1995’ler olmalı…
Yağmurlu bir yaz gecesi vardığımız Hazar’ın kıyısındaki Türkmenbaşı şehrinde Türkmen öğrenciler bir buket türkü ile karşıladılar bizi.
Gecenin karanlığına karışan bir türküyü o gün bu gün hiç unutamadım.
“Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar. Eğer ölürsem buralarda vasiyetimdir, beni götürsünler doğduğum topraklara.”
Körpe bir Türkmen öğrenciden dinlediğim bu türküyü, Türk Okulu’nda görev yapan ve belli ki köyünün hasretini çeken bir öğretmen öğretmişti.
Kim bilir hangi mevsim ayrılmıştı köyünden.
Kaç kış geçmişti de ıslanamamıştı köyünün yağmurlarında.
Bana mı öyle gelmişti yoksa bir gurbet gecesinde bulutların coşkunca ağlayışından mıydı bilemiyorum ama sanki yürekleri hasret doluydu öğretmenlerin.
Acı çektikleri belliydi.
Ama hiçbir acı boşa çekilmezdi.
Kendilerini, sevgiden bir dünya kurma sevdasına adamışlardı.
Okul müdürü Celaleddin Bey; uzun boylu, esmer güzeli, vakur bir insandı.
Yüzü güven veriyordu.
Gönlünün gamı gözlerinden dökülüyordu. Bakışları derindi.
Şehir valisi Çağrı Bey ara sıra elinden sıkıca tutuyor ve;
“Bu benim kardeşim, bu bana bir yıl önce kaybettiğim evladımın acılarını unutturdu, yüreğimde yanan korları küllendirdi.” diyordu.
Daha sonraları bu büyük ruhlu Celaleddin öğretmenin, ölümün her köşe bucakta pusu kurduğu Afganistan’a gittiğini öğrendim.
Şimdi hangi hücrede, hangi hapiste ya da hangi gurbette bilemiyorum.
Hayatlarını hiçe sayarak, çoluk çocuklarını alıp en tehlikeli mahrumiyet bölgelerinde görev yapan bu polat ruhlu öğretmenler vahşetsiz bir dünya kurmak için gurbetleri vatan edinmişlerdi.
Bütün sanat dalları değerlidir ama bir toplumun aynası olması açısından şiirler, türküler çok önemlidir.
Türküler, yanan yüreğin kelimeleri de tutuşturmasıdır.
Türkülerin olmadığı yerde çiçekler açmaz, kuşlar cıvıldamaz, akmaz derin-dingin ırmaklar hasrete; bahçeye dikilen fidanlar yeşermez, çiçekler kokmaz.
Türküler umuttur, hasrettir, vefadır, dostluktur.
Yüreğimizden sılaya giden bir yoldur.
Yüreğin gurbetinde büyüyen, özlemleri kor kor, demet demet sunan hasret çiçekleridir.
Yüreğimizdeki sevgi kıpırtılarıdır.
Gürül gürül hasrete akan pınarlardır.
Yaşama sevincinden tutunda ölüm acısına kadar, vefayı, vefasızlığı, hasreti, sevgiyi, inancı, direnci, aşkı şiirlerle, türkülerle dile getirmiş; içimizi, acımızı, sevdamızı onlara dökmüşüz, hayatı onlarla bölüşmüşüz…
“Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü gibi candan
Ana südü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz” diyor Bedri Rahmi Eyüpoğlu…
Onlar bizim kanatsız kaldığımızda kanadımız, efkârlı olduğumuz ve yalnız kaldığımız gecelerde tesellimizdir. Sesimizim çıkmadığı yerde sesimiz, nefesimizin kesildiği yerde nefesimizdir.
Memleketin başı dumanlı dağlarına, bereketli ovalarına, yemyeşil bağlarına selam yollarız onlarla.
“Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak”
“Geceleri uzanıp kalınca gurbet yataklarına yorgun ve kimsesiz; Bir türkü nağmesi gelmeyiversin kulağımıza, dumanlanır hemencecik gözlerimiz; ince ince bir sızı sızar yüreğimize…”
Onlar bizim hasretli gurbetlerde gözlerimizden damlayan gözyaşlarımızdır.
Yağmurlu gecelerde, yanağımızdan süzülen pınarlardır…
Biliriz ki; onları ağıt ağıt yakanlar da çoğu zaman kimsesizdir…
“Şiirler, türküler değil midir, buram buram hasret kokan toprak gibi, emek gibi, ekmek gibi, ter gibi, bir çocuğun elindeki taze somun gibi…
Türküler değil midir, dünyanın en muhteşem gelini, en sabırlı anası… Türküler değil midir, özümüz, sözümüz, gözümüz; yollarda yoldaş olup dağlar denizler aşan bizimle…
Türkülerimiz, acılardan damıtılmış gözyaşı, yangınlardan yüreğimize düşmüş madımak, mevsimlerden bahar, vakitlerden akşam; çiçeklerden gül, figanda bülbül, kuşlardan turnadır…”
“Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var”
Gurbette yazılan şiirler, şarkılar, türküler, bizi birebirimize kenetler, direnç oluşturur, sevdalarımıza ses olur, yarım kalan rüyalarımıza nefes olur.
Neylersin ki yüz binlerce mensubu hapislerde, hücrelerde, gaybubetlerde, gurbetlerde acı çeken bir camianın hasretlerini, sevdalarını, özlemlerini, acılarını, sitemlerini dile getiren Gökmen’in ve Süvari’nin kısıtlı imkânları ile yaptıkları birkaç eser de olmasa dişe dokunur bir çalışmanın olmayışı büyük bir eksiklikti.
Nihayet önceki gün bir bayram hediyesi gibi gurbet akşamlarına çağıl çağıl bir beste döküldü…
Bir seher vakti köyün toprak evinin balkonundan karşı dağları seyrederken birdenbire köyün sessizliğine düşen bir ağıt sesi gibi, köy minaresinden yükselen bir sala sesi gibi düştü gurbetteki tüm yüreklere…
“Beni köyümün yağmurları ile yıkamasınlar.”
Öğretmen Ali Güngör’ün yazdığı duygu dolu şiiri yine bir öğretmen olan Zakir Yıldırım yürekleri delen sesiyle yorumlamış.
Fon müziği olarak da “Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar”ın müziği kullanılmış.
Ortaya muhteşem bir eser çıkmış.
İyide daha dün Hazar akşamlarında, Asya steplerinde, Baykal Gölü kıyılarında, Afrika çöllerinde, “Beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar” diyen bu insanlar, “Beni köyümün yağmurlarıyla yıkamasınlar” noktasına nasıl gelmişlerdi?
Belli ki çok incinmişlerdi. Sadece köylerinin vefasız insanlarına değil bulutlarına, yağmurlarına bile kırılmışlardı.
Nice zamandır ne yazık ki ülkemizde melekler incitiliyor.
Körpe dallar kırılıyor, budanıyor…
Dünyaya bayram taşıyan o melekler şimdilerde hapishane köşelerinde, tek başına hücrelerde, gaybubetlerde, gurubu olmayan gurbetlerde gözyaşı döküyor.
Son yazılarımın birinde dediğim gibi bizler, bu günlere çocukluğumuzu köy kabristanına gömerek geldik. En muhtaç oldukları zamanda anamızın, babamızın yanında olamadık. Bir kuşak, ömürlerinin baharını insanlığın bayramına feda kıldı.
Onun içindir ki şimdilerde ülkesinden çok uzaklarda olan öğretmen Ali Güngör hepimiz adına sitemlerini ve kırgınlıklarını şu sözlerle dile getirmiş:
“Beni gurbetin yağmurları ile yıkasınlar
Benim yağmurum köyümden de gelir buralara
Beni Ege’nin, beni Meriç’in sularında buharlaşan yağmurlarla yıkasınlar
Tıpkı, deryalara gark olan çocuklar gibi, yiğitler gibi
Mezarlara kefenli de konsa kefensiz de konsa
Her su yıkayıp arındırmaz mı kulları
Denizden de olsa nehirden de olsa
Beni köyümün yağmurlarında yıkamasınlar
Beni yıkayacak yağmur ulaşır bana her yerde
Hücrede de vuslatta da olsa hainler mezarlığında da
Kaderdeki yazılı ağaç tabut verir, tezgâh da kumaş
Sürgünde de olsa gaybubette de olsa
Beni köyümün yağmurlarıyla yıkamasınlar
Zulme uğrayanların gözlerinden akan sularla yıkasınlar
Beni Ege’nin Meriç’in sularında buharlaşan yağmurlarla yıkasınlar
Beni arşı titreten acıların şahidi meleklerin gözyaşları ile yıkasınlar”
Teşekkürler Ali Güngör teşekkürler Zakir Yıldırım.