Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, yıllar önce Zaman Gazetesi yazarlarından Nuriye Akman’a verdiği röportajda, hakiki bir Müslüman’ın terörist olmasının düşünülemeyeceğini, dinimizin hedefe ulaşmak için insan öldürmeye cevaz vermediğini belirterek şunları söylemişti:
“Dünyada en nefret ettiğim insanlardan bir tanesi Bin Ladin’dir. Çünkü Müslümanlığın dırahşan (aydınlık) çehresini kirletmiştir. Bir kirli imaj meydana getirmiştir. O korkunç tahribatı bundan sonra biz bütün gücümüzle tamire kalkışsak bile seneler ister. Her yerde değişik platformlarda anlatacağız. Kitaplar yazacağız. Müslümanlık bu değildir diyeceğiz.
Bin Ladin, hissini, hevesini İslamî mantık yerine koymuş, canavarlık yapıyor. Etrafındaki adamlar da öyledir. Türkiye’de öyle düşünen insanlar varsa onlar da canavarlığa kilitlenmiş insanlardır. O mülahazayı lanetleriz. Fakat bunun önünü almanın yolu Müslüman görünen dünyanın Müslümanların problemlerini çözmesidir…”
Hocaefendi, bu düşüncesini de sözden fiile geçirmek için dünyanın değişik yerlerinde sulh adacıkları oluşturacak eğitim kurumları açılmasını teşvik etti.
Fakat, sanırım bundan da rahatsız olan Siyasal İslâm’ın değişmeyen kafa yapısı yapılan bunca güzelliği yok etmek için var gücüyle çalıştı/çalışıyor.
İşte bu kafa yapısı, hatırlarsanız 2014 yılında sosyal medyaya bir ses kaydı düşmüştü.
MİT eski Müsteşarı Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a ait olduğu iddia edilen ses o kayıtta şöyle diyordu:
“Şimdi bakın komutanım, biz gerekçeyse gerekçeyi, ben öbür tarafa 4 tane adam gönderirim, 8 tane boş alana füze de attırırım.
Problem değil o. Gerekçe üretilir.
Olay böyle bir iradenin ortaya konması.
Biz savaş iradesi ortaya koyuyoruz.”
Bu ses kaydı tam da Siyasal İslâm’ın değişmeyen kafa yapısını tarif eder.
Siyasal İslam’ın menşei de malumunuz Ortadoğu’dur.
Bu fikrin önde gelen isimleri ise şunlardır: Reşid Rıza, Hassan el-Benna, Abul A’la Mevdudi ve Humeyni.
Bu isimler işin fikir babalığını yaparken arkadan gelen nesiller de bu düşünceyi birer örgüt haline getirip maalesef İslâm’ın parlak yüzüne leke sürdüler.
Bunlar, Mısır ve Suriye’de İhvan-ı Müslimin, diğer adıyla Müslüman kardeşeler, Filistin’de Hamas, bizdeki de malum Millî Görüş adı altında siyasi bir parti şeklinde ortaya çıkmıştır.
Yıllardır yaptıkları tek şey uyuyan yılanı rahatsız edip bütün zehrini üzerlerine püskürtmek olmuştur.
En son Hamas’ta yaşananlar da bu kafa yapısının bir ürünüdür.
Hamas, masum sivilleri katlederek uzun zamandır kış uykusunda olan yılanın gayzını arttırmıştır.
Yanlış anlaşılmasın İsrail’in katliamlar eşliğinde bir şehri nasıl haritadan silmeye çalıştığını ve savaş suçu işlemesini bazılarının yaptığı gibi görmezden geliyor değiliz. Ancak, bu sonucu görmemek için sadece kör olmak yetmez, aynı zaman da ahmak olmak lazımdır.
ABD ve AB’nin sadece Hamas’ın yaptıklarını gündeme getirip İsrail’in yanında kayıtsız-şartsız durmalarını tam da münafıkça bir duruş olarak görüyoruz.
Zira, yakın zaman önce sivilleri ve şehirlerin altyapısını hedef aldığı için Rusya’yı eleştirenler ve yaptırım dalgası başlatanlar bu kez Hamas’ın yaptığını terör eylemi olarak görürken İsrail’in yaptığını nefsi müdafaa şeklinde değerlendiriyorlar.
Bu şekilde davranmaları da Batı’nın derdinin aslında insan hakları ya da insanların mağdur olması olmadığını açıkça gösteriyor ve bunun neticesinde kazanan taraf milliyetçilik reflekslerini savunanlar oluyor.
Öte yandan ABD ve AB’nin bu ikiyüzlülüğü, her zaman olduğu gibi Batı’nın karşısında olan otoriter liderlerin ve şiddet yanlısı dinci akımların da ekmeğine yağ sürüyor.
Sonuç itibariyle her geçen gün bu ideolojik saplantılar, insan kitleleri arasında revaş buluyor ve otoriter ülkelerdeki demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri savunan herkes savundukları bu düşüncelerden dolayı bir anda tu kaka ediliyor.
Çünkü, bu değerleri savunanlar, ABD ve AB’nin ikiyüzlülüğü sebebiyle ikiyüzlülüğü alkışlayan insanlar konumuna düşüyor.
Hem ABD’nin hem de AB’nin İsrail’i durdurmak yerine, “tavşan kaç, tazı tut” tavrı maalesef milliyetçi ve İslamcı akımların daha da güçlenmesine sebep oluyor. Bu da özellikle radikal örgütlere hem insan kaynağı hem de finansman desteği sağlıyor.
Halbuki olması gereken hem radikal örgütleri,hem de İsrail’i kınamak olmalı değil mi?
Çünkü, İsrail ne yapmış olursa olsun, durakta otobüs bekleyen insanları katletmek hiçbir izahı yok ve hiçbir inançta yeri yok. Hamas ne yapmış olursa olsun yerleşim yerlerine bomba yağdırmak ayıpların hepsini birden içinde barındırır.
ABD, Başkan Joe Biden ulusal güvenlik ve dış politikaya yönelik tehditlere karşı 2019’da ilan ettiği Suriye ile ilgili ulusal “acil durum kararnamesini” uzatarak Jandarmalık yapmak yerine bölgede barış ve huzurun temsilcisi bir Gandi olsaydı insanlık adına bu daha güzel olmaz mıydı?
Ama, yıllardır hem kendi ülkesindeki Afro Amerikalılara karşı hem de Irak, Afganistan, Vietnam ve daha bir çok ülkede kötü polis rolü oynuyor.
Evet, şimdilik bunun meyvesini de topluyor.
Fakat, ne var ki yıllardır uygulanan bu orantısız şiddetin de bir sınırı vardır ki bir yerden sonra geri tepebilir.
Tekrar Hamas’a dönecek olursak, onların yaptıkları bu son saldırı aslında pek çok şaibeyi de beraberinde getiriyor.
Zira, İsrail yıllardır havadan, karadan, denizden kuşattığı, ağır ambargo ve baskıya maruz bıraktığı Gazze’den şaşırtıcı bir saldırıya maruz kaldı.
Bizim siyasal İslamcı kafa hiç olmazsa “boş alana füze de attırırım” diyordu.
Hamas ise sivillerin üzerine bomba yağdırıyor.
MOSSAD’ın bunu bilmemesi düşünülemez.
Yani biraz da bu hadise akıllara bile bile Lades mi sorusunu getiriyor.
Netice itibariyle, Netanyahu da aynen Erdoğan gibi yolsuzluk iddialarından bunalmış durumdaydı.
Bu yüzden halk, Netanyahu’ya karşı protesto gösterileri yapıyor ve sert bir şekilde karşı çıkıyordu.
Hamas, bilinçli veya değil, ama ahmakça bu terör saldırısıyla Netanyahu’nun ekmeğine yağ sürmüş oldu.
Sadece yağ sürmedi Hamas, mazlum Filistin halkını ‘Netenyahu gibi bir sırtlanan sofrasına yem etti.
Türkiye’de; “Allah’ın büyük lütfu!” 15 Temmuz Kurgu Darbesi gibi; Gazze saldırısı da Netenyahu için “Büyük bir lütuf!” gibi maalesef.
Allah mağdur ve mazlumun yar ve yardımcısı olsun.