Her canlı, hususiyle akıl ve irade sahibi insanlar, hayatı acılarıyla ve bütün zorluklarıyla yaşamak zorundadırlar.
İnsanlar bazen kışı yaşar, bazen bütün mahlukatın şenlendirdiği çiçeklerin yüzümüze güldüğü bahara yolu uğrar, bazen fırtınalar her şeyi alabora eder, bazen de zelzeleler, yangınlar, bela ve musibetler harp ve darplar, zalimler mazlumları ezerek insanları meşgul eder zor durumda bırakabilirler. Çünkü dünya bir imtihan yeridir. İnsanlarda bu imtihan için gönderilmiştir. Böylece insanların dersine çalışıp çalışmadığı, başarılarını ortaya koymaları adına imtihana tabi tutulduğu bir mekteptir. Kabiliyetlerinin inkişafı, talim ve terbiyesi için dünya aynı zamanda bir talimgâhtır.
“Müminler sadece “İman ettik” demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıvereceklerini, imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler?” (Ankebut Sûresi 2)
“Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik. Allah elbette şimdiki müminleri de imtihan edip iman iddiasında sadık olanlarla, samimiyetsiz olanları elbette bilecektir.” (Ankebut Sûresi 3)
“Kötülükleri işleyenler hükmümüzden kaçıp kurtulacaklarını mı zannettiler? Ne fena hükmediyorlar!” (Ankebut Sûresi 4)
Allah ve Resüllullah’la, Kur’an-ı Mu’ciz-ül beyanla, bağlantısı güçlü olan bir mü’min’in dünyada düşmanı sadece Allah’a baş kaldıran şeytan (aleyhilla’neh) dır. Bunun dışında olan en büyük düşmanlık yapanlara bile hazreti üstadın ifadesiyle şefkat manasında bir düşmanlığı vardır. Yani; Allah’ım bir fırsat ver sana baş kaldıran şu insanlara Seni tanıtayım ve Seni sevdireyim niyetindedir.
Onun için davayı İslam’a gönül vermiş hasbi, fedakâr, muhlis, ehli imandan hiçbir kimsenin kaybetmesini bir mü’min vicdanen kabul edemez. Varsa hata ve kusurları, kırılmış kalpleri, onları kavli leyyinle, tatlı dil güler yüzle tamir etmeye çalışırlar.
Kışın sert fırtınaların güçlü olduğu, depremlerin şiddetiyle her şeyin enkaz haline geldiği dönemlerde mü’minler birbirlerine karşı şefkatle merhametle muamele ederek yardımcı olmalıdırlar. Bu ancak iyi niyetle, hüsnü zanla, mazlumların mağdurların elinden tutmakla gerçekleşir. Bu türlü sıkıntılı anlarda her insan normal düşünemeyebilir, yanlış yapabilir, bilerek veya bilmeyerek bazen kalp ve gönül yıkabilir. Kendini haklı iddia eden her mü’min insaflı davranmalı ve bu olup bitenleri hoş görmedir.
Bu mevzuda Hucurat sûresi 10. ayette Cenab-ı Hakk: “Mü’minler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını bulun! Allah’a karşı gelmekten sakının ki, O’nun merhametine nail olasınız” buyurmaktadır.
Allah Rasulü (sav) Cerir bin Abdullah’tan (ra) “namaz, zekat ve yeryüzündeki bütün Müslümanların hayrını istemek üzere biat almıştır.” Efendimiz(sav) “Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu desteğinden mahrum bırakmaz. Bir kimse için Müslüman kardeşini hakir görmesi günah olarak ona fazlasıyla yeter.” buyurmuşlardır.
“İyi düşünün ki Allah’ın Resulü sizin aranızda bulunmaktadır. Şayet o birçok işte size uysaydı, haliniz yaman olurdu. Ama Allah size imanı sevdirdi ve onu kalplerinizde güzelleştirdi; inkârdan, fâsıklıktan ve isyandan ise sizi iğrendirdi.” (Hucurat sûresi 7)
“İşte Allah’tan bir lütuf ve nimet olarak doğru yolda yürüyenler onlardır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Hucurat sûresi 8)
“Müminler ancak o kimselerdir ki Allah’ı ve Resulü’nü tasdik eder ve sonra da hiçbir şüpheye düşmezler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücahede ederler. İşte imanına bağlı, gerçek müminler bunlardır.” (Hucurat Sûresi 15)
Dünyaya bir defaya mahsus olmak üzere gelen herkes misafirdir. Her an Allah bu emanetini alabilir. Öldükten sonra geriye dönme ve hataları tashih etme şansı yoktur. Onun için zaman, hayat ve sıhhat mü’min için çok kıymetli ve değerlidir. Bunlar parayla alınıp satılan şeyler değildir, mü’minler sahip oldukları bu değerleri zayi etmeden, ahiret hayatına yatırım yapmalıdırlar.
Zira gitmek zorunda olduğumuz, zerre kadar hayır ve şerden hesaba çekileceğimiz büyük mahkemede, hakimler Hakimi Allah huzurunda nedamet duyup eyvah demenin, saçını başını yolmanın kimseye faydası olmayacaktır.
Onun için bütün mü’minler Allah’a olan güven ve itimadını sarsmadan, gereksiz ve lüzumsuz şeylerle ömürlerini ve zamanını israf etmemelidirler. Zarardan başka hiçbir faydası olmayan gıybet ve dedikodulara girmeden, zaman şeridini iman, Kur’an ve insanlık hizmetiyle süslemelidirler. Allah’ı kullarına sevdirerek dünya ve ahiret saadetlerine yardımcı olmaya çalışmalıdırlar.
Mü’minler, muhatapları kim olursa olsun üsluplarını bozmamalı, Hz. Musa aleyisselam ve kardeşi Harun aleyhisselamı firavuna gönderen Allah’ü Zülcelal Hazretlerinin Kur’an-ı Mu’cizül beyanda ifade buyurdukları gibi, yumuşak ama vakur bir şekilde -tatlı dil ve güler yüzle- hakkı tebliğ ediyor gibi davranmalı ve kendilerine yakışanı yapmalı, örnek ve model insan olmalıdırlar. Tıpkı Musab bin Umeyr’in (ra) Medine’yi Münevvere de kabile reislerine davrandığı ve gerçekleri ifade ettiği gibi olmalıdırlar.
İman ortamının oluşması ve gelişmesi için güven ortamına ihtiyaç vardır. Güven olmazsa, ifadeler de itibar görmez. Efendimiz (sav) de “bir kalp te iman ve haset beraber bulunamaz” buyurmaktadır. (Nesâi)
“Mü’min gıbta eder münafık haset eder.” (Ragıb müfredat)
“Mü’min Allah’ın hazinesinden ister, münafık kulun elindekinden rahatsız olur, onun izalesini ister.”
Yine Efendimiz (sav) “Sizi hasetten sakındırmaya çalışıyorum. Zira haset, ateşin odunu yediği gibi, kişinin amellerini yer bitirir.” buyurmuşlardır. (Ebu Davut – İbn-i Mace)
İslam ve iman davası; peygamberlerle, hususiyle Efendimiz (sav) ve sahabe Efendilerimizle (r.anhüm) o günden bu güne kadar Kur’an ve davayı İslam’ı temsil eden büyüklerimizle, hususiyle son asırlarda ömürlerini hapishanelerde çile ve ızdırablar içinde geçiren, kalbini rızayı ilahiye ve davasına kilitlemiş hasbi ve fedakâr mü’minlerin omuzuna konmuş bir emanettir.
Allah bu emaneti bugün ehli imanın omuzuna koymuşsa, hadiseler sıkıntılar ne kadar büyük olursa olsun sabredip katlanmalı ve bu davanın varisi olduklarını ve kasvete boğulup ye’se düşmeden, ümitle şahlanıp rüştlerini ispat ederek gelecek hayrul halef nesillere bu davayı daha mükemmel olarak devretmelidirler.
Kasas sûresi 77. ayette Cenab-ı Hakk: “….. Allah sana ihsanda bulunduğu gibi, sende insanlara iyilik et, sakın ülkede nizamı bozma peşinde olma! Çünkü; Allah bozguncuları sevmez.”buyurmuştur.
Bazen bir mazarratı def etmek, iyi iş yapmaktan daha hayırlıdır. Kim ne derse desin hiçbir şeye takılmadan kalbimizi Allah’ın rızasına kilitlediğimiz bu yolda, hasbi samimi fedakâr muhlis mü’minlerle bu emaneti götürmeli, Allah’la irtibatı hizmetle sadakati sürdürmeli ve pes etmeden ye’se düşmeden, herkes kendi sorumluluğunu yerine getirmeli. Bu yolda Allah emanetini nerde alırsa bir tohum gibi bulunduğumuz yere defnedilmeyi arzu etmeliyiz.
Dünya şartlarını nazara alarak ciddi bir müşavereyle yeniden hizmeti imaniye ve Kur’aniye’yi, insanlığın dünya ve ahiret saadetine destek olucu ve dünya barışına katkıda bulunabilme adına yeryüzü kışlasında hiçbir beklenti içinde bulunmadan, rütbesiz Allah’ın cünudu olarak hizmet vermeliyiz.
Bugün olup bitenlerle alakalı Allah’ın muradı bu istikametteyse, tenkit ve itiraz etmeye hiçbir hakkımız yoktur. Hamdedip şükredip ve sabrederek Cenab-ı Hakk’ın rızasına talip olmalıyız.