Bakara suresinin 191. ayetinde el fitnetü eşeddü min el katl, yani fitne cinayetten daha şiddetlidir, buyurulur. Günümüzde bu ayetin manasını bizzat yaşayarak tecrübe ediyoruz. Geçtiğimiz yedi yıl içinde, Hizmet Hareketi mensuplarına atılan iftiralar, söylenen yalanlar ve çıkarılan fitneler, belki de İslam tarihinde eşi benzerine rastlayamayacağımız kadar çoktur.
Türkiye’yi son 19 yıldır yöneten iktidar, saltanatının emekleme döneminde neredeyse herkesi, ülkeyi hukukun üstünlüğünü ilke haline getirmiş, yargının yürütmeden bağımsız olduğu, demokratik haklara saygılı, dünyanın önde gelen ülkelerinin seviyesine çıkaracağına inandırmıştı. İleri demokrasi söylemleriyle beraber, İslami değerlere de saygı duyan bir retorikle milyonları peşine takan iktidar, zamanla, kişisel çıkarlarına, makam, saltanat ve dünya sevdasına teslim oldu. Netice itibariyle hem ahiretini, hem vatanını, hem de vatandaşını üç günlük dünya hayatına değişti. Yanlışlıkları keşke sadece bununla sınırlı kalsaydı, ama ne yazık ki onlar şu geçici dünyada muvakkaten zevk-ü sefa sürebilmek için milyonlarca insan hakkında yalan söyleyerek, iftira atarak, fitne ateşlerini fitilleyerek, geriye dönüşü olmayan bir yola girdiler.
İşin enteresan tarafı, kime hangi iftirayı attılarsa, hepsi kendilerinde çıktı. İnsanlara soru çaldı dediler, fakat kendileri tarihin en büyük vurgununu yaptılar, öyle ki, ekonomi uzmanları ülkeye açtıkları zararı, bu milletin torunlarının bile ödeyemeceğini söylüyorlar.
İnsanları darbeyle suçladılar, ama kendileri ülkenin rejimini değiştirinceye kadar anayasa ve yargıya üst üste darbeler yaptılar.
İnsanları terörle suçladılar ama kendileri ülkede terör estirdiler, bu milletin evlatlarını, kadın ve çocuklara kadar, zindanlarda çürüttüler, işkence yaptılar, öldürdüler, şahsi mülklerine çöktüler.
Dinini büyük hassasiyetle yaşamaya gayret gösteren insanlara fırak-ı dalle iftirasını attılar ama kendileri gerçekten sapkınlardan oldular.
Masumlara haşhaşi dediler, ama kendileri uyuşturucu kaçakçılığına bulaştılar, teşkilatlarının en üst mevkilerinde istihdam ettikleri insanlar kokain partilerinde yakalandılar.
Hepsinden daha kötüsü İslam dinini, şahsi hırs ve ihtiraslarına kurban ettiler, işledikleri suçlara din kılıfı giydirmeye kalktılar. Hani Hz Ömer zamanında cereyan eden meşhur bir hadise vardır. Hırsızlık yapan bir adam Hz Ömerin huzuruna getirilir. Adam, bu suç benim hakkımda takdir edilmişti, dolaysıyla benim suçum yok, der. Hz Ömer adamın cezasını ikiye katlar ve birinci ceza işlediğin suç için, ikincisi suçunu Allaha yüklemeye kalktığın için, buyurur.
Dolayısıyla, Türkiye tarihinde hiç bir iktidar dine bunlar kadar zarar vermemiştir. Yalan, iftira ve iki yüzlülükleriyle milyonlarca insanı dinden soğuttular, bir zamanlar %98’i Müslüman bilinen Türkiye’de bugün on milyon Deist ve Ateist yaşıyor.
Evet, çok yalan söylediler ve yalan, Allah Resulünün en kötü haslet olarak bahsettiği bir şey. Bir gün kendisine falanca şunu yapıyor, Müslüman mıdır, diye sorulduğunda, evet Müslümandır, buyuruyor, yani dinden çıkmaz ama günahkar olur anlamında bir cevap veriyor. Adam, bu şekilde bazı günahları sıralıyor ve her seferinde Allah Resulünden aynı cevabı alıyor. Fakat ne zaman, yalan söyler mi, diyor, Allah Resulü ayağa kalkıyor ve benin ümmetim yalan söylemez, buyuruyor.
Siz hele bir de iftirayı düşünün, şeddeli yalan. İnsanları zan altında bırakan yalan ve iftiralar…
Ve esefle söylüyorum ki, son zamanlarda benzeri tavırları kendi içimizde de görmeye başladık.
Tecessüs yöntemleriyle elde edilen kulaktan dolma bilgiler ve delil ile teyit edilmemiş iddialarla insanları karalamalar.
Avrupada bir ülkede, sıcak bir odada, kompüter karşısında kahve yudumlarken hayatını Kur’an’a hizmetle geçirmiş insanları itham eden yazılar. Hem de, ömrünü bu davaya vakfetmiş binlerce masum soğuk zindanlarda ölüme terk edilmişken…
Geçen bu konuda bir yazı kaleme almış, yapmayın etmeyin demiştim, bazı arkadaşlar bana ama hatalar da yapıldı, üstü mü örtülsün, dedi. Ya kardeşim, sen savcı, yargıç ve cellat olmaya soyunduysan, ben sana ne deyim?
Bir gün yine bir başka arkadaş geldi, dünyanın bir ucunda yazılanlara sen niye cevap veriyorsun ki, bırak muhattapları cevaplasın, dedi
Tamam kardeşim de, yazıyı yazanlar da dünyanın başka bir ucundaki insanları karalıyor ve hepimizin gönül verdiği bir hizmete çamur atıyor?
Valla kim ne derse desin, ben 59 yıllık ömrümün 39 yılını bir kenarında geçirdiğim şu hizmette, mütevellisinden, öğretmenine, idarecisinden, abilerine kadar yüzlerce insan tanıdım ve aralarında aldatan, iftira atan, yalan söyleyen, sadece kendi çıkarını düşünen bir kişiye rastlamadım. Bu insanlar her zaman garipler zümresinden oldu…
Hoca efendinin en yakınında ki hafız bir abiden örnek vereyim size. 1980 darbesinde alıyorlar ve günlerce işkence yapıyorlar. Başına bir çuval geçirildikten sonra kafası duvarlara çarpılıyor, öyle Kur’an’ın üçte biri hafızasından uçup gidiyor. Serbest kaldığı gün kendisini gören bir arkadaş göz yaşlarını tutamadığını anlatmıştı. Aradan bir zaman geçiyor ve ülke biraz normalleştikten sonra, abimiz çikolota paketini hazırlıyor ve kendisine işkence yapan subayı bulup hakkını helal ettiğini söylemek istiyor, fakat kendisine ulaşamıyor. Başka bir gün bu işkenceci subaylardan biri geliyor ve “hocam size büyük haksızlık yaptık, hakkını helal et”, diyor. Abimiz, “ben size hakkımı daha cezaevindeyken helal etmiştim”, diyor.
Merhum Özal döneminde hizmet hareketi her yere yayılıyor, dershaneler, yurtlar, okullar… İşkencecilerin çocukları bile bu okullarda okuyor. Ben bu abimizle 1988’de tanıştım, ayağında belki de üç dört yıldır giydiği yıpranmış bir ayakkabı vardı. Bizi ziyarete gelmişti…
Türkiye’ye dönerken umre yapması için bileti Arabistan’dan aktarmalı alınmıştı. İki arkadaşımız da yanında refakatçı olarak gitti. Arkadaşlar döndükten sonra Medine’de yaşadıkları bir olayı anlattılar. Allah Resulü’nün kabrine gitmişler, alemi İslam için dualar etmişler. Bir ara etrafına bakınıyorlar, abimiz yok, içeri bile girmemiş. Telaşla dışarı çıkıyorlar, abi bir sütunun arkasına saklanmış ağlıyor. Neden içeri gelmediniz diye sorduklarında, onun huzuruna ne yüzle çıkacağım, diyor.
Allah şahidim olsun ki bunları bir hizmet taasubuyla yazmış değilim, bazılarının bizzat müşahidiyim, bazılarını da ilk ağızdan dinlediğim gibi aktardım.
Son zamanlarda tek gündemi bu insanları karalamak olan bazı gazetecilerin Sabah veya Star gazetelerinde en yüksek maaşla köşe yazarı olabilecek çapta olduklarını düşünüyorum.
Uzun bir zamandır istihbaratın en önemli projelerinden biri olan hizmeti bölme planına bilerek veya bilmeyerek katkıda bulundukları kesin.
Allah islah etsin.