Özlem Zengin kimliğini ve kişiliğini üniversite yıllarında yaşadığı başörtüsü mağduriyeti üzerine kurmuş bir isim. Nasıl oluyor da “mağdur ve dertli” bir kadın, kendisinin de dâhil olduğu parti tarafından yönetilen ülkede cezaevlerinde çıplak aramaya maruz kalan kadınlarla empati kuramıyor?
SELAHATTİN SEVİ-KRONOS
İki elinin on parmağı tek tek sayılabilecek şekilde ayrık ve gergin. Muhatabına ama en çok da kendine bir şeyleri ispat etmek için kısa cümleler kuruyor: “Bu stüdyoda bir silahlı saldırıya şahit olsak, herkes olanı görmüş olsa bile bu olayın varlığına veya yokluğuna karar veremeyiz. Bu olay yargıya taşınır. Ve kayıtlar bile olsa, her anı kayıt altına alınmış bile olsa bununla ilgili mahkemede bir karar verilir.”
Özlem Zengin Topal, ‘kayıtların’ ve ‘kanıtların’ olmadığı Kabataş ‘hadisesi’ni AKP İstanbul Kadın Kolları Başkanı olarak CNN Türk’te, ‘Hafta Sonu Keyfi’nde Hakan Çelik’e ve konuk gazeteci Ahu Özyurt’a izah etmeye çalışıyor. Yıl 2014..
“Şikayetçi olan kadın diyor ki, ‘Bana böyle böyle şeyler yapıldı.’ Bu yapılanlarla ilgili adli süreçlerden geçilmiş. Savcıya gidilmiş, adli tıp raporu alınmış, doktora gidilmiş. Bunların hepsi…” diyecekken Çelik, “Görüntü yok galiba, değil mi?” diye kesiyor sözünü. “O an için görüntü yok… ” cevabını veriyor. “Ne tek başına beyan yeterli olacak ne tek başına görüntü yeterli olacak,” manevrasıyla yine yargıyı işaret ediyor. Araya bir başörtüsü mağduriyeti sıkıştırmayı da ihmal etmiyor.
‘HAYATI ÇOCUKLA HUKUK ARASINDA’
Cezaevlerindeki çıplak arama tartışmasında iktidarın sözcülüğü görevini üstlenen ve “yoktur” diyerek kestirip atan AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin -artık Topal soyadını kullanmıyor- kimliğini ve kişiliğini üniversite yıllarında yaşadığı başörtüsü mağduriyeti üzerine kurmuş bir isim. Çıktığı programlarda o döneme ait fragmanlar gösterildiğinde mutlu oluyor.
28 Şubat ve sonrasında yaşanan başörtüsü mücadelesinin anlatıldığı “Onların Öyküsü” belgeselinde Sultanahmet meydanından İstanbul Adliyesi’ne, yere bakarak ve pat pat basarak ‘hüzünlü’ bir ney sesi ile yürürken aniden vurmalı ve yaylı çalgılar devreye giriyor, gerilimi artırıyor. Tok bir erkek sesi, “Bir kadın ki hayatı çocukla hukuk arasında, bir anne ki ömrü adaletle merhamet arasında” diyor.
Sonra kırmızı fon üzerine safran rengi eşarbını daha da canlı gösteren dar açı bir kamera görüntüsü… Kamera açısının dışına bakıyor, “Ben Özlem Topal, Hukuk Fakültesi mezunuyum…Avukatlık yapıyorum ama başörtüsü taktığım için mesleğimi tam olarak icra edemiyorum” ifadeleri duyuluyor.
Yine arka ses devreye giriyor: “İki kelime, sadece iki kelime açıklayıveriyor onun yüzündeki yazıyı: Merhamet ve adalet…”
“Çocukluğuma dönüp baktığım zaman merhametle alakalı pek çok güzel hatıra hatırlıyorum,” diyor Zengin: “Evimiz hastaneye çok yakındı bazen ihtiyarlar hastanenin yolunu bulamazlardı. Hasta ve yorgun oldukları için hastaneye gidecek takatleri olmazdı. Kimi zaman kollarına girerek onları hastaneye kadar götürürdüm. Kimi zaman tüpünü taşıyamayan teyzelere tüp taşımak için yardımcı olurdum.”
Devamında ise “Çok eşelersem adaletle ilgili izler de bulabilirim geçmişimde” cümlesi geliyor.
‘BULABİLECEĞİ’ MERHAMET VE ADALET
Öyle anlaşılıyor ki belgeselin çekildiği dönemde bile “çok eşelenirse bulabileceği” merhamet ve adalet kavramlarıyla arasında epey mesafe var Zengin’in.
Avukatlık ruhsatnamesi almak ve yemin etmek için üniversitenin ikinci yılından sonra kamusal alanda açmadığı başını 20 dakikalığına açtığında duyduğu üzüntüyü, aşağılanmayı ve kırgınlığını her zaman altını çizerek anlatıyor. Peki nasıl oluyor da böyle “mağdur ve dertli” bir kadın, kendisinin de dâhil olduğu parti tarafından yönetilen ülkede polis merkezlerinde ve cezaevlerinde çıplak aramaya maruz kalan kadınlarla en küçük bir empati kurmuyor ya da kuramıyor?
Kendisinin hâlâ iyileşmeyen yaralarını iktidarları döneminde başka kadınlara da reva görmeyi nasıl açıklıyor?
Kadınlar ve anneler ne kurdukları STK’ların ne de içinde olduğu iktidar partisinin gündeminde. Özlem Zengin açık hak ve hukuk ihlallerine neden duyarsız?
Yıllar önce hep kendisine nasihatler veren babasının da izlediği bir parti kongresinde “AK Parti dişi bir kelimedir” diyordu Zengin, “Çünkü AK Parti’nin var olmasında, bugüne kadar yol almasında ve büyümesinde kadınların çok büyük bir önemi var.” Peki şimdi kendinden olmayan herkesi diş göstererek hizaya getireceğini mi düşünüyor? “Daha iyi bir Türkiye artık bize az geliyor. Daha iyi ve yeni bir dünya, değerlerinin yeniden tanımlandığı bir dünya ve artık ‘Yeni Türkiye ve Yeni Güç’ diyoruz” derken o gücün kendisini ve partisini, elbette bütün Türkiye’yi zehirlediğini fark etmiyor mu?
BİLMEK SORUMLULUKTUR, ZENGİN BİLMEZDEN GELİYOR
Bilmek herkese büyük sorumluluklar yüklüyor. AKP Milletvekili Zengin, bilmezden geliyor. Çocukluğunda yatılı okula giderken babasının “Her şeyi oku sana aşinalık sağlar” sözünü unutamıyor: “Tabelaları, levhaları, önümdeki ilacın adını, kalemin markasını…” Her şeyi okuyan Zengin elbette sosyal hayatı da okuyor, yargı ve hukuk sistemini de…
“Şeyi hatırladım Fadime” sözleriyle Ülke TV’de birlikte ekrana çıktıkları ve kotardıkları -sözümona- “İnce İşler”de Fadime Özkan’a, “Dersaneler sürecinde onlara etkin rol vermişlerdi. Onların hem dernekleri hem ev ablaları vardır.” diyen Zengin, aslında çıplak aramaya maruz kalanlara ‘aşina’. Kim olduklarını gayet iyi biliyor.
Fadime Özkan’ın devlet aklına şapka çıkardığı programda ‘FETÖ’nün medyasına, bankasına, dersanelerine yapılan operasyonda o ‘ablaların’ ve ‘kadınların’ kendilerini yerlerde sürüklediklerini, kaşlarını gözlerininin patlattıklarını biliyor ama sonra her ikisi de onların aslında ‘figüran’ olduklarında ittifak ediyorlar: “Hiyerarşi içinde görevleri var… Yargılanacaklarını bildikleri bir dönemde hamile kalıyor. Bebekleri küçük. Bebek sahibi oluyorlar. Örgütlü bir durum var.”
Hukuk kökenli siyasetçinin dilinin ucunda ‘örgütlü hamilelik’ new-age bir kavrama dönüşüyor. Yani Özlem Zengin’in tabiriyle, “Kadınlar ve çocuklar üzerinden yeni bir şey açalım…” çabası her şey…
MERHAMET VE ADALET BİR ÇOCUKLUK HATIRASI…
Oysa kim olduklarını bildikleri kadınları dinleyebilir, haklarını aramalarına en azından saygı gösterebilirdi Zengin.
Tabii bir zamanlar merhamet için tüpünü taşıdığı teyzeleri unutup “tüpçünün gazetesinde” onursal genel yayın yönetmeni olan Ertuğrul Özkök’ün köşesinden dirsek atmasına rağmen ‘diyalog’ kapıları aradığı kadar ötekileştirilen kadınlara da saygısı olsaydı… Merhamet ve adalet bir çocukluk hatırası olarak kalmamış olsaydı…
Üç çocuk annesi Özlem Zengin’e “artık pek bakmıyorum” dediği aynalarla dost olmayı tavsiye etmekten başka çare yok.