Gazze’de Filistin halkına yapılan katliam karşısında çaresiz ve taketsiz kalıyoruz.
İkiyüzlü dünya ve onu yöneten ahlaksız politikacılar sadece izliyor.
Boş nutuk atıyor.
Bir soykırım uygulanıyor.
Bir halk yok ediliyor.
İslam dünyası diye ifade ettiğimiz Müslüman ülkeler, komşu ve dindandaş diye ifade edilen devletler, çerbeze yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar, yapamıyorlar.
Kahroluyoruz, bu soykırım karşısında.
Mazlum Gazze halkına dua, zulüm yapanları ve mış gibi harket edenleri de O’na havale ediyoruz.
Allah’ın El-Kahhar ismine havale ediyoruz.
Ya Kahhar! diyoruz.
Bütün zalimleri kah-ru perişan etsin diyoruz.
Sözü uzatmadan, yazının konusuyla devam edeyim.
Müstafi başbakan olarak siyasi tarihimize giren Ahmet Davutoğlu ve iki suratlı durumunu paylaşmak istiyorum.
Aslında bu yazı, teknik bir nedenden dolayı gecikmeli olarak yayına girmiş oldu.
Eşi Dr. Sare Davutoğlu ile Gazze’de yaşananlara tepki maksadıyla sosyal medyadan bir video paylaştılar geçtiğimiz hafta.
Paylaşımlarına da, “Bu gece insanlık için kapkara bir gece. Bu gece Gazze’de katliam yapılırken susanlar, sakın yarın hamaset yapmaya kalkmasın! Gün susma günü değil, kalkın ayağa; Allah aşkına bu katliama dur deyin!” notunu düşmüşler.
Bu ikilinin Gazze için gösterdiği tepki elbette takdir edilmeli.
Ancak keşke Filistin’de ölen sivil ve masum çocuklar için gösterdikleri aynı duyarlılığı kendi başbakanlığı döneminde gösterseydi.
Cizre’de, Silopi’de, Nusaybin’de. Diyarbakır Sur’ları çevresinde.
2014 yılında başlatılan Cadı avıyla Anadolu’nun tamamında tusunami etkisi yapan zulümler karşısında.
Balık hafızalı olmayanlar belki hatırlayacaktır.
Sadece hafızasını değil, vicdan ve insafını da kaybedenlere ben hatırlatayım.
Cizre, Davutoğlu’nun da başbakan olduğu dönemde; 4 Eylül 2015 tarihinden itibaren tıpkı Gazze gibi kendi askerlerimiz tarafından bombalanmış ve 9 gün boyunca ablukaya alınarak sokağa çıkma yasağı uygulanmıştı.
Özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra Kürt halkının cezalandırıldığı bir kent olarak seçilen Cizre’de halk, ölülerini bile gömememiş, buzdolabında saklamak zorunda kalmıştı.
Taybet İnan’ın cesedi 7 gün sokaktaydı.
Cizre’de zırhlı bir araçtan açılan ateşle 10 yasındaki Cemile Cizir Çağırga, her şeyden habersiz, evinin avlusunda oynarken öldürülmüştü. Aslında bu zulüm, onlar için ilk değildi.
1992’de de aynı şekilde evlerine havan topu isabet etmiş ve 7 kişiyi kaybetmişti Çağırga ailesi.
Cemile’nin Annesi “Cizir” diye seslendiği kızını gözyaşlarıyla şöyle anlatmıştı: “Cizre’den patlama ve silah sesleri geliyordu. Birden bize de ateş edilmeye başlandı. Cemile önüme düştü, ben de üzerimize yağan kurşunlardan korunmak için Cemile’nin üzerine kapandım. Cemile kollarımda can verdi. O gece kızımın cesedini koynuma alarak uyudum. Kınayı çok seviyordu. Saç ve ellerini kınaladım, sonra yıkayıp kefenledik. Ardından cesedi bozulmasın diye, kayın biraderimin evindeki derin dondurucuyu getirip kızımı içine koyduk. Üç gün boyunca kızımın cesedini buzlukta beklettik. O günden beri ne zaman buzdolabının kapağını açsam aynı acıyı tekrar tekrar yaşıyorum.”
Maalesef, Davutoğlu’nun Başbakan olduğu 8 yıl önceden söz ediyoruz.
Güneydoğu’daki birçok şehir savaş alanına çevrilmişti.
Taş taş üstünde kalmamış ve Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri, Cizre, Silopi, Nusaybin adeta hayalet birer şehre dönmüştü.
Masum bölge halkı tıpkı Gazze’de olduğu gibi sokağa çıkma yasağı nedeniyle tam anlamıyla bir tecrit ve açık cezaevine hapsedilmişti.
Netenyahu’nun, Gazze halkına; “yerinizi yurdunuzu terk edin” dediği gib Davutoğlu ‘da Cizrelilere, Nusaybinlilere aynı şeyi mecbur kılmıştı.
İnsanlar can çekişirken, hayasızca bir kanalda; “Çatışmalar oylarımızı arttırıyor” ifadesini bile kullanmıştı.
Şimdi kalkmış Gazze üzerinden parsa toplamaya çalışıyor.
Hatta bu zulümler karşısında Hipokrat yeminini yapmış First Leydy Dr. Sare Davutoğlu’nu o yemin çarpmalıydı.
Çünkü zulümlerin zirve yaptığı o süreçte dilsiz şeytan rolündeydi.
Mesela, devletin kurşunuyla katledilen, Taybet İnan’ın yedi gün bekletilen cesedi ve derin dondurucuda saklanan Cemile’nin soğuk bedeni karşısında Sare hanımın bir kelamını duymadık.
Nihayetinde, bir anneydi…
Bir kadındı…
Sonra bir doktordu.
Kalbi etten bir parça olmamalıydı.
Öyle değil mi Sara hanım?
Şimdi de Gazze mavalını okuyorsunuz.
“Bu gece insanlık için kapkara bir gece” derken keşke aynanın karşısına geçip söyleseydiniz.
İşte bunun için Davutoğlu-gillerin Gazze halkıyla ilgili duyarlılığına inanmıyoruz.
Yaptıkları çağırıyı samimiyetsiz ve münafıkça buluyoruz.
Aslında Davutoğlu hanedanlığı, Mehmet Ragıp Paşanın; “Şecaat arz ederken merd-i Kıbtî sirkatin söyler” yani “Kıptî, kahramanlığını arz ederken yaptığı hırsızlıklarını över” dediği gibi kendi ayıplarını dile getiriyorlar.
Evet, Davutoğlu ve eşinin kabahatleri sadece o gün yaşananlardan ibaret değil ki…
Hangi birini sayalım?
Onun hem Dışişleri Bakanı hem de başbakan olduğu dönemde başlatılan Cadı avı, hala aralıksız sürüyor.
HADEP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu parlamento kürsüsünden başta Davutoğlu olmak üzere bütün vekillere -kadın, çocuk, yaşlı, hasta ayırmaksızın- Anadolu’da yapılan zulümleri anlatıyor.
Ey Davutoğlu, sizin de adaşınız olan ve tarihe kara bir leke olarak geçen Kara Efe Ahmet Burhan için; “Gün susma günü değil, kalkın ayağa; Allah aşkına bu katliama dur deyin” diyecek yüreğiniz yok muydu?
Cezaevindeki babasıyla belleklere “Baba artık buraya gel, dayanamıyorum” “telefon feryadı” hiç mi vicdanınızı sızlatmamıştı?
Hem anne hem de baba olarak…
Gazze’deki yavrularımız için yüreğiz nasıl yanıyorsa kendi evlatlarımız için de aynı hassasiyeti göstermeniz gerekmezmiydi?
Ayakları prangalanmış, kolları bağlanmış Kara Efe Ahmet’in babası Harun’un, “Ben de gelmek istiyorum ama gelemiyorum oğlum. Bırakmıyorlar yavrum.” çığlığını Karun gibi dinleyip de ses vermeyen sizler, şimdi mesele Gazze’li babalar olunca aslan postu giymeye kalkıyorsunuz.
Cemile Cizir Çağırga…
Taybet İnan..
Ahmet Burhan Ataç (Kara Efe)…
Haluk Savaş…
Yusuf Pekmezci…
Bunlar bir devrin ve zulmün sembolleri…
Bu isimler, Sosyal Medya’daki görüntüleriyle, masum bakışlarıyla, zindanlarda ve hücrelerde zulüm altında inleyenlerin çığlığıydı…
Meriç’te anne kucağında boğulan Abdurrezzak ailesinin Enes’i, Halil Münir’i…
“Çocuğumu kurtarın” diye feryat eden Aslı Doğan’ın, 2,5 yaşındaki İbrahim Selim’i…
Ortak olduğunuz zulümden kaçarken suda yavrusuna sarılmış olarak vefat eden Hatice Öğretmen…
Emrah Aydemir..
Orhan Arslan’ın…
Ege’nin soğuk sularında ailesiyle hala naaşlarına rastlanamayan Feridun’un acısı karşısında bir kelamınız duymadık.
Kıyamete kadar, bu iki yüzlülüğünüzü size hatırlatmaya devam edeceğiz.
Son söz!
Siz gerçekten ikiyüzlüsünüz!
Onun için Cizre’de katliam talimatını verenlerin, Gazze’deki mazlumlara feryadını, samimiyetsiz, gözyaşını, riyakarca, çağırısını ise hem samimiyetsiz hem de inandırıcı bulmuyoruz.