Sevgili okurlar, Yunus Emre sözün özünü asırlar evvel söylemiş, acıyı ve çileyi kutsamak için değil fakat bir gerçeği ortaya koymak için;
Bu yol uzundur
Menzili çoktur
Geçidi yoktur
Derin sular var
Yani Yunusça derki, ey sâlik, ey tâlip eğer Hakk yolunda yürümeye namzet iseniz biliniz ki çile çekeceksiniz…
Yine biliniz ki çileye talip olmuş insanlar biiznillah çektiklerini yağ ile bal eyleyecekler.
Allah külfet ölçüsünde nimet verir…
Allah’ın emeline/muradına teslim olmak lazım…
O’nun muradı muradımız olursa biz de yeryüzünde onun muradı/istediği oluruz…
Derdi başka olanlar ise serilip gider ve gidiyorlar…
İmtihan çok ağır savrulan savrulana…
Acaba aldanıyor muyuz?
Çekilen bunca acı karşısında mazlum bir tarafta “merhamet etmek” bir tarafta “adalet istemek” ikilemi ile karşı karşıya…
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Nur mesleğinde Allah’a ait olan isimlerden Rahim ve Hakim isimlerinin tecelli ettiğini ifade eder.
Müsaade buyurursanız ben bugün biraz “Rahim” isminden mülhem, merhamet kahramanları ve açmazları üzerinde durmak istiyorum…
Aldanıyor muyuz?
Evet bizim arkadaşlarımız, asrın garipleri hem çilekeş hem de çok merhametli…
Çile dava-i nübüvvet varislerinin ayrılmaz mütemmimi ve merhamet ise insanın süsüdür…
Merhamet mikyas-ı imân, kin ise fıtrat-ı mel’un şeytândır…
Merhamet eden, merhamet bulur.
Yine Yunusça merhamet; Yaradılanı yaradandan ötürü sevmek ve varlığa bütünüyle şefkat göstermektir…
Ama bazılarımız merhameti “her şeye eyvallah çekmek” olarak anlıyor.
İşte tam da burada aldanıyor muyuz? diye kendi kendime soruyorum…
Sevgili okurlar, merhamet her şeye eyvallah deyip, bütün olumsuzlukları sineye çekmek değildir.
Haddi aşkın merhamet ve mülayemet her zaman suistimale açıktır…
Bu süreçte acizane okumalarıma göre “Sabır ve merhamet ummânı” ile “yeter artık volkanı” iki yakın komşu, aralarında ince bir hat var.
Rahmet her an gazaba dönebilir…
Bir adım herşeyi değiştirebilir…
Fakat denge her zaman daha iyidir…
O halde atılan her adımı bin kere düşünüp, bin kere hesap etmek lazım.
His ve heyecan insana bir gün, akıl ve mantık her gün bayram ettirir…
Zarar vereceği aşikar olan yılana, çıyana merhamet evlad-u iyale ve hakikate merhametsizliktir…
Gelin görün ki biz çok
merhametliyiz…
Elhamdülillah muhabbet fedaileri olarak ufku aşan merhamet çizgimizi geçip bir türlü husumete alan bulamıyoruz…
Bunca hapis, bunca sürgün, bunca zulme rağmen arkadaşlarımızın her bireri ayrı ayrı rahmet ve merhamet kahramanı…
Bırakın herhangi bir fiili müdahalede bulunmayı bize zulmeden, zulmedenlere yahşi çeken, alkışlayan, susan, gözünü kapatıp, başını çeviren, canavar insanların dahi kalbini kırabiliriz korkusuyla ödümüz patlıyor…
Bazen zalim ve şakşakçılarına ufacık kem bir söz söyleseniz “üslup muhafızlarımız” hemen üsluplarını koruyarak bizi uyarıyorlar ve “biz bu değiliz” diyorlar…
Belki de haklılar ama acaba aldanıyor muyuz?
İnsanız ve bazen gereken, gerektiği yerde, gerektiği şekilde yapılmalı, söylenebilmelidir…
Yoksa zalimin karşısında tevazu zulmünü cesaretlendirir sonra döner dişlerinin kirasını ister…
Bence “Dur” demeyi de bilmek lazım.
Mazlumun hakkını, kendi hakkımızı başka türlü savunamayız, bizleri aldatıp, kandıran çok olur…
Aldanmayalım…
Evet, mazlum için; Merhamet görmediği yerde merhamet etmek âli cenaplık, dilerse merhamet etmemek, adalet istemek anasının ak sütü gibi hak ve helaldir…
Adalet mi, merhamet mi? ikileminde hakkımız olan adalet de merhamet de fazilettir…
Maalesef günümüz zalimleri o kadar şanslı ki, bazen oturup üzülerek derin bir aaah! çekiyorum;
“Aah ki ey zalimler! Sizin günahınıza da biz ağlıyoruz çünkü kaderden hissemize merhamet düştü” diyerek…
Yol uzun, menzil çok, geçit yok, derin sular var, aah ki yüreğimizde ummanlar gibi bir merhamet var.
Allah beni affetsin bazen merhametin en zayıf yönümüz olduğunu düşünüyorum…
Ben de aldanıyorum…
“Muhatabına karşı ‘yok yere’ kin, gayz, nefret ve vefasızlık ile hareket edenler, muhtaç oldukları gün aynı muhataptan kendilerine merhamet dilenmesin” diye haykırıp hemen sonra zalimleri yine affederiz diye korkuyorum.
Ama neylersin, merhamet insana yakışıyor…
Adalet istiyorum ama merhametime mağlup oluyorum…
Bu durumu içimde hala aşamadım…
Zalimden merhamet dilenmeye gelince; işte bu bana göre değil…
Bence bu durum “Zalim, zalimliğinden vazgeçmeyeceği için” hakikate karşı saygısızlıktır.
Türkiye’deki zalimler ne derseniz deyin zulümden vazgeçmeyecekler, vazgeçemezler…
Ara sıra yurt içindeki mazlum tutsaklarımız yurt dışındaki masum sürgünlerimize serzenişte bulunuyor;
“Yeter!
Ne olur susun, siz konuştukça buradakilerin zulmünün artmasına vesile oluyorsunuz” diye…
Sevgili kardeşlerim, canım size feda olsun ve fakat yanlışınız var, susmak ile zulmün son bulması doğru orantılı değil aksine ters orantılı, biz sustukça zalimin zulmü daha da artıyor…
Onlar hak ve hukuku haykırdığımız, biz konuştuğumuz için zulmetmiyorlar…
Onlar biz hakikati yüksek sesle söylediğimiz için operasyon üzerine operasyon yapmıyorlar!
Onlar zalimdiler, zulmediyorlardı, zulmettiler, zulme devam ediyorlar…
İdealizm, Kemalizm, Erdoğanizm hepsi hikaye…
Güç ve rantlarına tehdit olarak gördükleri bir neslin (tehdit olmadıkları halde) imhasına karar verdiler, zulümlerinin temel ve gerçek sebebi budur.
Evet, onlar biz sesimizi yükselttiğimiz için zulmetmiyorlar, zaten yapacaklardı ve yapıyorlar…
Doğrusu şu ki, onlar zulmettiği için, biz haykırıyoruz…
Efendiler Efendisi (asv) “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultan karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.” buyurur, bırakın zalimin zulmünü yüzüne karşı alabildiğince haykıralım…
Ne yazık ki, bizleri bir susturmaya çalışanlar, bir de yaşananları umursamayanlar var…
Bana göre; Dünya umursamayan insanlar yüzünden batacak, kıyamet vurdumduymazlar yüzünden kopacak…
Halbuki biz olanları umursuyoruz, umursadığımız için bas bas bağırıyoruz…
Aldanmayalım…
Zalimlere gelince; Allah onları zulümleri ile kıskıvrak yakaladı. Zulümleri başlarına patlayacak, Allah zalimleri ve sevicilerini asla affetmeyecek.
Onca mazlumun hakkını yediler, hukukunu çiğnediler…
Bazımız niye hâlâ ferec yağmurları yağmıyor diye endişe ederken, bazılarımız ise neden hâlâ başlarına taş yağmadı diye düşünüyoruz.
Rabbimizin nusreti/yardımı neden gecikti? diye soruyoruz…
Şart-ı evvel önce kendimizle yüzleşmek…
Aldanmayalım…
Belki de diğer sebep; Merhamet-i ilahiyeden daha fazla merhamet, adli ilahinin vereceğinden daha azına talip olmak, mücadele edenleri susturmaya çalışmak yahut umursamamaktır…
Vurdumduymazlıktır…
Ama Allah hem aziz hem intikam alıcıdır, zalimlerin sonları yakındır, bilirsiniz “zulüm devam etmez” bugün olmazsa yarın bitecek ve Rabbimiz zalimin zulmünün hesabını soracak…
Hesap verecekler!
Dünyada kurtulusalar ahirette kurtulamayacaklar…
Onlar çok kötü aldandılar!
Biz aldanmayalım…
Yeter ki muhasebe, merhamet ve adaleti yerli yerine koyalım…
Mücadele edelim…
@MansurTurgut