Üç kuruşluk miras, beş paralık gurur yüzünden kardeşlerin birbirini boğazladığı coğrafyamızda “Kürtler bizim kardeşimiz” cümlesinin hiçbir anlamı yok.
Hele devlet denilen hikmetinden sual olunmaz kutsal devreye girerse, fetvasını alır hukuka katlettirir kardeşini.
“Benim de Kürt arkadaşlarım var” der onları muhatap almayı büyük bir lütuf gibi sunarız. Ve dostluğumuzla ödüllendiririz. Kardeşlik masalından bile daha can sıkıcı ve rencide edicidir bu söylem.
“Kürtler siyasete girebiliyor hatta bakan başbakan bile olabiliyorlar!” Fakat nedense hep sayılabilir haldedirler. Mesela AKP Lideri Erdoğan, ABD’de kendisini sıkıştıran bir soru üzerine “Bilmeni isterim benim partimde şu anda 50 Kürt milletvekili var,” demişti. Partilere ölçekle ve seçmece dağıtılırlar. Seçim mitinglerinde kürsüye çağırılıp gösterilmek dışında bir misyon ve fonksiyonları yoktur. Hangi partide kaç Türk var bilmeyiz ama Kürtlerin sayısı ezberimizdedir. Sol partilerde fazla ileri gitmemek kaydıyla etnik kimliklerini söyleyebilir; sağ partilerde ise ancak “Kürt kökenli” olabilirler. Kürt kimliği ile siyaset yapmak istediklerinde, belediyelerine el konur, vekillikleri düşer ve soluğu cezaevinde alırlar.
En zor, en ağır işlerde çalıştırdığımız işçilerimizdir onlar… Köle taşır gibi bir kamyonun kasasına çoluk çocuk doldurulur fındık toplamaya, çay kesmeye götürülürler. Sonra faşist duygular depreştiğinde kadın yaşlı demeden öldüresiye dövülür, linç edilirler. Atatürk büstü öpmek gibi ucube işlere maruz kalırlar.
Bu arada hısım da oluyoruz onlarla. Kız alıp kız vermişliğimiz vardır. Kardeşlikle birlikte en sık söylediğimiz, faşizmi meşrulaştırma sloganımızdır. Bunu en çok kullanan ırkçı partilerin temsilcileri, Irak Anayasasıyla kurulmuş Özerk Kürdistan Bölgesi’nin bayrağına hakaret etmeyi marifet sayarlar. Kürtler Mars’a çıkıp orada devlet kursa bundan bile rahatsızlık duyacak hastalıklı bir psikoloji bu.
Hele bir de ‘afedersin Ermeni’ (elbette Yahudi ve Süryani) yurttaşlar var. Ne kardeş olabiliyorlar ne kız alıp verebiliyorlar. “Ermeni dölü, Yahudi soyu” gibi küfürlerin öznesi yapmak dışında aklımıza gelmiyorlar. En son geldiklerinde 6-7 Eylül yağması gerçekleşmişti. Ya Lazlar… Kürtlerin işine yarar diye seslerini çıkarmıyorlar ama bir nesil sonra Lazca konuşabilen kimse kalmayacak.
“Vergi alıp hizmet götürülen eşit yurttaş” diyemediğimiz için yukarıdaki birlik beraberlik sloganları boş bir aldatmacaya dönüşüyor. Bu cümle aslında ala-yı vala ile “Kürt realitesini tanıyoruz” denilen 90’lı yılların söylemiydi. Ve sanki yeni bir şey söylüyormuş gibi o bayat ifadeyi kullanmaktan utanıyorum. Ama hâlâ o noktaya ulaşamadığımızdan binlerce defa daha tekrarlayacağız aynı kalıbı. Devletin kardeşi, arkadaşı, kuzeni yoktur. Hakları, anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış eşit yurttaşları vardır. Tüzel bir aygıt olan devleti temsil eden, başbakan ve cumhurbaşkanının da kardeşi değil vatandaşı olur.
Aslında daha temele inersek devletin kimliği olmaz, olmamalı. Aksi halde kaçınılmaz biçimde o kimliği bireye dayatıyor. Muteber vatandaş üretme ve denetleme mekanizmaları sistem içine yerleştiriliyor. Her şeye rağmen istediği özelliklere sahip bireyler üretim bandından az sayıda çıkıyor. Fabrika hatası çoğunluk ise baskılarla ‘zararsız’ hale getiriliyor. Elbette kendi kimliklerinden sıyrılıp tamamen devletin boyasıyla boyananlar bakan da Başbakan da olabiliyor. Değişmediğini hatta tam tersine devleti değiştirdiğini iddia edenler en uyumlu örnekler. Kemal Kılıçdaroğlu ideal Dersimli, Erdoğan ideal İslamcı, Bekir Bozdağ da ideal Kürt’e örnek gösterilebilir. Öncelikleri, kırmızı çizgileri ve kullandıkları araçlar birbirinin aynısı; sadece kullanılan dilde ton farkı var. Hakan Fidan, Batı Trakya’da bir camiye iki çatapat attırsın, 6-7 Eylül’ün on katı yaşanır.
Kemalistlerle Erdoğanistler arasındaki işbirliğinin önemli bir sebebinin de bu benzeşme olduğunu düşünüyorum. Erdoğan’ı biraz kazıyın, altından Mahmut Esat Bozkurt çıkar. Devletin kimliğini kutsama ve dayatma konusunda zamana göre güncellenme dışında ne var.
Ülkenin mevcut ortamında söylediklerim çok ütopik kaçabilir. Lakin Kürtlerin kadın yaşlı demeden darp edildiği son olayda yine timsah gözyaşları ve kardeşlik edebiyatı başlayınca kendimi tutamadım.