Merhum Cahit Zarifoğlu’na ait bu başlıkta okuduğunuz edebi cümle.
“Hayat nasıl da geçiyor zaman hiç geçmezken.”
Gerçekten de öyle.
Geçmek bilmiyor zaman, bitmek bilmiyor seneler, aylar, günler, saatler ve dakikalar.
Her gün aynı güne uyanmak, aynı şeyleri tekrar etmek yaşama heyecanını öldürüyor insanın.
Hele şu koronavirüsünün karantinası altında yaşarken daha çok hissettik bunu.
Ama netice değişmiyor.
Geçmek bilmese de zaman, hayat akıp gidiyor.
Bir de bakıyorsun ki neredeyse bitmiş hayatın.
Kaçınılmaz son olan ölüm, devasa adımlarla sana doğru ilerliyor.
Bir gün gelecek kapını da çalacak.
Geçen gün bir dostuma dedim ki; ‘çocukluğumda ben, bugün benim yaşımda olan insanlara ihtiyar gözüyle bakıyor, ha öldü ha ölecek diyordum.’
Evet şimdi ben, bir zamanlar benim ha öldü ha ölecek dediğim insanların yaşındayım.
“Gün günden beter” derdi rahmetli ninem 80 öncesi anarşinin yoğun olduğu ve her gün gencecik insanların ölüm haberlerini radyo ajansından dinledikten sonra.
Bugünleri görseydi ne derdi bilmiyorum ama ben de aynı şeyi söylüyorum: gün günden beter.
Gecikmiş adaletin adalet olmadığını söylerdik eskiden.
Şimdilerde gecikmiş adaletin cinayet olduğunu gözlerimizle görüyoruz.
Duyduğumuz ciğersûz hadiselerin özneleri başkaları olsa da sanki hepsini ben yaşamışım gibi acı ve ıstırap duyuyorum.
Sadece ben mi?
Benim gibi binlerce insan aynı acı ve aynı ıstırapla kıvrım kıvrım bugün.
Tam da bu noktada insan “hakkı, hakkaniyeti, hukuku, nısfeti bıraktık,
azıcık merhamet” diyor.
Gün ışığında elinde fenerle, mumla merhamet arıyor.
Heyhat, onu da bulamıyor.
Neden mi?
Çünkü İbni Haldun’un tespitiyle “merhamet masum olduğu için her kalbe misafir olmazmış” da ondan.
Öyle der İbni Haldun: “Merhamet masum olduğu için her kalbe misafir olmaz.”
El-hak doğru söylemiş.
Merhum bu tespiti kendisine yaptıracak neler gördü, neler yaşadı bilmiyorum ama dediği çok doğru.
Dünkü dostlar bugün düşman olmuş.
Büyük resimden değil, kendi küçücük dünyamdaki dostlarımdan, dost bildiklerimden bahsediyorum.
İnanması o kadar zor ki!
Bazen oluyor ki “Yaşamak isterken delicesine ölümü özledim anne” diyen insanın hissiyatını yaşıyorum iliklerime kadar.
İran’ın ünlü şairi Sadi Şirazi’nin sözünü hatırladım şimdi.
Der ki o büyük şair: “Kimsenin senin yanında olmasına güvenme. Karşına geçmesi için bir adım, düşman olması için bir lafın yeter.”
İyi de diyor insan kendi kendine, onun karşıma geçmesi ya da düşman olması için ne bir adımım ne de bir çift lafım oldu.
Öyleyse neden?
Bilmiyorum ki?
Ah keşke bilebilsem!
Bilebilsem de sevgimin acıttığı kalbim biraz sükûnet bulsa.
Sevgi kalbi acıtır mı diyebilirsiniz?
Acıtır.
Vallahi acıtır.
Billahi acıtır.
Tallahi acıtır.
Hem de derinden derine.
Hem de inceden inceye.
Korkmalı insan bu akıbetten.
Kalbi sevgiden acıyan değil, kendisine karşı sevgi ile çarpan o kalbi acıtan korkmalı.
Zira o acıyan ve incinen kalp, eğer neden sorularına tatmin edici bir cevap bulamazsa, bir an gelir öyle bir “ahhhh!” eder ki, o ahh Merhum Neşet Ertaş’ın dediği gibi sahibini mutlaka bulur.
Ne güzel der büyük Usta: “İncinmiş olanın ahı, nereye gitse bulur sahibini”
Kendi adıma incinmiş hissiyatım diyeceğim ama birçok arkadaşımın da benimle aynı kaderi paylaştığı, aynı duygu ve düşüncelere sahip olduğunu bildiğim için incinmiş hissiyatımız diyeyim ve bir itirafta bulunayım; evet incinmiş hissiyatlarımız bazen ola ki bizi böyle düşündürüyor ve konuşturuyor ama bunun ne kadar doğru olduğunu da kestiremiyorum.
İnsanlığın İftihar tablosu Peygamber Efendimizin örnekliğinde yerini bulan nice hadiseler ardı arkasına sökün ediyor zihnime.
Sonra bunları düşündüğüm için utanıyorum kendimden.
Aziz Francis’in güzel ama gerçekten çok güzel bir duası vardır.
Yaşadığım onca sıkıntıya rağmen böylesi bir duayı edebilecek engin bir gönüle sahip olmayı ne kadar çok arzu ederdim.
Heyhat, o hissiyatı da kaybettim günlük hayatın hay huyu içinde.
Beni bırakın da duaya odaklanın şimdi.
Şöyle der duasında Aziz Francis:
“Tanrım, beni huzurunun bir parçası yap,
Nefretin olduğu yere sevgi ekmeme izin ver.
Suçun olduğu yere merhamet,
Şüphenin olduğu yere inanç,
Umutsuzluğun olduğu yere de umut,
Karanlığın olduğu yere ışık,
Üzüntünün olduğu yere neşe.
Yüce tanrım!
Teselli edileceğimden çok teselli edeyim,
Sevilmektense seveyim.
Çünkü verdikçe alırız,
Bağışladıkça bağışlanırız
ve ölünce de ebedi yaşama doğarız.”
Gördüğünüz gibi gelgitler arasında bitip tükeniyor hayat, zaman hiç geçmese de.