Üniversite öğrencileriyle bir araya gelen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “İktidara geldiğiniz takdirde bu tür hukuka aykırı kararları alanlara karşı ne yapmayı düşünüyorsunuz?” sorusuna, “Onları bulundukları makamlardan alacağız, onların hiçbirisi hâkim değil. Gayet açık, gayet net; hiçbirisi hâkim değil” cevabını verdi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, İstanbul’da MEF Üniversitesi öğrencileriyle buluştu. Öğrencilerin soru, talep ve görüşlerini dinleyen CHP lideri Kılıçdaroğlu, çözüm önerilerini tek tek anlattı.
Hukuka aykırı karar veren ve Anayasa Mahkemesi (AYM) kararlarını uygulamayan hakimleri görevden alacaklarını söyleyen Kılıçdaroğlu, “Onları bulundukları makamlardan alacağız, onların hiçbirisi hakim değil. Siyasi talimata göre bir yargıç karar veriyorsa o, yargıç değildir. Anayasa Mahkemesi kararına, alttaki hakim ‘Bu kararı uygulamıyorum’ diyorsa, ‘Anayasa’yı takmam” diyor” ifadelerini kullandı.
“Ekonomiyi düzeltmek zor bir şey değil” diyen Kılıçdaroğlu, “Fiyat istikrarı dediğimiz nedir, enflasyonla mücadeledir. Sorumlu kurum kim, Merkez Bankası. Merkez Bankası’nın böyle bir görevi var mı bugün? Askıya alınmış vaziyette. Niçin bir kararname çıkarttılar, Fiyat İstikrar Komitesi kurdular? Kararnamede Merkez Bankası’nın işi başka bir kuruma verildi. O kurumda hiç toplanmıyor zaten, ne olduğu belli değil” şeklinde konuştu.
ANKA Haber Ajansı’nın haberine göre, öğrencilerin sorduğu sorular ve Kılıçdaroğlu’nun verdiği cevaplardan satır başları şöyle:
‘DARBE HUKUKUNDAN TÜRK HUKUK SİSTEMİNİN ARINMASINI İSTİYORUZ’
Muhalefetin ülkemiz için öngördüğü Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem mevcut otoriteleşmeye ve yönetimin tekelleşmesi sorunlarına nasıl çözüm getirecek?
Biz “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçeceğiz” dediğimizde şöyle bir eleştiri geliyor: “Siz eskiye mi geri dönmek istiyorsunuz?” Asla. Eskiye neden dönmek istemiyoruz, darbecilerin yaptıkları hukuk düzeni hâlâ yürürlükte ve bu hukuk düzeni ile biz ülkemizde demokrasiyi sağlayamayız, inşa edemeyiz. “Demokrasiyi gerçek anlamda inşa etmek istiyorsanız Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmek zorundasınız” diye düşünüyoruz. Ne demek Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem, ne demek darbe hukuku? Bunlara baktığınız zaman şöyle örnekler verebilirim. Siyasetin kirlilikten arınması lazım. Kirli siyaset olmaz, milletvekili iş takipçiliği, ihale takipçiliği yapmaz, rüşvet almaz vermez, liyakati olmayan kişileri belli makamlara taşımaz, devletin saygınlığına, itibarına saygı duyar, devlet mekanizmasının sağlıklı işlenmesini ister. Biz bunu istiyoruz. Biz, darbe hukukundan Türk hukuk sisteminin tamamı ile arınmasını istiyoruz.
‘YÖK DARBE HUKUKUNUN ÜRÜNÜ, KALKMASI LAZIM’
Nasıl bir demokrasi olmalı? Bir; yargı bağımsız olmalı. Sağlıklı işleyen bir demokraside denetimsiz hiçbir kurum yoktur. Örneğin TBMM’yi Anayasa Mahkemesi denetler. Üniversiteleri kim denetler, kurumları var onlar denetler. YÖK’ü kastetmiyorum burada, Sayıştay’ı kastediyorum, yani TBMM adına denetim yapan kurumu. Çünkü biz YÖK’e karşıyız ve YÖK’ün kalkması lazım. Çünkü YÖK bir darbe hukuku ürünüdür. Kamu ihalelerini kim denetler? İhaleler yasalara uygun yapıldı mı, yapılmadı. Kim denetler, Kamu İhale Kurumu. Bankaları kim denetler, bir kendi iç denetimleri vardır, iki; Bankacılık Düzenleme Denetleme Kurumu vardır. Ama siz bütün bunları kaldırıp bütün yetkiyi bir kişiye verdiğinizde bankanın yönetim kuruluna siz bir güreşçi atayabilirsiniz.
‘GÜREŞÇİNİN BANKA YÖNETİMİNDE NE İŞİ VAR?’
Şu soruyu kendinize sormanız lazım, geleceği inşa edecek gençler olarak; ben bankacılık, siyasal bilgileri, hukuku bitirdim. En azından bankacılık konusunda ufak da olsa bir bilgim var. Güreşçiye karşı değilim ama onun alanı güreş. Peki güreşçinin banka yönetimden ne işi var? Eski bir milletvekili, hayatı boyunca banka eğitimi hiç almamış, bunun banka yönetiminde ne işi var? Bunun adı nedir; devlette liyakattir. O işi en iyi kim biliyorsa ona vermek demektir. Neden siz, hak etmeyen bir kişiyi getirip devletin en önemli kurumunu teslim ediyorsunuz? Çünkü yukarıdan talimat gelecek, “Bizim adamımız girdi, şu ihaleyi şuna ver”. O, oraya atanmasını liyakatine, eğitimine, bilgisine değil bir kişinin kararına borçlu. Bir kişinin kararına borçlu olduğu için orada liyakat olmaz.
‘O KİŞİNİN, ÜYE SEÇİLMESİ YARGITAY TARİHİNİN YÜZ KARASIDIR’
Yargı bağımsızlığı… Hakimler hakimler hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatlerine göre karar verirler. Siz, yargıç, hakim dediğiniz bir kişiyi torpille bir makama getirirseniz… Somut örneğini vereyim; İstanbul’da savcı vardı, Yargıtay’dan bir üyenin Anayasa Mahkemesi’ne seçilmesi lazım ama savcı Yargıtay üyesi değil. Önce bunu Yargıtay üyesi yapmak istiyorsunuz, sonra bunu alıyorsunuz bir kararnameyle Yargıtay üyesi yapıyorsunuz; sonra sanki pandemi geçmiş gibi, bir hafta sonra diyorsunuz ki ‘Beyler, oturun karar verin’. Bir tek Yargıtay kararının altında imzası olmayan kişiyi Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiyor. Yargıtay tarihinin yüz karasıdır; Yargıtay’da onlarca yargıç varken bunları değil tek kararın altına imza atmayan kişiyi, bir kişinin talimatıyla Anayasa Mahkemesi’ne üye seçiyorsunuz. Ben bu kişinin üyelik yeminine katılmadım, çünkü o kişi Anayasa Mahkemesi üyeliğini hak etmiyor. Eğer sizler, yarın savcı veya yargıç olduğunuzda verdiğiniz kararların tutarlılığıyla yükseliyorsanız mesleğinizde, önünüzde hiçbir engel olmaması lazım.
‘BU HAKSIZLIKLARI YAPANLARI BULUNDUKLARI KONUMDAN ALMAMIZ LAZIM’
Gezi Davası kararları, Enis Berberoğlu, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk hallerine ilişkin karar; AİHM’nin açık kararları… İktidara geldiğiniz takdirde bu tür hukuka aykırı kararları alanlar, alınmasına neden olanlar, yön verenlere karşı bugün ve yarın, yargı mercileri önünde somut olarak ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Onları bulundukları makamlardan alacağız, onların hiçbirisi hakim değil. Gayet açık, gayet net; hiçbirisi hakim değil. Siyasi talimata göre eğer bir yargıç karar veriyorsa o, yargıç değildir. Anayasa Mahkemesi kararına, alttaki hakim “Ben bu kararı uygulamıyorum” diyorsa o, “Anayasa’yı takmam” diyor. “Benim liderim ayrı, yukarıda oturan” diyor, “Talimat verdi, ben bunu yapıyorum” diyor. Neden onun talimatını yapıyor; çünkü en alttaki adam “Ben onun talimatını yaparsam yarın beni Yargıtay’a seçer, Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçecek”. Eğer toplumsal vicdan varsa, bizler haksızlıklar karşısında susmayacaksak, haksızlıklarla mücadele edeceksek işte bu topluma haksızlık yapanların bulundukları konumdan onları almamız lazım, demokratik yollarla, baskı kurarak değil. Kararı kim verecek, bu ülkenin namuslu yargıçları verecek, yani siyaset karar vermeyecek burada.
Şimdi, sizler genç olarak, bu ülkenin geleceğinde söz sahibi kişiler olarak eğer “Haksızlıklar karşısında devam et, bir şey olmaz kardeşim” derseniz bir gün sizin de başınız belaya girdiğinde sizi destekleyecek adam bulamazsınız. Zaten sorun da orada. Sizi destekleyecek kişi bulmanız için, beraber olmanız için, güç birliği yapmanız için yapacağınız şey, haksızlıklar karşısında sesinizi çıkarmak, ‘bu olmaz’ demektir. ‘Bu olmaz’ dediğiniz andan itibaren her şey çözülür, her şey.
‘MERKEZ BANKASI’NIN GÖREVİ ASKIYA ALINMIŞ VAZİYETTE’
Genel ihtiyaçlar dahil lüks hale gelmiş ve çocuklar yatağa aç girmekteyken sizler bu zorlu süreci atlamamız adına hangi adımları atacaksınız, nasıl bir ekonomi politikası izleyeceksiniz?
Ekonomiyi düzeltmek zor bir şey değil. Fiyat istikrarı dediğimiz nedir, enflasyonla mücadeledir. Sorumlu kurum kim, Merkez Bankası. 4. maddesi şöyle diyor; “Merkez Bankası’nın temel görevi fiyat istikrarını sağlamaktır”, bitti. Peki Merkez Bankası’nın böyle bir görevi var mı bugün? Askıya alınmış vaziyette. Niçin bir kararname çıkarttılar, Fiyat İstikrar Komitesi kurdular? Kararnamede Merkez Bankası’nın işi başka bir kuruma verildi. O kurumda hiç toplanmıyor zaten, ne olduğu belli değil. Bilimin ışığında hareket etmek zorundasınız, iktisadın kuralları vardır. Şu soruyu kaçınız soruyor bilmiyorum. Hepiniz vergi ödüyorsunuz, su içerken, elektrik düğmesine basarken. Peki ödediğiniz vergiler ne oluyor? Hiç sordunuz mu? Bu sorunun sorulmadığı ülkede demokrasi olmaz. Çünkü sizin paranızı, soru sorulmadığı için siyasetçiler diledikleri gibi kullanırlar. Oysa bu soru demokrasinin çıkış noktasıdır.
‘HİÇBİR AİLENİN ELEKTRİĞİ KESİLMEMELİ’
Sosyal devlet anlayışı bağlamında enerji üretiminin devlet eliyle yapılması gerektiğini biliyoruz. Buna karşı bunun tam tersi bir strateji izlendiğini görüyoruz. Geçtiğimiz hafta elektriğinizin kesilmesiyle halktan yana bir duruş sergilediniz ve siz iktidara geldiğinizde söz konusu sorunu çözmek amacıyla nasıl bir strateji belirleyeceksiniz ve özelleştirmenin önüne nasıl geçeceksiniz?
Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına baktığınızda sosyal devletin tanımı var, ama maalesef Türkiye’de sosyal devlet yok. Ben üzülerek ifade edeyim; büyük kaynakların “beşli çete”ye tahsis edildiğini, ihalelerin onlara verildiğini, hatta aldıkları ihalelerin dünya sıralamasında ilk beşe girdiğini de gayet iyi biliyoruz. Sosyal devleti gerçek anlamda inşa etmek için Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kabul ettiği 102 sayılı Sözleşme’nin bütün sigorta dallarının hayata geçmesi lazım. Bunlardan 8’i geçti, 9’uncusu yok; Aile Destekleri Sigortası. Böylece her ailenin, her bireyin, ekonomik anlamada sosyal devletin koruması altında olması lazım. Hiçbir ailenin elektriklerinin kesilmemesi lazım. Her ailede asgari bir gelir güvencesi olduğu zaman çocukların sağlıklı beslenmesi lazım. Dediğim gibi, bütün mesele sizin ödediğiniz vergilerin nerelere harcandığı sorgulamak ve sosyal devleti yeniden inşa etmek.
‘ÖZELLEŞTİRMELE İHALESİ ALANLAR YA GÖREVLERİNİ YAPARLAR YA DA O İŞLERİ ELİNDEN ALIRIZ’
“Beşli çete” kavramından bahsettiniz sizin deyiminizle, biz hukuk öğrencileri olarak biliyoruz ki bu özelleştirmeler ihale ile belirli bir süre için yapılıyor. İktidara geldiğiniz taktirde ihaleleri devam eden şirketler için bir politika izleyecek misiniz, yoksa ihale sürecinin son bulmasını mı bekleyeceksiniz?
İhale Kurumu’nu tamamen değiştireceğiz; sağlıklı, tutarlı bir kurum oluşturacağız. Siz elektrik faturanızı öderken bir normal masrafınızı ödüyorsunuz; aydınlatma. İki; elektrik dağıtım işini alan firmanın yapacağı dağıtım işinin bedelini ödüyorsunuz. Üç; kayıp kaçak bedelini ödüyorsunuz. Fakat o firmalar bunu alıyorlar, yatırım yapmıyorlar. Isparta olayı bunu bize gösterdi, bir hafta karanlıkta kaldı. Pek çok yerde böyle oldu, bunun da hesabını kimse sormuyor. Dolayısıyla biz iktidar olduğumuzda hiç kimsenin endişesi olmasın ya adam gibi görevlerini yaparlar ya da kimse kusura bakmasın, o işleri onların elinden alırız. Yani deriz ki “Bu kamuya ait bir hizmettir; elektrik, su, internet artık 21. yüzyılda insan hakkıdır”.
‘AVRUPA, DURUMU İYİ OLUP ÖDEMEYENİN BİLE ELEKTRİĞİ KESİLMİYOR, VOLTAJ DÜŞÜRÜLÜYOR’
Son yaptığım direniş dolayısıyla Avrupa Birliği’nde de aradılar, destek vermek amacıyla. Ben onlara sordum, “Avrupa’da nasıl oluyor bu işler?” Dediler ki “Kışın kesinlikle hiç kimsenin elektriği kesilemez. Borcu olsun olmasın. Eğer ailenin gelir durumu düşükse ona enerji çeki veriliyor, harcadığı enerjinin belirli bir miktarını çek olarak ödüyor. Durumu iyi olup da elektriğini ödemeyen kişilerin voltajı düşürülüyor, televizyon seyredemez hale geliyor ama ışığı var yine.” İnsan hakkı elektrik ve siz yaklaşık 4 milyon abonenin elektriğini kesiyorsunuz; 12-13 milyon insan demek ve burada çocuklar var. Çocuklar okula gidiyorlar. Buna toplumun dikkatini çektik.