İlginç bir milletiz vesselâm…Bir gazeteci programında konuşurken “Eski Türkçe, bizim Türkçe’miz değil” diye Osmanlıca’dan bahsediyor.
“O değişti Türkler’in Türkçesi geri geldi” deyip, anlatırken onlarca Arabî ve Fârisî kelime kullanıyor.
Birçok kültürün içerisinden geçerek Anadolu’ya gelen Türk Dil ve Kültürü Anadolu’da onlarca dil ve halkla tanışmış, birleşmiş, kaynaşmış ve Anadolu İnsanı, Anadolu Kültürü ortaya çıkmış…
Hepimizin bildiği gibi dilimize girmiş, dilimizde başkalaşmış, Türkçeleşmiş binlerce Arapça, Farsça ve diğer dillerden kelimeler var…
Bence bu hususta birçok toplumdan daha zenginiz.
Enteresan olan o ki Gaztecimiz bunları kullanıyor ve Türkçe zannediyor.
Dil ve Kültür Ortaklığı ;
Şu an dünyâ yüzünde saf, âri bir dil olduğunu düşünmüyorum çünkü etkileşim o kadar fazla ki, her dilden diğer bir dile kelimeler giriyor, çıkıyor, değişim yaşıyor…
Sözcükler etnik kimliklerden daha hür, hattâ âlemi gezip dünyâ halklarının dillerine pelesenk olan kelimelere hiç kimse kimlik sormuyor, kapı göstermiyor.
İşine geldiği gibi kendi diline uyumlu bir şekilde kullanıyor.
Kültürler hızla değişip, kaynaşıyor sınır tanımayan bir başkalaşım var.
Belkide dünyânın ömrü yetse bütün renk ve dillerin oluşturduğu karma bir Dünyâ Dili’ne, Dünyâ Kültürü’ne doğru gideceğiz…
Ortak bir dil, ortak bir kültür, birbirini anlayan insanlar, insanlık.
Bence güzel olur…
Bu değişme “kıracağı kapıları” kapatmak yerine belli dinamikleri koruyarak, ülkemizi, gönlümüzü sonuna kadar açmak zorundayız.
Zamânın baş döndüren değişimine birkaç on yılı daha fedâ etmemek için yolumuz ; asimile olmadan, duruma entegre olmak olmalı…
Alfâbe mi ? Cehâlet mi ?
Öznemiz devam ediyor “Yeni alfâbe Türk Alfâbesi” deyip Latin Hurûfu’nu nazara veriyor.
“Eski Alfâbe Türkçe’yi karşılamıyordu” diyor.
Yeni Alfâbe karşılıyor mu acaba ?
İnceltme, uzatma, kesme işâretlerini bile yazı, çizide yok edip dilin kanına girdik…
Meselâ “hala” kelimesi hâlâ mı ? Yoksa Hala mı ?
Kar mı ? Kâr mı ?
Ne dersiniz dâhi mi ? dahi mi ?
Ben çok basit bir iki örnek verdim, siz yüzlerce örnek bulabilirsiniz.
Yazı dili ile konuşma dilimiz arasında uçurumlar ve farklılığın sebeb olduğu dil kazâları var.
En eğitimli insanlar dahi herhangi bir makâleyi okurken birkaç vurgulama yâhut telaffuz hatâsı yapabiliyor.
Yaşadığımız zaman diliminde hiçbir alfâbe yaşayan, değişen, gelişen, her yönü ile dinamik dilleri taşıyamaz.
Birâz mürekkep yalamışlar için televizyonlarda, YouTube kanalında çıkıp konuşmak, yüksek perdeden ahkâm kesmek kolay.
Senin alfâben mi ? benim alfâbem mi ? şeklindeki bir kör döğüşü yerine hastalığı teşhis etmek lâzım.
Maâlesef karşımızda öyle bir kitle var ki ne versek “yaaa” deyip, teslim oluyor, tartmadan alıp heybesine koyuyor.
Eğitim seviye ve sorunumuz boyumuzu aşmış durumda.
Gaddâr düşmân ; Cehâlet !
Bizim mes’elemiz, hastalığımız alfâbe falan değil, maâlesef her katmanda görünen cehâlet…
Konuya “Dil” ile giriş yaptım fakat sâdece dil yada kültür değil, her konuda aynı durumdayız.
Şartlandırıldığımız ön kabuller ve tebâiyetlerimizin körelttiği gözlerle her şeyi belli bir kalıpta görerek, enginlere yelken açmaya mâni, yelkenimizi bir türlü şişirmeyen cehâlet.
Şartlanmışlığı aşamamak…
Evet, Üstâd Bedîüzzamân’ın dediği gibi bizim ilk ve amansız düşmanımız Cehâlet’tir.
Okumak, yazmak yetmiyor, devamlı öğrenerek ilim sâhibi olmak, öğrenileni yaşayarak ilme cân, rûh kazandıraran irfâna varmak gerekiyor.
İnsân ; İlm cismine irfân ile rûh üflemeli…
Üstün bir gayretle çalışarak, hayâta-hayatlarımıza, geleceğimize ilim ve irfânla yön vermeliyiz.
Pespâye Siyâset ;
Kısır iktidâr savaşları, pespâye siyâset oyunlarının cenderesinden bir türlü kurtulamayan Anadolu Halkları tâlihsizdir.
Gemi yürütmekten başka bir işe yaramayan ucuz hamâset nutukları, devamlı irdelenip kurcalanan rezâlet milliyetçi fikirler ile gözleri boyanmıştır…
Birkaç yüzyıldır popülist politikalar ile, sürekli değiştirilip duran Eğitim Sistemi, delik-deşik edilmiş medreseler, okullarla insanımız cehâletin en koyu karanlığına itilmiştir…
Son yirmi senede Türkiye’nin Eğitim, Sınav ve benzeri sistemlerinin her yıl nasıl değiştiğini çok daha net görebilirsiniz.
Değişimin hızından başı dönen nesiller, her yeni hâle uyum sorunu yaşamaktan eğitime, öğrenmeye vakit bulamıyorlar.
Bu karanlık gecede insanımızın uyanmasını bir kenara bırakın, muktedirler şeytânî algı operasyonlarıyla sihirli bir şekilde Anadolu Halkları’nın gözlerine öyle mil çekmiş, kör etmiştir ki, uyansa bile aydınlığa kavuşamayabilir.
Eğitim Zâyiâtı ;
Muktedirler ve siyâset iş üretmek yerine şahsiyet ve kâbiliyet köreltmekle meşguldür.
Ne yazıkki birileri vârolmak için tâbilerini yok etmeyi seçmektedir.
Biraz uyanıp baş gösterenin her (on yılda bir) başı ezilmektedir…
Son eğitim zâyiâtı, son kurbân “varsa yoksa eğitim” diyen, eğitim için koşturan ve alanında çok başarılı olan Hizmet Hareketi‘dir.
Anadolu Halkları’na ışık taşımanın bedeli hapis, ölümler ve en acısı Anadolu’dan kovulmak, sürgün ile ödeniyor...
Hep berâber direnmeliyiz.
Ego cenderesinde Aydınlar ;
Aydınlarımız’a gelince sorma gitsin, büyük çoğunluk itibârıyla kabuklarına sövmekle meşguller…
Münevver, Aydın yada Entelektüel’in görevi ; Elindeki doğruyu,
- ajite etmeden,
- muhataplarını küçümsemeden,
- kaynaklarıyla,
- tarafgir olmadan,
- hak olarak anlatmaktır..
Aydın’ın vazifesi bulduğu ışığı herkese taşıyıp, muhtaçlarla paylaşmaktır.
İnsanları kendi seviyesine çıkarmaktır.
Halka rağmen halk için yaşamak değil, halkla berâber yaşamaktır.
“Işığa erdim diyerek” karanlıktakilere caka satmak, onları küçümsemek,
kişinin “Aydın” değil, egoist kendini beğenmiş, kibirli, nâ-ehil bir insan olduğuna delildir.
Münevver yahut Aydın, hedef tahtasına Cehâlet‘i koyar, hedef tahtasına Câhil‘i oturtup ona sövmez, delik deşik etmez.
Evet, Cehâlet’i bırakıp, Câhil ile uğraşanlar birkaç defâ düşünmeli, mâlumunuz derler ya “küçük kafalar şahıslarla” uğraşırlar…
Maalesef Aydınlarımız değil, Aydın görünen entellerimiz muhataplarını tahkîr, tezyîf ve tahrîk ettiklerinden sâdece kibir ekip, nefret biçiyorlar.
İlim ; İrfânla beslenmeli...
Unutmadan eklemek lâzım ; İnsanlara sâdece ilmî-fikrî terbiye yetmiyor…
Her insan muhakkak kalbî ve rûhî terbiye almalı…
İlim ; İrfânla beslenmeli...
Son tahlilde ;
Bizler değişip gelişen dünyânın ilim, bilim ve teknolojisini nazarı itibâre alarak,
– Cehâleti yok etmeyi hedef edinelim,
– Yeniden istikrarlı bir Eğitim Seferberliği ile
– İlim ve irfânla,
– Dil ve kültürlerin kaynaşmasından korkmadan, kendi değerlerimizle zamâna entegre, adapte olalım,
– Bizleri yoldan alıkoyan menfaâtperest politikacılara,
– Kibirli bir kısım entellere,
– Engellere takılmadan,
– Kısır çekişmeleri bırakarak,
– Özgür Sivil İnsiyatifler’le,
– Bireyi besleyerek,
– Ama kollektif şuûru atlamadan,
– Gücün kölesi olmadan,
İnsanlığa hizmete kilitlenip, insanlığa hizmet eden, el veren güzel insanlarla birlikteliği şiâr edinerek, Hizmetimiz‘e devâm edelim.
İnsanlıkla el-ele geleceği kuralım…
Ömür kısa ve daha yapacak çok işimiz var.
mansurturgut@yepyeni.zamanaustralia.com.au
@MANSURTURGUT