Gurbet akşamlarında Zoom marifetiyle bir kaç kadim dostla birlikte bir veya birkaç muhacirin hatıralarına misafir oluyoruz. Üç yüzü geçtiğimizi tahmin ediyorum. Yunus Bey, gönül dili ile konuşuyor. Muhacirlerin hissiyatı, sesine, simasına, nefesine yansıyor. Salih Ağabey dayanamıyor, bazı geceler kalb ilacı almak zorunda kalıyor. Süleyman Dede’nin yüreği gibi dudakları sürekli kıpır kıpır. Ramazan Bey’in yüzü her daim hüzün harmanı. Dr. Receb Bey, her gece kalbiyle konuşuyor. Gecenin melali Zeynel Beyin yüzüne yansıyor.
Kutupların karanlık gecelerine yeryüzü yıldızlarının kandil kandil serpilmiş olduğunu görmek içimize inşirah salıyor. Onları dinliyor, konuşuyor, karşılıklı sohbet ediyoruz.
Her şeylerini bırakıp gelmişler bu gurbet diyarlarına.
“İncecikten yağan karın üzerinde ilk izler polis postallarına aitti. O polisler eşimi alıp götürdüler karlı bir günde.” diyenlere; Üç çocuğu ile Meriç’in azgın sularından geçen Yusuf eşi bacılarımıza; Gecenin karanlığında, çocuklar duymasın diyerek yüzüne yastık bastırarak ağlayanlara;Gündüz tenhalarda hıçkıranlara, ülkesinden bir cani gibi çocukları ile kaçarken ilk defa babasını ağlarken görüp “Babam içimde duruyor.” diyenlere; Meriç’in bu yakasında ülkesinin ezanlarını son kez durup dinleyenlere; Yunanistan karasularına geçince kaptanın, “Korkmayın, artık güvenli sulardasınız.” deyince gözyaşı dökenlere misafir oluyoruz.
Doğumdan hemen sonra alınıp, hücrede pusetin içindeki yavrusu ile daracık hücrede kalanlara; Damatlığını, gelinliğini yanında getirip düğünlerini gurbetlerde yapanlara;Hemen her akşam bunlar gibi nice hatıralara, acılara, gözyaşlarına, yürek yangınlarına misafir oluyoruz. Bu ziyaretlerimizden bazılarını her Pazar buradan sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Son ziyaretimizi gökte yıldızların bile üşüdüğü bir İskandinav gecesinde Beyaz Zambaklar ülkesindeki mutlu bir muhacir aileye yapıyoruz. Gecenin siyah saçlarına sulu-sepken kar yağarken çalıyoruz kapılarını. Evin hanımı İna 29 yaşında, eşi Tasim otuzunda. Evleri oldukça mütevazı olan bu çiftin bir de dünya tatlısı kızları var.
İna ve Tasim çifti oldukça mutlu bir aile. Mutlulukları gözlerinden taşıyor. Tasim, eşine sevgi dolu gözlerle bakarken, “Ben senin gözlerine değil gönlüne talibim, ben senin günah görmeyen gözlerine vuruldum.” Der gibi bakıyor. Bir birini seven, aynı ufuklara yürüyen iki insanın buluşmasından daha güzel ne olabilir.
Ev sanki cennet yuvası… İkisi de Arnavutluk’taki Türk liselerinde okumuşlar. İna, Tirandaki Mehmet Akif Koleji’nde okumuş. “Tiran’daki Türk Koleji yaşadığın şehre bir hayli uzakmış, niçin orayı tercih ettin?” diyorum. İna başlıyor bütün hikâyesini anlatmaya… “Önce okulun reklamını gördüm televizyonda. İlgimi çekti. Okulun tanıtımından çok kaliteli olduğu anlaşılıyordu.
“Babam kızım oraya gitmek ister misin?” dedi.
“Baba baksana paralı bir okul, biz onu nasıl öderiz? Biz fakir bir aileyiz.”
Babam çok kitap okuyan biriydi.
“Kızım, sen onu düşünme.” dedi.
Tiranda yaşayan Nesliye Teyzemi aradık.
Teyzem, “O okulun müdürü bizim apartmanda oturuyor, ben konuşurum.” dedi.
Teyzem konuşmuş. “Gelsin, imtihanlara girsin.” demiş Müdür Bey.
İmtihanları kazandım ve okula kaydoldum. İlk yıl teyzemlerde kaldım.
Yıl sonunda bazı arkadaşlara, “Sizi Türkiye’ye bazı ailelerin yanına gönderelim, orada Türkçenizi geliştirirsiniz.’’ dediler. Kabul ettik.
Benim nasibime Bursa’da bir aile düştü. Ramazan ayı idi. Çok temiz bir aile idi. Namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlardı. Bense Müslümanlıkla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Ama Müslümandım. Kominizim, Müslümanlık ve Hristiyanlık adına ne varsa hepsini silip süpürmüştü. Annem, babam da Müslüman olmalarına rağmen Müslümanlığa karşı idiler. Müslümanlar, kızları okula göndermeyen terörist bir topluluk olarak algılanıyordu evimizde. Fakat Bursa’da yanlarında kaldığım aile, tıpkı Mehmet Akif Koleji’ndeki öğretmenlerimiz gibi çok temiz insanlardı. İçime bir kor düştü. O cennet yuvası gibi evde, içimdeki cennete doğru bir yolculuk başladı. Uzun süre namaz kılışımı ailemden sakladım. Sonra fark ettiler. Babam çok kızdı. “Biz nasıl bir yere seni vermişiz?” dedi.
“Baba beni kimse zorlamadı. Bu, benim kendi tercihim.” dedim.
Kolejden mezun olduğum yıl Türkiye’de tıp fakültesini kazandım.
Çok sevdiğim biyoloji öğretmenim, “Sen biyoloji oku, öğretmene ihtiyacımız var.” dedi. Arnavutluk’ta biyoloji okudum. Mezun olduğum okuluma öğretmen oldum. Öğretmenliği çok sevdim. Aktif olmayı seviyordum. Sürekli öğrencilerle olmak çok güzeldi. Şimdi sıra bizdeydi.Bu süreçte bazı sıkıntılar oldu. Okulların bir kısmı kapanmak zorunda kaldı. Bu bizi çok üzdü. Boş durmayı sevmiyordum. Kreş işleten Beyaz Zambaklar Ülkesi’nden birisi, bana çalışma teklif etti. Kabul ettik ve eşimle birlikte buraya geldik. Benden sonra diğer kardeşlerim de Müslümanlığı ve Hizmeti tanıdılar. Biri doktor oldu, diğeri daha okuyor. Çok mutlular. Annem, babam da bir hayli yumuşadı. Babamın yumuşamasına bir kurban olayı vesile oldu. Kurban bayramında “Kurban keselim.” dedim. Babam kabul etmedi. “Kurban, Nevruz’da kesilir.” dedi. “Baba kurban, kurban bayramında kesilir.” dedim.
“Törelerimizi bozamam.” dedi, babam. O gece annem rüyasında babamın, erkek kardeşimi kurban ettiğini ve bizim de etinden yediğimizi görüyor. Tıpkı İbrahim Peygamber’in oğlu İsmail’i kurban etmek istemesi gibi. Annem babama, “Çocuklar haklı, kurban kesmeliyiz.” dedi. Evimizde o yıldan sonra kurban da kesilmeye başladı. Hatta Türkiye’deki kardeşlerimize bile göndermeye başladılar. Tasim’in hikâyesi daha da ilginç…Bir Mafya lideri, Tasim’in dayısının dükkânın önünde Türk kolejinin öğretmenlerini hunharca dövüyor. Tasim’in dayısı öğretmenlere acıyor ve onları hastaneye taşıyor. Hastanede öğretmenlerle yakından tanışıyor. Önce yeğeni Tasim’i sonra da kızını Türk öğretmenlere emanet ediyor. Dayısının kızı, mafya liderinin kızı ile çok iyi arkadaştırlar. O da koleje kaydoluyor. Mafya lideri de, hanımı ile birlikte hizmetlerde koşturmaya başlıyorlar…
İna ve Tasim’in hikâyelerini can kulağı ile dinliyoruz. Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde gece bir hayli ilerliyor.
Bir ara söze giriyorum.
“1993’te Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Balkanlar’a bir gezi düzenliyor. “Özal, Tiran’daki koleji ziyaret etmek istiyor. Fakat etrafındaki görevliler okulu programdan çıkarıyorlar.
İna ve Tasim hafif gülümseyerek “Biliyoruz” der gibi beni tasdik ediyorlar. Rahmetli Erdoğan Tüzün Ağabey Özal’ın kaldığı otel odasına çıkıyor ve durumu arz ediyor.
Özal yanındakilere, “Okula gideceğiz.” diyor. “Mehmet Akif Türk Koleji öğrencileri Özal’ı İstiklal Marşı ile karşılıyorlar. Okulu gezerken mutfak bölümünde bir bayan nefis bir Türkçe ile “Hoş geldiniz, Sayın Cumhurbaşkanım!” diyor.“Sen Türkçeyi çok güzel kullanıyorsun, nerede öğrendin?” “Efendim ben okul müdürünün eşiyim. Aşçı bulamadıkları için yemekleri ben yapıyorum.” Özal bu fedakâr hanımefendinin sözlerinden oldukça etkileniyor. Yanındakilere dönerek “İşte fedakârlık bu.” diyor ve Arnavut devlet adamlarına bu durumu anlatıyor. Arnavutluk Cumhurbaşkanı Sali Berisha ve Milli Eğitim Bakanı’na, “Bu okulun açılmasını sağlamakla çok iyi ettiniz. Böyle bir karar verdiğinizden dolayı mahcup olmayacaksınız. Okula ismi verilen Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşı’mızın yazarıdır ve Arnavut asıllıdır.” diyor.
“Sizin bir yazarınız var.” Diyorum İna ve Tasim’e. “Agron Tufa”
Gülümseyerek tasdik ediyorlar.Arnavutluk’taki kolejde de Müslüman, Katolik ve Ortodoks öğrenciler aynı sıralarda okumaya başladığında, Katolik dünyasının dini lideri Papa ile Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir araya gelmesine daha beş yıl olsa da, Agron Tufa’nın tesbiti geleceğe ışık tutuyor: “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra böyle etkili bir hareket olmadı. İslam’ın yeniden doğuşunu yeniden canlanmasını hazırlayan bir hareket Batı’nın ön yargı ile baktığı geri kalmış bir bölgeden çıkmış ama dünyaya yayılan bir hareket. Amin Maalof’un Semerkant romanında anlattığı yeniden doğuşu, Rönesans’ı sergiliyor Hizmet. Hem İslam’ın batıya karşı hem de batının İslam’a karşı önyargılarını kırdı. Doğu Kur’an’ı, bazı ayetlerini anlamından koparıp cihadizim ve benzeri konularda farklı şekillerde yansıtmış. Gülen bunu Batı’ya doğru anlattı.”
Gece bir hayli ilerliyor.
Dünyanın en soğuk bölgelerinde bu günlerde olağanüstü bir sıcaklık yaşanıyor. Binlerce yaralı muhacir yüreklerindeki yangınlarla yarınlara yürüyorlar. Şiddetli tipiden önlerini görmekte zorlanarak yürüyen penguenler gibi karla buzla savaşarak gurbetlerde hayata tutunmaya çalışıyorlar. Kuzey rüzgâraları dışardaki dalları dövüyor. Müsaade istiyoruz.
Gözleri sürmeli gurbet gecesinde bir muhacir ziyareti daha sona eriyor.