Yazımızın başlığını Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bir mektubundan aldık.
Kendisi her ne kadar ilim adamlığı ve idealleri için yaptığı mücadeleleriyle tanınsa da aynı zamanda gece ibadetleriyle meşhur âbid ve zahid, şakir ve zakir bir zattır.
Tefekkür mesleğinde çok ileri ufuklarda dolaşmakla beraber aynı zamanda tam bir ibadet kahramanıdır.
Üstad ve talebeleri için 1947-1948 yılları çok zor ve işkenceli geçmiştir. Çünkü tam 20 ay boyunca Afyon Hapishanesinde ağır baskı ve işkence, yoğun mahrumiyet ve ıztırap içinde yine iman ve Kur’an’a hizmet etmeye çalışmıştır.
Afyon’un şiddetli soğuğunda camı kırılmış ve soğuktan donması hedeflenmiş, ancak hasta da olsa Rabbimiz korumuştur. Sobasının bacası kapatılarak dumandan boğulması istenmiş, yine Cenab-ı Hakkın himayesiyle kurtulmuştur.
Bir keresinde aşı yapmak bahanesiyle enjektörle doğrudan zehir verilmiş, büyük acılar çekse de yine Rabbimizin inayetiyle vefat etmemiş, şifa bulmuştur.
Böyle bir ortamda bile dışarıda ne yapıyorsa aynını yapmış, El-Hüccetüzzehra isimli 15. Şua’yı yazmış, imkân ölçüsünde talebeleriyle ilgilenmiş, ibadetlerinden, evrad ve ezkârından asla taviz vermemiştir.
Mübarek Üç Aylar gelince de talebelerine mektuplar yazarak onları ibadetle ihyaya teşvik etmiştir.
İşte bu mektupların bir kısmında Üç Ayların ve mübarek gecelerin faziletini şöyle anlatır:
“Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şaban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar.
“Leyle-i Miraç, ikinci bir Leyle-i Kadir hükmündedir. Bu gece mümkün oldukça çalışmakla kazanç birden bine çıkar. Şirket-i mâneviye sırrıyla, inşallah her biriniz kırk bin dille tesbih eden bazı melekler gibi, kırk bin lisanla bu kıymettar gecede ve sevabı çok bu çilehanede ibadet ve dualar edeceksiniz.” (Şualar, 14. Şua).
Üstad burada manevî şirket ifadesiyle Nur Talebeleri arasındaki iştirak-i a’mâl-i uhreviye (ahirete ait işlerde ortaklık) prensibine dikkat çekmektedir.
Bu düstur 21. Lem’a olan İhlas Risalesinde şöyle açıklanır:
“Bu iştirak-i emval (mal ortaklığı) düsturu a’mâl-i uhreviyeye (ahirete ait işlere) girse, zararsız azîm menfaate medardır. Çünkü bütün emval, o iştirak eden her bir ferdin eline tamamen geçmesinin sırrını taşıyor. Çünkü nasıl ki dört beş adamdan, iştirak niyetiyle biri gazyağı, biri fitil, biri lâmba, biri şişe, biri kibrit getirip lâmbayı yaktılar. Her biri tam bir lâmbaya mâlik oluyor. O iştirak edenlerin her birinin bir duvarda büyük bir âyinesi varsa, her birinin noksansız, parçalanmadan, birer lâmba, oda ile beraber âyinesine girer. Aynen öyle de, emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi, o iştirak-i a’mâlden hâsıl olan umum yekûn ve umum nur her birinin defter-i a’mâline (amel defterine) bitamâmihâ (tamamen) gireceği, ehl-i hakikat mâbeyninde (arasında) meşhud (görülmüş) ve vakidir. Ve vüs’at-i rahmet (rahmetin genişliği) ve kerem-i İlâhînin muktezasıdır (gereğidir).”
Üstad Hazretleri, bu muhteşem prensibin günahlara karşı sabır ve direnişteki etkisini anlatırken de şunları nazara verir:
“Risale-i Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki (arasındaki) düstur-u esasiye olan iştirak-i a’mâl-i uhreviye kanunuyla ve samimî ve hâlis tesanüd sırrıyla her bir hâlis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dille mukabele eder. Bazı melâikenin kırk bin dille zikrettikleri gibi, hâlis, hakikî, müttakî bir şakirt dahi kırk bin kardeşinin dilleriyle ibadet eder, necata (kurtuluşa) müstehak ve inşaallah ehl-i saadet olur.” (Kastamonu Lâhikası)
Bir başka mektupta ise ahirete ait ibadetlerde manevî ortaklık prensibinden dolayı talebelerinden dua isteyen Bediüzzaman Hazretleri, onlara muazzam bir müjde verir:
“İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisâta karşı, ihlâs kuvvetinden sonra bizim en büyük kuvvetimiz, iştirâk-i a’mâl-i uhrevî düsturuyla birbirimize kalemlerle, her birinin a’mâl-i saliha (salih ameller) defterine hasenat yazdırdıkları gibi; lisanlarıyla, her birinin takvâ kalesine ve siperine kuvvet ve imdat göndermektir. Ve bilhassa fırtınalı tehacüme (saldırıya) hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu mübarek şuhur-u selâsede (3 Aylarda) ve eyyâm-ı meşhurede (meşhur günlerde) yardıma koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârların şe’nidir (işidir). Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi (manevî yardımı) sizden rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadakat şartıyla, Risale-i Nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî kazançlarıma, yirmi dört saatte, iştirak-i a’mâl-i uhreviye düsturuyla, bazan yüz defadan ziyade Risale-i Nur talebeleri ünvanıyla hissedar ediyorum.” (Kastamonu Lahikası)
İşte Üç Aylar ve mübarek geceleri birbirimize ve bütün mazlumlara dua etmek için altın bir fırsat bilmeliyiz. Böylece belki binler, belki milyonlar, belki milyarlar dille dua etmiş ve ahiretimize manevî azık kazanmış oluruz.
İnsanlık tarihinin en büyük buluşması ve müjdeler gecesi olan Miraç Kandilini en iyi bir şekilde değerlendirmek için imkânlar ölçüsünde toplu sohbet, zikir, evrad ve dua programları yapmalı, geceye oruçlu girmeli ve ertesi gün için oruç tutarak bitirmeliyiz.
Mademki Bediüzzaman gibi bir ibadet kahramanı “Miraç Gecesi ikinci bir Kadir Gecesidir” demiş. Geceyi namaz, Kur’an, isitiğfar, salavat ve dua ile ebedîleştirmeliyiz.
Gerçi Üstad zaten yılın her gecesini kandil gibi değerlendiriyor, sabah namazından beş altı saat önce kalkıp, Büyük Cevşen’in tamamını okuyup teheccüd kılıyor, sabah namazından sonra da uzun tesbihatını yapıyormuş.
Peki kandil gecelerinde daha farklı ne yapıyormuş?
Kandil ve Ramazan gecelerinde yatsı namazından sonraki iki saatlik uykuyu da erteliyormuş. Sungur Ağabeyden dinlediğimize göre, sabah namazına kadar ibadet ediyor, sahur ve sabah namazından sonra uyuyormuş.
İşte Miraç ve benzeri geceleri ihya etmek demek, aynı zamanda başta Üstad olmak üzere çok ibadet eden kardeşlerimizin dua ve ibadetlerine ortak olmak demektir.
Rabbim hakkıyla istifade etmeyi nasip etsin.