimiyet içinde Hak rızasını aramak ve Hakkın hoşnut olduğu kimselerin TERBİYE ve VESAYETİNDE bulunmak; sohbet ise, gönül kapılarını ardına kadar İLAHÎ VARİDAT ve MEVHİBELERE açık tutarak, bir Hak Dostuna mülâzemette bulunup, onun Hak Tecellilerine açık o zengin atmosferi paylaşmak demektir. Sahabe, HİZMETTE zirveleri tuttuğu gibi, SOHBETTE de en yüksek şâhikaların üveyki olma pâyesiyle serfirazdır ki, bu, o toplumun muhasebesinde merkez noktayı tutan zâtın bir nazarının istidatlı ruhları bir hamlede evc-i kemâle çıkarmasında aranmalıdır. Tabiî, kalblerini, iradelerini, hislerini, şuurlarını o KUTUP YILDIZI’nın çevresinde dönmeye bağlamış bu aktif sabır kahramanlarının istidat ve performanslarının daha nazardan uzak tutulmaması gerekir…
“Aslında bu sohbetlerden en önemli gaye, imanın marifet ufkuna ulaştırılması marifetin “Yakîn’in değişik mertebeleri sürecine bağlanması, Hakikat-ı Ahmediye vesayetinde KALB ve RUHUN hayat mertebelerinde seyahatler gerçekleştirilmesi ve bu seyahatlerin de şuurlu temâşâ ile değerlendirilmesidir.”
Maalesef bu şuurdan uzaklaşmış ve dünya çapında ihlasla hizmet eden kardeşlerine, sırf kıskançlıklarında saldıran, hatta ‘Onları, malları, canları ve ırzları artık ganimet; onlara her istenilen yapılabilir’ gibi fetvalar verip zulümlerle ve cinayetlere ortak olanların sohbetleri içinde Kalbin Zümrüt Tepelerinde şöyle deniliyor: “Sohbetin yerini, onun DEDİKODUSU almış.. mâna kendi vizyonunda karartılmış.. Lâhûtiliğe bağlı eserler, yerlerini hevâîliğe bırakmış.. câzibe-i kudsiye uçup gitmiş; gelip onun o NUR UFKUNA, nefsânî incizâplar oturmuş..
“Er olan erimiş, yağ gibi gitmiş;
Şirin eller, zîr u türaba yatmış;
Sümbüller yerinde muğeylan bitmiş;
Petekler sönmüş, ballar kalmamış!.” (M. Lütfî) demektir ki, böyle bir ortamdaki sohbetin insibağından da, hakikata ve Hakikat-ı Ahmediye’ye (S.A.S.) ulaştırmasından da asla söz edilemez. Doğrusu düşünülen konuşulan şeyler itibarıyla, kahvehanelerdeki sohbetleri hatırlatan tekye, zâviye ve halvethanelerdeki muhasebelerde ilâhî vâridattan bahsetmek şöyle dursun, ŞEYTANÎ ŞERARELERDEN endişe duyulmalıdır. Dolayısıyla da, ihsan ve ihlas ufkundan uzaklaşmış bu mekanlardaki feyiz alış verişine benzeyen her muâmele bir aldanma veya İSTİDRAÇ, buralarda Allah’ın hususî iltifatına mazhariyet beklentisi bir vehim ve bu yerlerin cemaat görünümündeki müdâvimleri de birer yığının ruhsuz parçalarından ibarettir. Hele bir de mesleklerinin revacı adına başkalarıyla uğraşıyor; gıybetlere, iftiralara giriyor ve suizan gibi bir küfür silahını kullanıyorlarsa, böylelerinin oturup kalktıkları yerler tekye değil, birer takıyye mahalli, zâviye değil birer hâviye ve bu meclislerin merkez noktasını tutanlar da sofî değil, birer softadır. Her zamanki, kemâl erbabını tenzihle beraber itiraf etmeliyim ki, sohbet ve muhasebe meclisleri gibi dünden bugüne en aşkın mazhariyetlerin meşcereliği veya helezonları sayılan müesseselerin, hiç olmazsa, bunlardan bazılarının, yukarıdaki çerçeve içinde mütalaaya alınmaları çok acı ve teessüfe lâyıktır. İhtimal, bu mekanlara uzayan yolların perişan olup, köprülerin göçmesinde ve bu eğilimi engin tavırların şiddetlenip bir kısım aşılmaz zorlukların ortaya çıkmasında kaderin tembih ve tenkil ifade eden gizli bir fetvası oldu ki,
“Bâd-ı hazan esti, bağlar bozuldu;
Gülistanda katmer güller kalmadı…” (M. Mütfi)
İnşaallah, tam hakkı verilmiş sohbetlerin havasına ulaşırız.