ADEM YAVUZ ARSLAN-TR724.COM
Kritik bir haftaya girdik ve bu hafta yaşanacakların yansımaları Türkiye’yi yıllar boyu etkileyecek.
Kastım artık önü alınamaz hale gelen Covid-19 değil.Maalesef iktidarın halka yalan söylemesi ve gerekli tedbirleri almaması nedeniyle (yaygın kapanma gibi) salgın, kitlesel ölümlere yol açacak aşamaya geldi.
Bugün itibariyle tüm sosyal medya ağları cenaze evi gibi.
Ancak Türkiye’ye asıl darbeyi hem ABD hem de AB’den gelecek yaptırım kararları vuracak. Çünkü zaten çökmüş olan ekonomiyi alt üst edecek gelişmeler bunlar.
Daha önce bu köşede defalarca anlattım. Erdoğan’ın S-400 macerası ağır çekim tren kazası gibi.
ABD tarafı uzunca bir zamandır Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğunu hatırlatıp S-400 hava savunma sistemi almasının ittifakın ruhuna, mantığına aykırı olduğunu anlattı.
Tavsiye ile başlayan daha sonra uyarıya dönüşen, en sonunda da tehdide evrilen “S-400 almayın” lafı da artık sona geldi dayandı.
Bu arada hatırlatma yapayım: Erdoğan ve AKP kurmaylarının uyarılara kulak tıkaması sonrası dönemin ABD Savunma Bakanlığı vekili Patrick Shanahan mevkidaşı Hulusi Akar’a mektup yazıp “yapmayın, başınız ağrıyacak” dedi.
Trump’ın ‘aptal olma’ mektubu kadar sıradışı bir mektuptu ama Ankara o mektubu da sümenaltı etti.
Erdoğan, Trump ile yakın ilişkisine güvenerek “hallederiz” dedi ama Trump’ın gücü de bir yere kadar yetti ve duvara dayandık.
Trump bugüne kadar Erdoğan’a yönelik yaptırımları engelledi ama artık durum farklı. Hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçilerin üzerinde uzlaştığı Savunma Bakanlığı 2021 bütçesi (Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasa Tasarısı; NDAA) bugün Temsilciler Meclisi’nde oylanıyor.
Yasanın Temsilciler Meclisi’nden çoğunluğun oyuyla geçmesine kesin gözüyle bakılıyor. Senato’da da ciddi bir dirençle karşılaşması beklenmiyor çünkü savunma bütçeleri genelde uzlaşmayla hazırlanıyor.
4,500 sayfalık 740 milyar dolarlık tasarının bizi ilgilendiren tarafı S-400’lerle ilgili ambargoyu karar bağlaması. Yasa imzalandıktan sonra 30 gün içerisinde Türkiye’ye yaptırımlar başlayacak.
Kritik soru burada devreye giriyor.
Yaptırım kesin ama Türkiye’yi ciddi şekilde hırpalayacak düzenleme kimin üzerine kalacak?
Eğer yasa hemen geçer Trump da on günlük süre içinde imzalarsa Trump Erdoğan’a ambargo uygulamış olacak. Aksi olur, Trump veto eder ve süreyi uzatırsa ve sonra imzalarsa ambargonun uygulaması yeni başkan Biden dönemine sarkacak.
Bu durumda Biden dönemi gerginlikle başlamış olacak.
Fakat yaptırımlardan kaçamayacağını gören Erdoğan’ın lobiciler aracılığıyla Trump’ı harekete geçirip yaptırımları onun döneminde başlatmak istediğini gösteren veriler de var.
Şöyle ki:
Eğer yasa bu hafta geçer ve Trump veto etmeden onaylarsa Beyaz Saray’dan ayrılmadan yaptırımların başlaması gerekecek.
Yasaya göre Trump, 12 maddelik CAATSA yaptırımlarının beşini uygulamak zorunda.
İşte ‘cinlik’ burada.
Çünkü Trump, yaptırımların Erdoğan’a ‘en az zarar verecek olanlarını’ seçip uygularsa giderayak büyük jest yapmış olacak. Trump ile Erdoğan arasındaki sıradışı ilişkiyi düşünürseniz böyle bir ihtimali yabana atmamak lazım.
Bu aşamada sorulması gereken soru yaptırımları kimin uygulayacağından çok Türkiye’nin bu sarsıntıyı nasıl aşabileceği.
Çünkü Rahip Brunson krizinde bile Trump’ın bir cümlelik tweet’i Türk ekonomisini alt üst etmeye yetmişti. Şimdi daha kapsamlı bir yasa önümüzde duruyor.
Yaptırıma muhatap olanların ABD’ye girişinin yasaklanması, mal varlıklarının dondurulması yanında Türk bankalarının sistemden çıkarılması, dolar kullanmasının yasaklanması dahi var.
Ekonomik krizin derinleştiği şu günlerde CAATSA yüzünden uluslararası finans kaynaklarına erişimimiz de kısıtlanacak.
Finansal kurumların yasaklanması, Amerikan devletinin yaptırımına uğrayan kişi ve kurumlardan mal veya hizmet satın alınmaması da yasa kapsamında.
Bir diğer maddede ise ‘dolar yasağı’ var.
Yaptırıma uğrayan kişi ya da kurumlar herhangi bir şekilde dolar ile işlem yapamayacaklar.
Maddelerden birisi ise bürokrasiyi doğrudan ilgilendiriyor.
“Sanctions on principal officers” başlığı “yaptırıma tabi olan kişilerin kendileriyle birlikte sorumlu sıralı amirleri de” aynı yaptırıma muhatap oluyorlar.
Doğal olarak sıcak gündem olduğu için CAATSA yaptırımlarına bakıyoruz ama S-400’leri almanın Türkiye’ye maliyeti şimdiden hesaplanamayacak kadar büyük.
En başta Türkiye’nin de parçası olduğu yeni nesil savaş uçağı F-35’lerden mahrum olduk.
Başka hiçbir şey olmasa bile F-35’in dışına itilmek Türkiye için paha biçilmez bir kayıp. Dahası Türkiye yalnızca F-35 uçaklarını kaybetmekle kalmıyor, NATO sistemlerinden de izole ediliyor.
Bu tip yasaların çarpan etkisi fazladır.
Mesela Türk savunma sanayii ABD’den yazılım ve donanım temin edemez ama Avrupa’dan da edemez. Hatta dünyanın birçok ülkesinden teknoloji transferi yapamaz. Unutmamak gerekir ki Türk Savunma Sanayinin ithalatının yüzde 90’ı ABD ve Avrupa ülkelerinden.
Uçakların uçamayacağı, gemilerin denize açılamayacağı günler uzakta değil.
Bakmayın ‘yaptırımlar bizi bağlamaz’ diyen Erdoğan medyasına.
Erdoğan ve yakın kurmayları bu işi çok ciddiye alıyor. Hatta lobi şirketleriyle bol keseden lobi anlaşmaları yapıyorlar.
Erdoğan, bir yandan Washington’da nabız yoklarken bir yandan da ‘sır küpü’ Hakan Fidan’ı İsrail’le ilişkileri toparlaması için görevlendirdi.
Ankara’daki yaygın inanca göre “Yahudi lobisini yanlarına alırlarsa Washington’da elleri güçlenecek.”
Türkiye’nin Yahudi Lobisi ile iyi ilişkiler içinde olmasının bir sakıncası yok, hatta olmalı da, ancak bu düşünce Washington’u doğru okuyamadıklarını gösteriyor.
Bütün bu hengamede temel soruya geri dönelim: Türkiye S-400’leri neden aldı? Sözkonusu füzelerin askeri ya da ekonomik gerekçelerle alınmadığını Erdoğan medyasının yandaş kalemleri dahi anlatıyor.
“Erdoğan neyin karşılığında Putin’in kanatları altına giriyor?” sorusunu herkesin kendine sormasında fayda var.
Çünkü Erdoğan’ın “kişisel iktidarı, güvenliği, cebi” için yaptığı tercihler Türkiye için ulusal güvenlik sorunu haline geldi.