Cemaâtin avukatı ya da sözcüsü değilim ama elhamdülillah Hizmet gönüllüsüyüm ve bundan şeref duyuyuyorum…
Haydar Baş’ın oğlu BTP başkanı Hüseyin Baş tweet atıp, edep sınırlarını aşarak ( özür dilerim ) “Babam Cemaât’i az şey etmedi” demiş.
Evet “babası çook şey etti” Allah affeder mi ?
Bilmem fakat Hizmet-i Kur’aniye ve İmaniye hakkını helâl etmez, ben kendi hakkımı helâl etmem…
Oğlunun söyledikleri vesileyle Haydar Baş’la ilgili bir hatıramı anlatayım ;
Zannediyorum sene 2000, Azerbaycan’daki okulların mezuniyet töreninden İstanbul’a dönüyorduk.
Uçaktaki yerlerimizi aldık, biraz sonra uçağın kapısından içeri Haydar Baş girdi…
Allah’ım dedim, yerde ararken gökte buldum.
Çünkü o tarihlerde “Dinlerarası Diyalog” mes’elesinden ötürü Cemaât’i çok eleştiriyor ve ortalıkta iftira dolu CD’ler dağıtıyorlardı.
İşte tam o tarihlerde ben de Nurlar’dan ve Pırlantalar’dan Dinlerarası Diyalog’la ilgili bir çalışma yapmıştım, hazırdım…
Uçak havalanınınca yerimden kalktım, kontrol ettim, baktım Baş’ın yanındaki koltuk boştu.
– Oturabilir miyim ? diye sordum “tabii ki” dedi fakat diğer koltukta oturan bayan izin vermedi…
– Ben sizin yanınıza geleyim diyerek kalktı, geldi, benim yanımdaki koltuğa oturdu.
Beş – on dakika kim olduğumu, ne olduğumu belli etmemeye çalıştım. Sonra meseleyi açtım “Dinlerarası Diyalog” deyince “Ben seni anladım sen onlardansın” dedi…
Ben de “evet, bununla şeref duyuyorum” dedim.
Mes’eleyi enine boyuna tartıştık. Emin olabilirsiniz, mesele hakkında derinlemesine bir bilgisi dahi yoktu…
Hayret ettim ! Haydar Baş bomboştu, hem itikâdî, hem amelî alanda Ehl-i Kitap ile ilgili hiç birşey söyleyemiyordu.
Nurlardan, Pırlantalardan, Üstadımız’ın hayatından, Hocamız’dan örnekler verdim, hiç birinden haberi yoktu…
Merak ettim Nurları ve pırlantaları okuyup, okumadığını sordum “okumadım” dedi…
“Peki o zaman televizyondaki yayınlar, söyledikleriniz nereden çıkıyor ? ” dedim.
“Arkadaşlar hazırlıyorlar” dedi…
“Ama gördüğünüz gibi bunların hiçbiri doğru değil” deyince ” O zaman Hocaefendi gelsin bizim kanalda konuşsun” dedi.
“Hocaefendi böyle şeylere girmez bilmiyor musunuz ? dedim “O zaman sen gel bizim kanalda bunları anlat” dedi…
Ben de “Efendim ben bizim Cemaât’te zurnanın son deliğiyim, siz cemaâtinizin başısınız, hakikati şu an duydunuz lütfen siz anlatın” dedim.
“Olmaz” dedi
Niçin yapmıyorsunuz ? dedim.
“Bildiğim kadarıyla Hocaefendi derginiz İcmal’i destekleyecek tarzda size yardım etti, ara ara haberleştiğinizi biliyorum” dedim…
O sırada hiç duymadığım bir şeyi itiraf etti “Evet, Hocaefendi televizyonumuzun açılışında da Ali …. vasıtasıyla 200 milyon gönderdi” dedi…
“Peki niçin böyle iyi ilişkilere karşı vefâ göstermiyorsunuz ?” deyince, ağzından bir şey kaçırdı ; Biliyorsun dedi “Ben ticaret yapıyorum devlete 5 …… borcum var, çok sıkıştırıyorlar”
Beynimden vurulmuşa döndüm ve çok üzüldüm, devlete borçtan ötürü Cemaât’e saldırmak !
Ben olayın sadece bununla sınırlı olmadığını düşündüğüm için kendisini daha çok sıkıştırdım, daha çok anlattım…
Zaten kilolu olduğu için iyice terledi bunaldı, bana yüksek sesle “Seni döverim çocuk” dedi.
Hata ettiğini anlayınca bu sefer “sen gençsin, sen beni döversin” dedi.
Beklediğim fırsat elime geçmişti “Ne münasebet efendim, biz diyalog ve hoşgörü cemaâtiyiz. Ben sizin elinizi ayağınızı öperim” dedim…
Çok kızardı, bozardı, belki biraz da utandı, iyice terlemeye başladı…
Ve uçak inişe geçti…
Uçak inince benimle beraber Azerbaycan’a gelen bütün ağabeylere işaret ettim, kapıdan çıkınca, koridorda elini öptüler…
Hepsinin Cemaat’ten olduğunu söyleyince hem endişelendi, hem de çok mahcup oldu…
Olaya Turgutlu’dan Azerbaycan’a beraber gittiğimiz ağabeyler şahittir…
Hatta beni “çok sıkıştırma hocam” diye dürttükleri de vakidir…
Daha sonra Turgutlu’ya bir temsilcisini gönderdi, gelen zat “Hocamız sizden bahsetti, size diyalog mes’elesini anlatmamı istedi” deyince “Sağol kardeşim, hocanız herhangi bir şey anlatamadı ki siz de anlatasınız” diyerek çay ikram ettim ve dinlemeden kendisini gönderdim…
İşte benim gördüğüm HaydarBaş budur, anlattıklarımın eksiği vardır, fazlası yoktur.
Oğlunun da farklı olduğunu düşünmüyorum…
Üç kuruşluk dünya menfaati için ahireti ateşe atmak ne kadar kötü değil mi ?
Sevgili arkadaşlar, bütün bunları Twitter’da bir seri olarak paylaştım.
Sosyal medya ahalisi haklı olarak bana bir kısım sorular sordular, müsade ederseniz onlara da cevap vermek istiyorum…
1.. Bütün bunları neden daha evvel anlatmadın, niçin şimdi anlatıyorsun ?
O tarihlerde geçtim, herhangi bir yerde yazıp çizmiyordum. Ben Türkiye’deydim Hocamız ise Amerika’daydı, dolayısıyla olayı kendisine dahi anlatma şansım olmadı, Amerikan vizesini 2005 tarihinde alabildim, o tarihlerde olay çoktan soğumuştu fakat çevremdeki arkadaşlarıma anlattım, meseleyi benden birkaç defa dinlemişlerdir, bilirler.
Şimdi anlatmamın, yazmamın sebebi ise bilirsiniz “söz yerinde ağırdır” tam da Hüseyin Baş’ın söylediklerine cevap olarak olayı kaleme almayı kendime bir borç bildim…
2.. Evliliklerini, Azerbeycan’dan aldığı diplomayı, Ergenekon’la irtibatını neden anlatmadın ?
Ben bizzat şahit olduğum, yaşadığım olayı anlattım. Kendisiyle alakalı diğer konuşulan mes’elelere girmedim ve şu an girmeyi de tercih etmiyorum çünkü bunlarla alakalı kanaatim olmakla beraber, kesin bir bilgim yoktur.
3.. Hocaefendi kendisine neden para göndermiş ? Bu para nereden ödenmiş ?
Hocaefendi hem o zaman, hem de şimdi bütün İslamî hizmetlere destek olunmasını tavsiye ve teşvik ediyor.
O zaman da İcmâl Dergisi’ne, kurumlarına yardımcı olundu bunları biliyorum, para meselesini ise ben bilmiyordum Haydar Baş kendisi ağzından kaçırdı.
Anladığım kadarıyla televizyon için kendisine verilen para, ismi geçen ağabeyimiz ile beraber birkaç ağabeyimizin şahsi yardımlarıdır. Nitekim böyle durumlarda Büyüğümüz birkaç esnaf ağabeyi çağırır, durumu onlara açar, istişare eder ve gereğini kendilerinin sessizce yapmasını isterdi.
Paranın kurumlarımızla yada himmetlerle asla ilgisi olduğunu düşünmüyorum.
4.. Neden yanınızdaki ağabeyler elini öptüler, öptürdünüz ?
Uçakta kendisi bana “Seni döverim çocuk !” deyince buna şahit olan ağabeylerimiz O’na çok medenice, edeple ve bu sözüne “karşı bir tavır” el öperek cevap verdiler, ben de teşvik ettim.
Sevgi, saygı, diyalog ve hoşgörünün ne demek olduğunu fiilen anlatabileceğimizi düşündük.
Hâlâ hata ettiğimizi düşünmüyorum ama beni hatalı kabul edebilirsiniz.
5.. Yalan mı söylüyorum ?
Hayır, asla yukarıda da söylediğim gibi yazdıklarımın eksiği var fazlası yoktur. Hepsi tamamen doğrudur o uçakta olan Turgutlu’lu ağabeyler ve yanlış hatırlamıyorsam yine Maraşlı ağabeyler olaya tamamen şahittir…
Sevgili arkadaşlar, son noktayı yine şu sözle koymak istiyorum “Üç kuruşluk dünya menfaâti için ahireti ateşe atmak ne kadar kötü değil mi ?”
Muhabbetlerimle…
@mansurturgut