Bundan dört yıl önceydi. 15 Temmuz 2016 gecesi evde yalnızdım. Yatsı namazını camide kıldıktan sonra birkaç komşumla cami çıkışında ayaküstü sohbet edip eve geldiğimde saat 23.30 civarıydı.
Hal hatır sormak için bir dostu aradım. Dediklerimle pek ilgilenmedi. Ben, arkadaşımın bir işle meşgulken aradığımı zannederken, o bir kalkışma olduğunu, haberleri izlediğini söyledi. Telefonu kapatıp bilgisayardan haber kanallarını açtım.
Saat 21.30’dan itibaren olaylar başlamış.
Ordu içinde bir kalkışma olmuş.
İstanbul Boğaz Köprüsü tanklarla tek taraflı kapatılmış.
F-16’lar uçuyormuş. Meclisin hava boşluğu, Sarayın bahçesi bombalanmış.
Hiçbir şeyden haberim yoktu. Hayret ve merak içinde haberleri izliyordum.
İlerleyen saatlerde zamanın başbakanı canlı yayına çıkıp önceden haberleri olmadığını söyledi.
Sözde darbe teşebbüsünden kendi ifadesiyle “mâlûm yapıyı” suçladı.
Arkasından halkı meydanlara çıkmaya ve darbecilere karşı direnmeye çağırdı.
Camilerde okunan salalar yeri göğü inletiyordu.
Tüm bunlar olurken ordudaki kuvvet komutanları İstanbul’daki bir düğünde eğleniyordu.
Cumhurbaşkanı, darbe girişiminden pek memnun görünüyor, daha o gece canlı yayında darbeyi “Allah’ın büyük bir lütfu” olarak nitelendiriyordu.
İlginçtir ki, sağında oturan o zamanın İstanbul İl Başkanı, “Ne diyor ya bu?” diye hayretle bakarken, damat olaya önceden vakıf olduğu için kıs kıs gülüyordu.
Ve işin en tuhaf ve en ahlâksız teklifi neydi biliyor musunuz?
Her tarafından acemilik dökülen bu kumpasa “bir cemaat darbesi” diye benim de inanmam isteniyordu!
Oysa bu iftiraya o gece de inanmadım, şimdi de inanmıyorum, hiçbir zaman da inanmayacağım.
Neden mi?
Çünkü ben 15 yıl aktif gazetecilik yaptım ve 3 darbe yaşadım, ilkini de kitaplardan okudum.
Darbe böyle olmaz!
Türkiye’de darbe emir komuta zinciri içinde, Perşembeyi Cuma bağlayan gece yarısından sonra olur.
Bu ise Cumayı Cumartesiye bağlayan gece ve emir komuta dışı oluyor.
Ne hikmetse, darbeyi önlemek için halk meydanlara çağrılıyor, ama ordu komutanları birliklerinin başına davet edilmiyor.
Başbakan hiç haberi olmadığını söylüyor, oysa ülkede uçan kuştan haberi var.
İstihbarat için kurulan MİT ne iş yapar?
Bilmemesi mümkün mü?
Bilmiyorsa sorumluları görevden al, biliyorsa yalan söyleme!
Darbeden haberi olmayan zat, kimin yaptığını anında tespit ediyor!
O kadar mutlular ki, halkın içine soktukları özel görevliler kan dökmeye başlamış, hele keskin nişancılar belirlenen şahıslara nokta atışı yapıyor, bunlar bunu “Allah’ın büyük bir lütfu” görüyor.
İlginçtir, darbeci halkı değil, idareciyi hedef alır. Oysa idarecilerin burnu kanamıyor. Zaten haberleri olduğu için o gece Meclise silahlarıyla gidiyorlar.
Darbeci Meclise de halka da dokunmaz. Kendini demokrasiye saygılı göstermek, halkı da yanına çekmek zorundadır.
Çok büyük bir katliam planlanmış olmalı ki, tahrik etmek için birileri halka silah çekiyor.
Ortada silahların balistik incelemesi yok, otopsi raporları yok, sadece tek taraflı suçlama var, o kadar.
Her neyse… Bunları biliyorsunuz zaten.
Peki, niye yazdım?
Çünkü bunlar daha o gece belliydi. Şimdi ise, 15 Temmuz’un ve arkasından gelen asıl darbe olan 20 Temmuz OHAL döneminin en ince ayrıntılarına kadar önceden plânlanmış bir kumpas olduğunu gösteren binlerce belge ortaya çıktı.
Ne yazık ki, bu hususta muhalefet de, milletin çoğunluğu da hakperest olamadı.
Bürokratlar, basın mensupları, aydınlar, cemaatler, kanaat önderleri, sanatçılar, yazarlar, hatta Risale-i Nur’dan beslenen cemaatlerin çoğu maalesef gerçeği haykıramadı.
Muhalefet işine öyle geldiği için sesini çıkarmadı. Belki de birlikte planladılar.
Milletin çoğunluğu, hiç araştırmadan, akıl yürütmeden iftiralara inandı.
Kimi korkusundan, kimi menfaatinden, kimi para ve makam sevgisinden, kimi tehdit edildiğinden, kimi kıskançlığından, kimi yaptığı dinî, sosyal ve kültürel hizmetlerin engelleneceğinden, kimi de kıskançlıktan dolayı zulme ve zalime karşı mücadele etmedi.
Neticede cemaatin 50 yılda oluşturduğu binlerce okul, dernek, vakıf, yurt, üniversite, şirket, öğrenci evi kapatıldı veya gasp edildi.
On binlerce dürüst ve başarılı öğretmen, polis, hâkim, savcı, asker, memur vazifeden alındı.
530 bin kişi hakkında hukukî işlem yapıldı.
On binlerce aile parçalandı.
Açıkçası darbe girişimine bizzat katılan kimselerin adil yargılanmaları gerekirken kendilerince düşman kabul edilen güzide bir topluluk kadın erkek, genç ihtiyar, çoluk çocuk, hasta sakat ayırt edilmeden soykırıma uğradı.
Bu topluluk sadece ülke çapında değil, dünya çapında eğitim, kardeşlik, yardımlaşma, kültür, diyalog ve dayanışma faaliyetleri yaptığı için 15 Temmuz ve sonrası, sadece cemaate ve millete, hatta İslâm âlemine değil, tüm insanlığa kurulmuş bir kumpastır, evrensel bir tahribattır.
Cemaatin bütün dünyada büyük ölçüde yalnız bırakılmasından anlaşılıyor ki, tahribatın vebaline bazı küresel güç odakları da ortaktır.
Maalesef başta dinî cemaatler ve herkese yol göstermesi gereken kanaat önderleri olmak üzere milletin çoğunluğu, bindiği dalı kesmiş, manevî ıslah yollarını kapatmış, birliği, beraberliği ve kardeşliği yıkmış, kendilerine de, insanlığa da yazık etmiştir.
Ümit edelim ki, bir an önce gaflet uykusundan uyanıp tahripten tamire giden yolları açsınlar.