ENES CANSEVER-HAFTANIN YORUMU
Reis; cumhuru, yaban ellerde gammazlamaya devam ediyor.
Bu sefer, Ukrayna’ya sefere çıkmış.
Kirli ve ikircikli pazarlıklar devam ediyor.
Kalem-defteri, kitap-bilgiyi bilim yuvalarıyla dünyaya taşıyan ve özveriyle Türkiye’yi bir marka haline getiren eğitimcileri “azılı terör gruplarından daha tehlikeli” ilan etmek.
Reis’in ruh hali; ‘Kin ve nefret kalbi, taassup ise aklı kör eder’ sözünü çok güzel şekilde tasvir ediyor.
Sevmediğini fişleyen, beğenmediğini dişleyen, yalan ve iftira sosuyla süsleyip, sığ bir anlayışsızlıkla sergileyen çaresiz ve garip bir hâl…
Yani basit, sığ ve değerlerden yoksun kasaba siyaseti…
Bildiğimiz taktik…
Proses ve adımlar şöyle:
Önce konuk ülkenin liderini iftira ve karalamalarla ikna etmeye çalışmak.
İkna edemediğini, nazıyla etki altına almak…
Karşıdaki yemiyorsa, serzenişle yanına çekmeye çalışmak…
O da olmuyorsa, tüm gücüyle masum eğitimcileri ve yılların emeği kurumları değersizleştirmek.
Hala sonuç vermiyorsa, kaotik ve diplomatik üslupla pozisyon almak.
Hatta TC’nin her türlü imkanını masada pazarlığa açmak.
Reis’in diplomasi mekiği ve bunca uğraşın dört önemli hedef var:
1-Ya alın teriyle kurulan bu kurumları, helal olmayan imkanlarla kurulan vakıflara katmak.
2-Bu yol kapalıysa, bu eğitim kurumlarına kilit vurdurmak.
3-Hiçbir şey yapamıyorsa, eli kalemli bu eğitimcileri, silahlı “terör örgütü” paranoyasıyla yerel yöneticilere vize ve oturumlarını ipttal ettirmek veya operasyon yaptırmak.
4-Ve nihai hedef mafya usulüyle ve MİT marifetiyle kaçırmak.
Nasıl bir diplomatik deha!
Değil mi?
Ne yazık ki, bu yolla kendini ve ülkesinin değerlerini sıfırladığı gibi; masanın karşısındaki ülkeyi ve liderini de uluslararası arenada rezil ediyor.
Kepaze duruma düşüyor.
MOLDOVA SAVCISININ TÜRKÇE ÖZÜRÜ!
Bildiğiniz gibi; Eylül 2018’de Moldova’da 6 eğitimci okullarından ve evlerinin önünden ‘polis’ kimliği gösteren kişiler tarafından kaçırılmıştı.
Kapıları, balyozlarla kırarak girmişti polis kılıklı haydutlar.
Yaban ellerdeki o masum insanların eş ve yavrulanın, çığlıkları hala kulaklarımızda.
Bu çığlığı da, vatandaşına tuzak kuran o bahtı kara, kapkara devlet anlayışı ve iktidarı da unutulmayacak.
Yıllardan beri, Moldovalıların evlatlarına eğitim veren ve Orizont okullarında çalışan 7 eğitimci kaçırılmıştı MİT’in organizesiyle, Türkiye’ye teslim edilmişti
Bir takım maddi menfaatler ve kirli pazarlıklar sonucu bu operasyon yapıldığını biliyoruz.
Bu talihsiz ilk adımı sözüm ona Müslüman ülkeler atmıştı.
Mesut Kaçmaz ve ailesi Lahor’da eşkıya usulüyle kaçırılmıştı.
Myanmar, Kosova, Malezya, Kosova, Azerbaycan, Gabon, Kamboçya ve diğer ülkelerde olduğu gibi…
Moldova’daki karanlık operasyondan ülkenin istihbarat başkanı sorumlu tutuluyor.
Moldova Savcılığı, ülkesinin istihbarat başkanı için 6 yıl hapis istendi.
Moldova Cumhuriyeti’nin Cumhuriyet Başsavcı geçen gün, kameralar önünde Türk öğretmen ve ailelerinden özür diledi.
Hem de Türkçe.
‘Adalet topaldır, ağır ağır yürür, fakat gideceği yere er ya da geç muhakkak varır!’ diye yaygın bir söz var.
Türkiye’de yaşanan tüm mafya usulü hukuksuzluklar, bir gün adaletin o sert duvarına çarpar.
UKRAYNA’YA KARŞILIKSIZ VERİLEN 36 MİLYON DOLAR
Ukrayna’daki ziyarette kapalı kapılar ardındaki pazarlıkları bilmiyoruz, elbette.
Ama Ukrayna’ya 200 milyon Türk Lirası (36 milyon dolar) değerinde askeri yardım tahsis edildi.
Hem de karşılıksız.
Elbette babasının hayrına bunu yapmıyor Reis!.
Bu rakamın karşılığında neler alıp verildiğini veya verileceğini bilemiyoruz.
Ancak, yıllardan beri büyük bir başarıyla ve haklı gururla Ukrayna’da faaliyetlerini sürdüren, cemaat mensupları ve kurumlarının yer aldığını basın toplantısındaki ısmarlama çanak sorularla, yüksek sesle ifade edildi.
Dolayısıyla, eğitimcilerin o büyük pastalı pazarlıklara çerez yapıldığı kesin.
Orta Asya’da yıllarca, aynı anlaşıyla yapılan gizli kapıklı pazarlıkların detaylarını, yerel yöneticiler paylaşırdı.
Değişen bir şey yok.
Eski Türkiye’nin, ambalajlanarak, ‘Yeni Türkiye’ye dönüşmüş versiyonu.
Anlayacağımız, değişen bir şey yok ve olmayacak…
Silahlı anlayıştan, külhanî anlayışa, sivil diktaya tedenni etmenin somut fotoğrafı…
Elinde çekiç olanın, her şeyi çivi görme hastalığı…
Zoraki ve el yordamıyla, alelacele yapılan mıntıka temizliği…
Geçmişteki olayları çabuk unutsak da, canımızı yakan bazı trajedileri hiç unutmayız, unutmamalıyız.
Tıpkı bugün inananlara reva görülen zulümler gibi…
Cuntacı askerler de böyle yapmıyor muydu?
Ya da bir dönemin monşer diplomatları, bu kurumları irtica yuvası diye az mı başka ülkelere gammazladılar!
KOMÜNİZM, FAİL-İ MEÇHUL, İRTİCA VE TERÖRİST!
Talihsiz ülkenin, talihsiz vatandaşları!
1980’lerde ‘komünizm geliyor’ diyerek, 5 binden fazla vatan evladını öğüttü.
‘Ülke bölünüyor’ zırvasıyla, 1990’larda, Kürt-Türk çatışmasını tetiklemek suretiyle, 17 bini fail-i meçhul olmak üzere, Trakya’dan Kars’a, Sinop’tan Hatay’a kadar 40 bin insanımızın canına kıyıldı, kıyılmalara devam ediliyor.
28 Şubat sürecinde ‘irtica geliyor’ diyerek, binlerce Anadolu insanının canı yakılmadı mı?
Peki, ne oldu?
Ne komünizm geldi, ne ülke bölündü, ne de irtica hortladı.
Şimdi de milyonlarca insanı “terörist” diye, inandıracağınızı sanıyorsunuz öyle mi?
Siyaset her defasında silahların gölgesinde, postalların esaretinde kaldı.
Ülke kışlaya çevrildi.
Sonra da mıntıka temizliği yapıldı.
Komünist, bölücü ve mürteci avına çıkıldı.
Söylemler, bu fobi üzerine bina edilerek, eylemler meşrulaştırıldı.
Sonra?
Sonra da, her türlü özgürlüğün ırzına geçildi, insan hakları paspas edildi, yasalar askıya alındı, adalet yerle bir edilerek, tüm bu hukuksuzluklar, ‘demokrasiye giden yol’ olarak yutturuldu balık hafızalı toplumumuzun bazı kesimlerine…
Peki, külhanî siyaset şimdi ne yapıyor?
İrticacı hükümet diye nitelendiren AKP iktidarı bugün, hukuku ayaklar altına alan, diktatör bir rejimle ve büyük bir pişkinlikle karşımızda.
Vesayet sistemini sivilleştirdi.
Mücahit müteahhitleri ise; ‘Kırmızı kitap ve Kırmızıçizgileri’ farklı boyutlara taşıdı.
Geçmişte komünist, bölücü, mürteci ilan edilerek, damgalanan kitleler, ilk önce ‘Paralel’ci oldu.
Paralel evrene dâhil edilenler şeytanlaştırıldı.
Şükürler ki, yakın zamanda atanan bekçilerle ete kemiğe bürünen asıl paralelci anlayışın, kim olduğu ortaya çıktı.
Ayyuka çıkan ‘paralel’ devletlilerinde, Kızılay üzerinden aklanan 8 milyonluk yolsuzluk ve usulsüzlükler üzerine bina edilen paralel devletin taşlarını döşemeye devam ediyorlar.
Kendileri icat ve icra ettikleri Paralel devleti kurmaya devam ederlerken, eli kalem tutan eğitimcileri şimdilik “terörist” ilan ettiler.
7 düvele “terörist” diye takdim ediyorlar.
Çok değil, önümüzdeki dönemde, estirdikleri terörle, asıl kendilerinin katmerli terörist ilan edileceğinden asla şüphem yok.
İşin acı tarafı, tüm bu aymazlıklar, miting meydanlarında ve dış seyahatlerde ‘Yeni Türkiye’ diye takdim ediliyor.
Allah aşkına, yenilik bu şark kurnazlığının neresinde?!
BAŞBAKANINI ASAN, PARLAMENTO’YA KİLİT VURAN ANLAYIŞ!
Öyle ya?
Parlamentosuna kilit vuran, başbakanını darağacına götüren, Cumhurbaşkanını zehirleyerek katleden siyasi bir geçmişe sahip Türk siyasetinin; 40 yıldan bu yana yaslı ve gamlı bir kuşağın yetişmesine öncülük eden, sevgiyi ve kardeşliğini teşvik edenler, “terörist” etrafındaki masum insanlara da, “örgüt” üyeleri iftirasında bulunmaları bizi şaşırtmıyor, esasında.
Demek ki bu topraklarda yürütülen politik anlayışın genlerinde var ‘vur abalıya’ yaklaşımı. Silip atamıyoruz, bu tıynetsiz siyaset yapma şeklini.
30 yıl önce Diyarbakır’da vatandaşına insan dışkısını yediren güvenlik anlayışından, Ankara’da masum insanları kaçıran devlet anlayışına yükseliş!!!
Hukuksuzlukla beraber oluşan nefretin, sari bir hastalık gibi devletin her çalışanına sirayet etmesi kaçınılmaz pek tabiî.
Ya da hırsızları ortaya çıkardığı için, 6 yıldan bu yana özgürlüğünden olan ve tek kişilik hücrede tutulan, bununla da kinin alevini söndüremediği için eşi ve çocuğu da hapsedilen Polis Müdürü Ömer Köse’ye; “sana su bile yok” diyen kindar devlet/iktidar anlayışı.
CUMHUR’A ACI, ÇİLE, REİS’E İSE KEYİF ÇAYI...
Peki cehenneme dönüştürülen ülke, hangi noktada?
Elâzığ yıkıldı, insanlarımız enkaz altında, kurtulanlar kışan ayazında çadırda…
Van’da çığa düştü, insanlarımız kar altından mezarda…
Hatay’da ‘çocuklarım aç’ diyerek kendini yaktı, memleket yangın yeri kimin umrunda?
TSK Teğmeni, kendini minbere astı, mabetler intehar platformu ama din adamları va’zu-nasihatte…
İstanbul’da uçak çakıldı, yolcular şokta, pilotlar surguda…
İdlip’de askerlerimiz ‘kim vurduya’ gitti, dış politika bataklıkta…
41 kişi Elazığ depreminde, 41 kişi çığ felaketinde, 8 asker İdlip’te, uçak kazasında ise; 3 kişi hayıtını kaybetti. Hatay’da ‘aç olan çocukları’ için evlatlarını yetim bırakan acılı baba.
Bir haftalık bilanço: 94 vatan evladı.
Tüm bunlar, sadece bir hafta içinde yaşandı ‘Yeni Türkiye‘mizde.”
“Şehitler tepesi boş kalmayacak” diyor ülkenin Reisi…
Elazığı’da insanlar enkazın altındayken o, seçim otobüsünden paket paket çay atarak; “akşam keyif çayını yudumlarsınız” diyerek, Cumhur’a moral-motivasyon(!) veriyor.
Kısacası, Cumhur’a acı ve çile, Reis ise; keyif çayını peyleme düşüyor.
Bu ruh hali normal olabilir mi?
Üstü de koktu, altı da Reis, bu kadar yanlıştan doğru elde edilmez, düş Cumhur’un yakasından…e.cansever@yepyeni.zamanaustralia.com.au